X

“Algının kapıları”: Bildiğimizi sandığımız şeyler mutlak doğrular mı?

Galileo bir zamanlar hayatlarımızı yanlış yorumladığımızı ve anlamadığımızı fark edip, “Tatların, kokuların, renklerin ve benzeri şeylerin hepsi bilinçte yatar, dolayısıyla bilincin sahibi uzaklaştırılırsa, tüm bu nitelikler de yok olacaktır.” demişti. Galileo haklı olabilir mi? Hayatlarımız tamamen zihnimizde mi gerçekleşiyor?

Gördüğümüz, kokladığımız, duyduğumuz, tattığımız ve hissettiğimiz şeylerin bir anlamda zihnin, gerçekliği kendi keyfine göre yeniden yapılandırmasının da sağlayıcıları olduğunu söyleyebiliriz. Böylece “yeşil” sadece bir renk olmaktan çıkıp birine çekici gelebilirken, diğeri farklı bir rengi tercih edip, yeşil renkte olan her maddeden tiksinti duyabilir. Sonuçta beynimiz hiç durmadan çalışır. Bir bardak çaya baktığımızda, bu bilgi gözlerimizden beynimizin arkasına, görsel kortekse gider. Bardağın büyüklüğünü, rengini ve belki de içinde ne kadar çay olduğunu görmeye başlarız. Elimizi bardağın üzerine koyarsak ya da ondan buharın çıktığını görürsek, çayın ne kadar sıcak olduğunu anlarız. Onu kavrayabilir, kaldırabilir ve içebiliriz. Dilimizdeki tatlar farklılaşır ve sonra bunların hepsi zihnimize entegre olur. Çayın hoşumuza gidip gitmediğini anlamaya çalışırız çünkü işgüzar zihnimiz her şeyi belirlemek ve etiketlemek zorundadır. İyi görünüyor muydu? Güzel kokuyordu mu? Ağızda kalan tadı lezzetli miydi? Bu süreç hafızamızı etkiler ve bir dahaki sefere herhangi bir kafeye gittiğimizde, o çaydan içmek “istemiyorum” ya da “istiyorum” diyebiliriz. Görüldüğü gibi beyindeki pek çok farklı bölge, tek bir bardak çay için bile anlayış geliştirme çabasına girer.

Algılama süreci, çevremizle bağlantı kurmamızı sağlayan karmaşık bir süreçtir. Duyularımız etiketleri olmayan, kaotik, sürekli değişen bir dünya ile karşı karşıya olduğundan, zihin her zaman bu kaosu anlamlandırabilme çabasındadır. Algımız klasik anlamda beş duyunun yardımıyla oluşur. Uyaranları (eğer fiziksel anlamda engellerimiz yoksa) gözümüze ulaşan ışık bilgisi ile görür, kulağımıza gelen frekans dalgaları ile duyar, dokunduğumuzda cildimizin yüzeyinde oluşan basınçla hisseder, kokular ve tatlarla da ayırt ederiz. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ise artık sinirbilim ve bilişsel bilim alanında yapılan araştırmalar sayesinde hisleri algılara dönüştüren başka tür fiziksel süreçlerimizin olduğunu da biliyoruz.

  • Uzaysal algı: Çevremizle ve kendimizle olan ilişkimizin farkında olmamızdır.
  • Şekil algısı: Varlıkların sınır ve açıları hakkında, onların dışsal ana hatları ve kontrastları sayesinde bilgi elde edebilme yeteneğimizdir.
  • Vestibüler algı: Yer çekiminin gücünü, kafamızın ve zeminin göreceli pozisyonuna göre yorumlayabilmemizi sağlar. Duruşumuzun denge ve kontrolünü muhafaza etmemize yardımcı olur.
  • Termal algı: Derimizin yüzeyindeki ısıyı algılayabilme kapasitemizdir.
  • Ağrı algısı: Çok yüksek ya da çok düşük yoğunluktaki uyarıcıların yanı sıra zararlı kimyasal veya yüksek basınçlı uyarıcıları da yorumlayabilme algımızdır.
  • Kaşınma algısı: Derimiz üzerinde kaşınma ihtiyacına yol açan zararlı uyarıcıları anlayabilme yeteneğimizdir.
  • Propriyosepsiyon: Bedendeki kas ve tendonların pozisyonu hakkındaki bilgileri anlayabilme kabiliyetidir, bu sayede duruşumuzun ve vücudumuzun her bir parçasının uzayda nerede olduğunu anlayabiliriz. Vestibüler ve dokunsal algıyla yakından alakalıdır.
  • İnterosepsiyon: İç organlarımızın durumuna işaret eden hisleri yorumlayabilme kapasitemizdir.
  • Zaman algısı: Uyarıcılardaki değişimleri anlayabilme ve zaman içinde bunları konumlandırabilme kabiliyetimizdir.
  • Kinestetik algı: Çevremiz ve kendi vücudumuzun hareket ve hızı hakkındaki bilgileri yorumlayabilme yeteneğimizdir.
  • Kemosensör algı: Tükürükte çözülerek sert tatlara dönüşen kimyasal maddeleri yorumlayabilme algımızdır. Tat alma algısıyla alakalıdır ancak ikisi bedendeki farklı yapıları kullanır.
  • Manyetik algı: Manyetik alanlardan alınan bilgileri algılayabilme kapasitesidir. Güvercin gibi hayvanlarda bu algı daha gelişmiş durumdadır. Ancak insanların da burun kemiği bölgesinde manyetik materyal bulunduğu ve bu sayede bu türden bir algıya sahip olabilecekleri henüz yeni keşfedilmiştir.

Ayrıca bu yeni bilimsel ilerlemeler ile artık dış gerçekliğe dair algıladığımız her şeyin aslında “beynin yapısal bir varoluş hali” olduğunu da söyleyebiliriz. Sinirbilimci Israel Rosenfield’in bu konuyla ilgili sözleri oldukça açıklayıcıdır: “… doğada renk yoktur, yalnızca değişen dalga boylarındaki elektromanyetik radyasyon vardır. Gerçek görsel dünyalarımızın farkında olsaydık, sürekli değişen kirli gri görüntüleri görürdük ve bu da formları tanımamızı zorlaştırırdı… renklerin kendisi asla çevremizde değildir.”

Tüm bu gelişmelerin de gösterdiği gibi “algı” özneldir; avucumuzun içindeki ekranın parıltısına, odanın kokusuna veya bileğimizdeki kaşıntıya kadar her saniye karşılaştığımız tüm uyaranları anlamlandırmak için kullandığınız bu süreçler dizisi, çevremizdeki uyaranlardan aldığımız duyusal izlenimleri nasıl yorumladığımıza dayanır. Bu süreç yoluyla, hayatta kalmamız için kritik olan “çevrenin özellikleri” hakkında da bilgi ediniriz.

Beynimizin tercih ettiği eğilim genelde algıladığımız şeyin gerçeklik olduğunu varsaymaktır ve yine çoğu zaman sahip olduğumuz duyular bizi doğru yönlendirerek çevremizde ne olduğunu, nereye oturacağımızı, başka biriyle etkileşime girip girmememiz gerektiğini doğru şekilde bize aktarır. Duman kokusu alır almaz kendimizi korunaklı bir yere yönlendirmemiz ya da caddenin aşağısından gelen arabayı görüp hemen kaldırıma çıkmamız hep doğru algılama yeteneğimizin bizi tehlikelerden koruma halidir.

Ancak algımızın bozulduğu, bulanıklaştığı veya karıştığı anlar da vardır; beklentilerimizin farklı çalıştığı veya gerçekten değer verdiğimiz bir şeye bağlı olarak yorumladığımız anlar gibi. Genellikle sorun, algıladığımız merceğin ilk etapta genetik yatkınlıklarımız, önceki bilgilerimiz, duygularımız, önyargılı kavramlarımız, kişisel çıkarlarımız ve bilişsel çarpıtmalarımız tarafından yaratılmış bir formda oluşudur.

Ayrıca geçmişten gelen tüm deneyimlerimiz, andaki motivasyonumuz ve ihtiyaçlarımız da her birimizin aynı uyarana ilişkin çıkarımlarını farklılaştırır. Karşımızdaki insan, durum ya da nesneyi, onun sosyal alandaki yerine göre bile, olduğundan başka bir halde algılamamız olasıdır. İnsanlar olarak bilgi eksikliklerimiz öyle fazladır ki algılarımızı süreklileştirebilmek ve anlamlandırabilmek adına hedefimizdeki uyaranın saf haline, ilgili ya da ilgisiz pek çok bağlantı ekleriz. Zihnimiz, elindeki tüm kaynakları kullanarak tüm boşlukları, eksik bilgileri doldurur. Tek sıkıntı, o doldurulan bilgilerin çoğu zaman uyaran ile yakından uzaktan alakasının olmayışıdır. Gerçekliği hiçbir zaman doğrudan deneyimlemediğimizden ve onu zihnimizde işleme şeklimizi sınırlayan duyular aracılığıyla yarattığımızdan, aslında her birimiz içimizdeki bambaşka dünyalarda yaşarız. Bazen de sırf algılayamadığımız için pek çok şeyi yok sayarız, hatta bilimsel anlamda kanıtlanmış olanları bile… Oysa insanlar yalnızca kısıtlı bir renk spektrumunu görür ve belirli bir ses aralığını duyar. Duyamadığımız köpek ıslığını algılayamamamız, onun gerçekte var olmadığı anlamına gelmez.

Sorulması gereken temel soru şudur: “Gerçeklikten sapan algının nesi yanlış?”

Hayattaki çoğu şeyde olduğu gibi, bu soruya da incelikli bir cevap verebilmemiz önemli çünkü algı ve gerçeklik arasındaki o derin ayrışma, insanları ve bütünsel anlamda da toplumları tam olarak işlevsiz hale getirebilecek güçtedir. Toplumsal yaşamda, bireyler birbirinden çok uzak algılar geliştirdiğinde ortak zemin bulmak imkansızlaşacaktır. Nefret suçları çoğalacak ve toplumları bir arada tutan dengeler dağılmaya başlayacaktır.

Algı bozukluklarının en derin ve sıkıntılı hasarları, iletişim sorunlarıyla dolu bir dünyanın çıkmazlarında yol almak, daha doğrusu kaybolmaktır. Her birimizin farklı anlayışlarda olması doğaldır. Burada sorun farklı algılamaktan çok, bir başkasının farklı algısını yok saymak ve gerçekleri çarpıtmaktır. Dolayısıyla, algılama her zaman bilinçli ve kasıtlı değildir, aslında çok daha sıklıkla bilinçsiz bir alışkanlıktır ve asıl çıkmaz da buradadır. Büyük bir yılan sanıp kaçmaya başladığımız şey belki de sadece eski ve uzun bir ip parçasıdır. Derisinin rengine, aksanının veya lehçesinin tonlarına ya da kıyafetlerinin tarzına-kalitesine dayanarak bilinçli ya da bilinçsizce bir kişinin yeteneği hakkında varsayımlar yaptığımızda da aynı gerçeklikten kaçarız. İçinde yaşadığımız kültürden öğrenip ezberlediklerimizle otomatik olarak tepkiler üretiriz.

Örneğin, insanların ayak seslerini bile hiç farkında olmadan dinler ve yürüyen kişinin ruh halini, cinsiyetini, sosyal durumunu ve hatta kişilik özelliklerini anladığımızı sanabiliriz. Öyleyse diyebiliriz ki algıların hangi kelimelerle adlandırıldığı bile nihayetinde sosyal ve politik bir mesele olabilir. Sonuçta algılama, bazen orada olmayan şeyleri “görmeyi” veya var olan şeyleri “çarpıtmayı” da beraberinde getirir çünkü buradaki durum sadece basitçe dünyadan bilgi alıp onun kopyası olan bir iç temsil yaratma meselesi değildir. Barış ve huzur içinde yaşayabileceğimiz, beraber ortak zemin yaratabileceğimiz, kısaca var olduğunu bildiğimiz tüm canlılar için gerekli olan bireysel, yönetimsel ve toplumsal yapıları sürdürebileceğimiz bir dünya için algılarımızın gerçeklerle uyumlu hale gelebilmesi çok değerlidir.

Algısal süreç farklılıkları nedeniyle yaşadığımız duygusal ve toplumsal çatışmaların önüne geçebilmemiz için;

  • Algılarımızın gerçeklik olduğunu varsaymamak,
  • Başkalarının algılarına saygılı olmak,
  • Algılarımızı çok da ciddiye almamak,
  • Algılarımızı gerçeklere aykırı hale getirmemize neden olan içsel çarpıklıklarımızı fark etmek ve onlara meydan okumak,
  • Uzmanlara danışmak veya güvenilir başka kaynaklardan araştırma yapmak oldukça önemlidir.

Zihinlerimizin katılaşması, toplumlarımızın geleceğinin de sönük ve sağlıklı bir ilerlemeden yoksun olmasına neden olur. Önümüze sağlam kanıtlar sunulduğunda dahi algımızdaki yanlışları görmezden gelebiliriz. Unutulmaması gereken şey, tutunduğumuz ve bağlandığımız hiçbir şeyin nihai gerçek olmayabileceği ve algımızın çoğu zaman sadece “ben” dediğimiz ve birçok özellikle etiketlediğimiz o egomuzun yansıttıklarından ibaret olduğu gerçeğidir. Gözlerimizin arkasına düşen imgeler, önümüzdeki gerçeklerden daha önemli hale geldikçe ve bizler yanılsamalarımızın köleleri olarak yaşadıkça, dünyada sağlanması gereken birliğin önüne daha da fazla duvar örmeye devam ederiz. Oysa çeşit çeşit silahlarla yapılan tartışmaları, suçlamaları, yanlış anlamaları ve ayrıştırıcı masalları dikkatimizi yönlendirerek fark edebilirsek, “evrende bir bilinen bir de bilinmeyen şeyler olduğunu ve işte tam onların ortasındaki algı kapılarının*” varlığını da hissedebiliriz. Bizler hep o kapıların önündeyiz.

Kaynakça:

*Aldous Huxley_ The Doors Of Perception
Philip Goff- Galileo, Panpsychism, and the Hard Problem of Consciousness
Kendra Cherry- What Is Perception?
Jim Taylor Ph.D.- Perception Is Not Reality
CogniFit Research Platform- Types of Perception and Neuroanatomy
Lisbeth Lipari- Human Perception: Making Sense of the World

İlginizi çekebilir: Ne pahasına dayanıklıyız: Duygularımızla iletişim kurmaktan kaçınmaya gerek yok

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:

  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:



Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale