X

Yeni yılda daha mutlu, daha sağlıklı olmak için “mucizevi” diyetlere ihtiyacımız yok

Yeni yıl yaklaşırken herhalde herkes tecrübe edilmeyi bekleyen yaşanmamışlıklara yaraşır şekilde kendine yeni başlangıçlar belirler. Özellikle “hedef”, “başarı” ya da “plan” sözcüklerini kullanmaktan kaçınıyorum, çünkü bence bunların hepsi üzerimizde bir çeşit zorunluluk ve baskı oluşturuyor. Sanki yeni yılda her şey mükemmel olacakmış, olmak zorundaymış gibi. Hâlbuki başlangıçlar, içinde iyiliği de kötülüğü de, başarıyı da başarısızlığı da, mutluluğu da mutsuzluğu da barındırıyor ve bize hata yapma şansı tanıyor -hatalarımızdan pişmanlık duymak yerine onları en iyi öğretmenler gibi görmemiz gerektiğini de hatırlatıyor.

Başlangıçlar neyle ilgili olursa olsun mutlaka bir noktada sağlığımızı ilgilendiriyor. Fiziksel ve ruhsal zindelik olmadan ne hayatımızda yeni başlangıçlar yapabiliriz ne de yaşadığımız anın farkına varabiliriz. O zaman, yeni yıldan beklediklerimiz arasında daha sağlıklı bir beden ve daha tasasız bir ruh hali olması son derece doğal. Öte yandan beni rahatsız eden şey yeni yılda sağlıkla ilgili umutların çoğu zaman “mucizevi diyet trendlerine” bağlanması ve sağlığın illa ki kilo kaybıyla eş görülmesi.

Sağlığımız için kilo vermeye ihtiyacımız olabilir ama bunun için bedenimizin ihtiyaçlarını görmezden gelen moda diyetlere, diğer bir deyişle kısıtlayıcı yaklaşımlara ihtiyacımız yok. Kaldı ki diyetler uzun vadede hemen hemen hiçbir zaman işe yaramıyorlar. Neden diyorsanız şu yazıya bir göz atın derim. Daha fazla kanıt isterseniz şahane bir TED konuşmasında tam da bu konudan bahsediliyor.

Yeni yılda diyetleri kapı dışarı edip daha farklı başlangıçlara şans vermek isteyenlerimiz neler yapsın peki?

Tartıdaki rakamlar değil nasıl hissettiğimiz önemli

Sağlıklı olmanın mutlaka tartıdaki rakamların azalmasına bağlı olduğunu söyleyemeyiz. Kilo vermenin zinde ve sağlıklı olmakla eş tutulduğu bir dünyada bu ikisini birbirinden ayrı değerlendirmek kolay değil, fakat kilo vermeyi ve yiyecekleri saplantı haline getirmeden de sağlıklı olabiliriz. Bedenlerimizin nasıl göründüğüne o kadar önem veriyoruz ki, gerçeği, yani bedenlerimizde nasıl hissettiğimizi göz ardı ediyoruz. Öğün atlamak, yiyecekleri yasaklı ilan etmek ya da belli besin gruplarını kısmaktansa benliğimize denge getirecek alışkanlıklar geliştirebiliriz. Yiyecekleri “iyi” ve “kötü” olarak etiketlendirmemek, canımızın çektiği bir şey yedikten sonra “yaramazlık yaptım” dememek, bedenimizi esnetecek ve rahatlatacak aktivitelerde bulunmak, nefes teknikleri denemek daha sağlıklı olmak için yapabileceklerimiz arasında. Bir de kitaplar var elbette. Laura Thomas’ın Just Eat It kitabı diyetler hapishanesinden kurtulmak ve sezgisel beslenmeyi öğrenmek için mükemmel bir kaynak.

Yeme alışkanlıkları ile farkındalığın buluşması

Hepimiz sezgilerimize göre beslenme yeteneğiyle doğuyoruz. Fakat yaşadığımız süre boyunca gerek yakın çevremizden gerek iletişim kanallarından o kadar çok tavsiye (!) duyuyoruz ki bir yerden sonra bedenimize güvenemez oluyor ve planlı programlı, sınırlayıcı bir beslenme düzeni geliştiriyoruz. Yiyecekleri bedenimize enerji veren, ruhumuzu besleyen hediyeler olarak görmekten uzaklaşıp kalorilere ya da protein, karbonhidrat, yağ gibi kategorilere indirgiyoruz.

