Zihnimizdeki büyük bariyerimiz: Zaman duvarı

Zaman ne ilginç bir kavram her birimiz için. Bir çeşit ölçü birimi. Sadece geçirdiğimiz vakti ölçmekle kalmıyor, bir şeyin güvenlik derecesini, bir kişinin sevgi yüzdesini, bir işte başarılı olma süresini, potansiyeli kullanma becerisini, her şeyi ama her şeyi ölçüyor.

Beş dakika önce tanıdığımız birini sevemeyeceğimiz gibi, daha yeni çalışmaya başlamış birinin uzun süredir çalışandan daha öne geçmesini veya başarmasını da beklemiyoruz. Çünkü arada geçilmez, büyük zihin bariyerimiz “zaman” duvarı var.

Yine de bir klasiktir, “İlk gördüğümde anlamıştım da…” diye başlayan cümleler. Nedense her birimiz o ilk gördüğümüzdeki hislerimize yüzlerce kez şahit olup, asla güvenirliliğine paye vermeyiz. Aklın kurduğu sistemlere olan inancımız (-köleliğimiz) çok daha güçlüdür çünkü. İnsanları zaman içerisinde severiz. İlk anda seversek, ya ayaklarımız yere basmıyordur ya safızdır ya da güvenilmez biriyizdir.

Zihnimizdeki büyük bariyerimiz: Zaman duvarı

İnsanları ilk anda sevmezsek, ya geçimsiz kimseyi beğenmeyenizdir ya yargılıyızdır ya da bilinmez bir hisse kapılmışızdır.

Zamana bırakmak bize temkin hissi verir, aklı başında görünürüz, hem dışarıya hem kendimize…

İçten içe biliriz ki zamanla hiçbir fikrimiz değişmez, sadece alışırız. Olumlu düşüncelere de olumsuzlarla yaşamaya da. Aklımızın ikna olması için gereken bir süre vardır, hissettiklerimizi onaylatmamız gereken tasdik bürosunun kaşesine ihtiyacımız vardır. O ıslak imzalı kaşenin üzerinde yazar:

3 yıllık arkadaş!

İmza: Zaman

Artık resmi olarak arkadaşsınızdır.

Kendi hislerimize güvenmek yerine sorumluluğu zaman bürosuna teslim ediyoruz.

Zamanla düzelecek ilişkilerimiz, zamanla güvenilecek dostlarımız, zamanla büyüyecek işlerimiz, zamanla durulacak bir ruhumuz var. Oysa zaman, insanlığın en büyük hipnozlarından biridir. Öyle bir hipnozdur ki, onun geçirdiği süreye göre yaşlanan bir bedenimiz, geçtikçe durulan bir ruhumuz vardır.

Peki gerçekten böyle mi? Yaşı 30’ları 40’ları geçmiş olanlarımıza sormak istiyorum: İçinizde bir şey değişti mi? Bedeniniz değişmeye devam etse de hisleriniz coşkunuz değişti mi? Coşkulu duygularınızın yaşı var mı? Aşık olduğunuzda, çok mutlu hissettiğinizde, yüzünüz ve bedeninizdeki değişimleri gözlemlediniz mi? Veya çok mutsuz hissettiğinizde kaç yaşınızda olursanız olun birkaç yaş daha almış gibi hissettiniz mi fiziksel olarak? Zaman algısı her birimizin yaşama bakışını ve yaşamla olan ilişkisini belirliyor.

Hayallerimizin peşinden gitme olasılığımızı, yeniden başlama gücümüzü, tekrar tekrar deneme iştahımızı, vazgeçme ihtimalimizi, öğrenme eşiğimizi, kendi yeterliliğimizle ilgili verdiğimiz her türlü kararı zaman hipnozundayken veriyoruz.

Zaman hipnozundan çıkarsak, başarmak için, yeniden başlamak için, yerden kalkıp koşmak için, yeni şeyler öğrenmek için önümüzden çokça büyük bir engel kalkmış oluyor.

Zihnimizdeki büyük bariyerimiz: Zaman duvarı

Hiçbir şey için geç değilken, hiçbir şey için erken olmuyor. Her şey olması gereken zamanda, oluşan şartlar içerisinde beliriyor ve oluşuyor. Önemli olan şey bizim oluşan duruma engel olmadan akmasına izin vermemiz.

Zihinlerimizdeki zaman bariyeri geçmiş, gelecek ve şimdi olmak üzerine düz bir çizgide ilerliyor. Oysa evrenin zaman matematiği küresel bir yapıda ve anda gerçekleşiyor.

Zaman akan bir şey değil, durağan ve genişleyip daralan bir olgu. Aynı evren gibi. Bizler zaman olgusunun içerisinde vizyonsal ve bilinçsel olarak hareket eden gözlemcileriz. Dolayısıyla geçmiş gelecek olmadığı gibi, durumlar içerisinde seyahat etmemiz anlıktır.

Zihindeki zaman algısının dışına çıkıldığında, dakikalar içinde bir çok şeyi algılamamız ve öğrenmemiz, buna bağlı olarak da aynı anda bir çok yerde olmamız mümkün.

Basit bir örnekleme gerekirse bekleme salonlarında geçirdiğimiz 5 dakika her zaman çok uzun gelmiştir. Eminim birçoğunuz bunu deneyimledi. Özellikle korku veya heyecan hissiyle doluysak. Telaş içerisinde bitirmemiz gereken bir iş yapıyorsak, zaman bardaktan boşalırcasına ilerlemeye dakikalar 10’ar adımla koşmaya başlamıştır.

Bu yanılsama zamanın göreceli halini bize en basit şekliyle tattırıyor. Bilinçli bir zihin gözlemcisi için zaman, dualiteye atılan bir çengel gibidir.

Etiketlenmiş sürelerden sıyrıldığımızda, anda yaşamayı da başarmış oluyoruz. Önümüze gelen her durumu kendi içinde değerlendirip o anki hislerle deneyimliyoruz. Anın içinde bağlantıdaki halimiz, bizim için her olasılığı mümkün kılıyor. Kendimizi bağımsız an baloncuğunun içinde zamansız bilince bıraktığımızda sonsuzluk deneyimini yaşadığımız gibi evrenin tam merkezinde her türlü bilgiyi almaya ehil duruma geçiyoruz.

Elbette kişinin kendi yolculuğunda zaman kavramı ile birlikte birçok bariyeri olabilir. Kişisel bariyerlerinin farkında olan zihin için, zaman bariyerinin ötesine geçmek sonsuz yaşamın meyvelerini tatmaya başlaması demektir. Burada zihinsel sınırlar ortadan kalktığı gibi bedensel hipnozlar da ortadan kalkar.

Bu durumda yaptığımız şey her ne ise, zihinde önce sonra/ yeterlilik sureci vs gibi zamana bağlı kaygılar var olamadığında, bedenimizde, zihnimizde bizimle birlikte çalışmaya başlıyor ve evren ile beraber bilmeyi deneyimliyoruz.

Bir çok yerde duyduğumuz hatırlama hali.

Yapmak istediğimiz her şeyi zaten bildiğimizi anlıyoruz.

Evrenin ta kendisi olduğumuzu hatırlıyoruz, her şeyle bir ve bağlantıda olduğumuzu…

Bu bir, olma halidir. Samimiyetle, hissettiğimizi yaşamaktan korkmadığımız günler olsun… 

Esra Uyman
Lise yıllarında başlayan kişisel gelişim, ruhsal gelişim ve metafizik konularına duyduğu yoğun merak onu yurt içi ve yurt dışında birçok özel eğitim çalışmalarına katılmaya ... Devam