Hâlbuki vücudumuz bize ne zaman acıktığımızın, ne zaman doyduğumuzun sinyalini veriyor. Sadece açlık ya da tokluk durumu da değil, canımızın neyi çektiğini, tatlı ya da ekşi bir şey mi yemek istediğimizi, kısacası bizi fiziksel doygunluk ve damak zevki açısından neyin tatmin edeceğini söylüyor.

Öte yandan, bir başlayıp bir bıraktığımız diyetler ve yiyeceklere getirdiğimiz kısıtlamalar yüzünden sezgilerimizi arka plana atmış, vücudumuzun gönderdiği açlık ve tokluk sinyallerini bastırmış olabiliriz. Bu durum özellikle yeme bozukluğu yaşayan insanlarda sıklıkla görülür. Ama umutsuzluğa yer yok. Yeniden bir bebek gibi sezgisel beslenmeyi öğrenebiliriz ve bunun yolu öncelikle yasaklı yiyecekler listemizi yok etmekten geçiyor. Bir yiyecek diğerinden daha “masum” olmadığı gibi, yediklerimiz ve yemediklerimiz bizim değerimizi belirlemiyor. Önemli olan, yemekten zevk almanın kötü bir şey olmadığını anlamak ve sağlık için, mutluluk ve neşe için beslenmek.

Keyif almak için hareketli bir yaşam

Hareketli bir yaşam hepimize iyi gelir. Özellikle de modern çalışma koşullarında uzun saatler sandalye tepesinde oturduğumuzu, bilgisayar başında çokça vakit geçirdiğimizi düşünürsek hareketin ve egzersizin daha sağlıklı olmak için ne kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz.

Ama hareketli bir yaşamı spor salonlarına yazılıp bedenimize kaldırabileceğinden fazla yük bindirmek pahasına sınırları zorlamakla bir tuttuğumuzda hiç de sağlıklı bir davranışta bulunmuş olmuyoruz. Yani, beslenme alışkanlıklarımız gibi sporu ve hareketi de rakamlara indirgiyor, bedenimizi değiştirmek, onu aslında rahat hissetmeyeceği bir şekle sokmak için suistimal ediyoruz.

Hâlbuki hareketli bir yaşamın bize keyif vermesini, bedenimizle olan bağımızı kuvvetlendirmesini bekleriz. Mesela, eliptikte geçireceğimiz vakti ve harcayacağımız enerjiyi köpeğimizi dolaştırmaya, onunla oynamaya ayırsak? Ve bunu yaparken spor salonuna gitmediğimiz için pişmanlık duymak yerine o anın, o tasasız devinimin keyfini sürsek? Bahçemiz var ama biraz bakımsız kalmış. Bitkiler, çiçekler eksek, arka planda hareketli müzikler çalsa ve toprağın üzerinde dans etsek? Telefon görüşmelerini oturarak yapmak zorunda değiliz ya da ofisteki en yakın yazıcıyı kullanmak. Dansa yazılabilir, yoga deneyebilir, yürüyüş yollarını ve parkları keşfedebilir ya da bir video eşliğinde aerobik yapmaya çalışabiliriz. Yürüme bandında yürüdüğümüz, ağırlık çalıştığımız ya da pedal çevirdiğimiz zamanlar da olabilir elbette ama burada önemli olan istemediğimiz halde sırf kilo vermek için ya da etrafımızdaki herkesin üyeliği var diye kendimizi spor salonlarına gitmek zorunda hissetmemek.

Bedenlerimiz değerli

Bedenlerimize değer vermek için yarını beklemeyelim. Ya da beş kilo daha vermeyi. Hayal ettiğimiz beden ölçüsüne ulaşmayı. Hayır! Bedenlerimiz –olduğu şekliyle– değer görmeyi hak ediyor.

Araştırmalara göre, bedenlerini olduğu gibi kabul edip dahası bu şekliyle değer ve saygı görmeyi hak ettiğini düşünen insanlar bedenlerinden memnun olmayan kişilere göre daha sağlıklı hayat tarzlarına sahip.

Değersiz olduğumuzu düşündüğümüzde hiçbir şeyden keyif alamayız ve elimizdekilerin kıymetini anlamakta geç kalırız. Fakat insanın bedenini olduğu şekliyle sevebileceğinin bilincinde olması, aynı zamanda hayatta kendisi için en iyi şeyleri istemesi ve buna çabalaması anlamına gelir. Çünkü bedenini zorlama diyetlerle ya da aşırı sporla azaltılması gereken bir yük, değiştirilmesi gereken bir kalıp olarak görmez. Bedenlerimizde rahatsız hissetmemizin nedeni bu bakış açısı olabilir mi? O rahatsızlık hissini ya da düşüncesini biz yaratıyor olmayalım? Üzerimize dar gelen, içinde iyi hissetmediğimiz kıyafetleri giymek zorunda değiliz. Kendimizi ya da başkalarını bedenlerimiz üzerinden yargılamayı bıraktığımız an belki de aradığımız o rahatlığa kavuşacağız.

Elbette meditasyon

Meditasyon denildiğinde çoğumuzun aklında yere bağdaş kurup oturmuş, olumlama mantraları söyleyen ve dünyadan tamamen kopmuş izlenimi veren insanlar canlanıyor. Meditasyonun genellikle bu şekilde yapıldığı doğru fakat temelde sadece bir anlık farkındalıkla –içinde bulunduğumuz anın bilincine varmakla– ilgili.

Meditasyon yaparken sessiz bir ortamın varlığı önemli. İçimizde neler oluyor? Öfkemizin ya da neşemizin, mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun, stresli ruh halimizin nedenleri neler ve bizi sonrasında pişman olduğumuz davranışlara iten hangi duygular? Korkularımızı bastırıyor muyuz, yoksa verdiği tüm huzursuzluğa rağmen onları kabul ediyor muyuz? Kısacası meditasyon sırasında anda olmak gerekiyor, geçmişe saplı kalmamak ya da gelecek telaşına düşmemek. Hayatımız şimdi yaşanıyor.

Öncelik bizim!

İnsanın kendisine bakması ve öncelik vermesi asla bencillik ya da şımarıklık değil, aksine bir gereklilik. Kendimize özen göstermenin yolu öncelikle rahatlamaya ve gevşemeye ihtiyacımız olduğunu kabul etmekten geçiyor. Ve aslında çok ufak adımlarla iyi hissedeceğimiz bazı alışkanlıkları kazanmaktan.

Mesela “ben” zamanlarımız olsun. Başkalarının isteklerini, ihtiyaçlarını düşünmediğimiz, sadece bize ait anlar. “Hayır” diyebilmeyi öğrendiğimizde kendimizle de etrafımızdaki insanlarla da daha dengeli ilişkiler kurabiliriz.

Öz şefkatten ne anlıyoruz ve kendimize bu duyguyla yaklaşabiliyor muyuz? İç sesimizin bizi yargıladığını, suçlayıcı tonda konuştuğunu fark ettiğimiz anda bilelim ki kendimize haksızlık ediyoruz ve şefkat göstermiyoruz. Böyle anlarda bir an duralım ve şöyle düşünelim: Dostumuzla ya da bizim için çok önemli olan biriyle de aynı şekilde mi konuşurduk? Onun canını da aynı derece yakar mıydık?

Önceliklerimizden biri de uyku olmalı. Uyumak tembellik değildir, sağlıklı ve zinde bir benlik için gereklidir.

Kendimize öncelik tanımak, bazen en basitinden kahvemizi ve kitabımızı alıp bir köşeye çekilmek anlamına gelir. Hayatlarımız öyle bir koşuşturma içinde geçiyor ve bize kalan kısacık anlarda da kendimizi sosyal medyaya o kadar kaptırıyoruz ki ne kadar uzun zamandır elimizde kahve ve kitabımızla huzurlu bir saat geçirmediğimizi fark etmiyoruz bile!

Yeni yılda daha sağlıklı ve mutlu hissetmek için bedenimizi değiştirmek zorunda değiliz. Onu ihtiyaçlarından ve hak ettiği değerden mahrum etmek zorunda değiliz. Hayatımıza sağlık ve keyif getirecek bir sürü yol var. Hepsi de keşfedilmeyi ve yaşanmayı bekliyor.

Değerli olduğumuzun bilinciyle yapacağımız yeni başlangıçlara!

Kaynak: Bu yazıda yeme bozuklukları terapisti Lesley Wayler’in şu yazıdaki önerilerinden yararlandım.

İlginizi çekebilir: Yeme bozuklukları ve yoga: Ahimsa ilkesi, yeme bozukluklarıyla mücadelede yardımcı olabilir

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale