Yeni yıl kararları almanın yarattığı strese farkındalıkla yaklaşmak

Yeni bir yılın ilk günü; dönüşüm yaratmak, dolaplarınızı temizlemek veya beş santim göbek yağını kaybetmek için ideal bir zaman gibi görünse de “Yeni Yıl” başlangıcının özel olduğu algısı sadece bir yanılsamadan ibarettir. Bize geçici bir irade gücü sağlayan bu yanılsama ile dileklerimize uzanan yola girmek için, bir sonraki “mükemmel” tarih gelene kadar, kendimize erteleme izni vermiş oluruz. Her an, istediğimizi söylediğimiz hayatı yaşamaya başlamak için mükemmel ve uygunken; bir şeyler bizi alıkoyar ve hafta başını, ay başını ya da yeni yılın ilk gününü bekler dururuz. Oysa niyetlerimiz, tarih sınırlamasına hapsedilmeden her zaman gerçekleştirilebilir.

Onaylasak da reddetsek de tanıdığımız onlarca kişi şu anda “Yeni Yıl Kararları” alıyor. Karar almak çoğumuz için oldukça basit bir davranış. Zihnimizin gel-gitlerinde hareket ederken, emir kipindeki cümleler ve belirli sonuçlarla ilgili kesin beklentiler iç sesimizde hızlıca beliriverir. Mutlaka sevmediğimiz kişilik özelliklerimiz, çeşit çeşit bağımlılıklarımız, gözümüze batan fiziksel kusurlarımız vardır ve kendimizi sürekli yargılarız. Sonra da gerekçeli kararlar yazarız kusurlarımıza ‘’ceza’’ olsun diye. Listelediğimiz maddeleri ‘Yeni Yıl Niyetleri’ gibi masum etiketlerle dayatırız benliğimize. Oysa psikolojik olarak bu kararların çoğunun yerine getirilemeyeceği açıktır ve bizim bu kararları alırken temelde yapmış olduğumuz şey aslında zihinsel ve bedensel alanımızda stres ve ezici bir baskı yaratmaktan ibarettir.

Günlük hayatta stres sözcüğünü sıklıkla negatif durumları tanımlamak için kullanırız. Bu da pek çok insanın, stresin onların psikolojisi için tamamen kötü olduğu gibi yanlış bir yargıya kapılmasına neden olur ancak bu aşamada stresin iki farklı yönü olduğunu belirtmek gerekir. Pozitif stresle ilgili bir terim olan ‘östres’ ve negatif stresi ifade eden ‘distres’ kavramları arasındaki farka bakacak olursak*:

Östres yani pozitif stresin özellikleri;

  • Motive eder, enerjiyi odaklar.
  • Kısa dönemlidir.
  • Baş etme mekanizmamızla birlikte çalışır.
  • Heyecan verici hissettirir.
  • Performansı geliştirir.
  • Alınan kararları hayata geçirmeyi kolaylaştırır.

Distres, yani negatif stres ise;

  • Huzursuzluk ve endişeye neden olur.
  • Kısa ya da uzun dönemli olabilir.
  • Baş etme becerilerimizin yetki alanı dışına taşar.
  • Hoşa gitmeyen bir his aşılar.
  • Zihinsel ve bedensel zararlara yol açar.
  • Karar alma sürecini sekteye uğratır.

Aşırılığa kaçmayan ve faydalı olan stresin yani östresin, bilişsel fonksiyonlar ve genel sağlık üzerinde faydaları olduğu artık bilimsel anlamda da kabul edilmektedir. Düşük seviyeli stres unsurları, nörotrofin adı verilen beyin hücresi üretimini tetikleyerek ve beyin içinde yer alan nöronlar arasındaki bağlantıları güçlendirerek üretkenliği ve yaratıcılığı da arttırır. Vücut kaslarımızın bile östrese tabii tutulmasının gerektiği pek çok sinirbilimsel çalışma ile de ortaya konulmuştur. Stresin bu iki yönünü bilmeden hayatta hiçbir şey de doğru rotaya girmek de mümkün olmayabilir. Stresten tamamen kaçınıldığında uyuşma ve aslında yok olma süreci başlar. Ne verilen kararlar uygulanabilir ne de sağlıklı bir beden dinamiğine kavuşulabilir. Stresin yüksek doza eriştiği hallerde de kontrolü kaybederek yine aynı sonuçları almaya mahkûm oluruz. Bu konuda denge sahibi olabilmek oldukça işlevseldir. İnsanların yeni yıl kararları almak için kendilerini neden acı ve ıstırap çekmeye ittiklerinin en önemli nedenlerinden birisi, zihnin strese yönelik bağımlılıkları ile ilgilidir. Bu konuya dair farkındalık yaratan bir hikâye vardır;

Sitar (Hint kültüründe kullanılan telli bir çalgı) çalan bir müzisyen bir gün meditasyon eğitimi için Buddha’ya gider ve sorar;
“Meditasyonda zihnim üzerinde sıkı bir kontrol sağlamalı mıyım yoksa onun akmasına izin mi vermeliyim?”
Buddha soruya soruyla karşılık verir, “Enstrümanınızı çok sıkı akort ettiğinizde ne olur?”
Müzisyen, “Teller kırılır,” diye yanıtlar.
Buddha tekrar sorar; “Çok gevşek bir şekilde bağlarsanız ne olur?”
Müzisyen, “Çok gevşek olduğunda ses çıkmaz,” diye yanıtlar ve ekler; “Uyumlu bir ses üretmek için ne çok sıkı ne de çok gevşek olmalıdır teller”.
“İşte cevap bu,” der Buddha, “ne çok sıkı ne de çok gevşek.”

Bu eski hikâye, aslında sağlıklı bir yaşam sürmek için kullanılabilecek metaforik öğeler içerir; “Dengeli ve ölçülü bir hayat yaşadığımızda; ihtiyaç duyduğumuz ‘uyumu’ da üretmiş oluruz’”, diye fısıldar kulaklarımıza.

Genel olarak, beynimizin bir stres merkezi, bir zevk merkezi ve bir de şefkat merkezi vardır. Sitar üzerindeki teller ile üç beyin merkezi arasında bir benzetme yapabiliriz. Bir ‘Yeni Yıl Kararı’ belirlendiğinde, çok sıkı ayarlanmış bir sitarda olduğu gibi, bu karar da zihnimizde ve bedenimizde baskı ve gerilim yaratarak onu kırılgan hale gelebilir. İnsanın evriminin ilk aşamalarında şekillenen beynin stres merkezi ; onu zihnin önemsiz, yapay yapılarından değil, ormandaki tehlikelerden korumak için gelişmiştir. Bizler ise stresin üzerindeki kontrolsüz bakış açımızla, sinir sistemimizin kronik aktivasyonuna ve adrenalin-kortizol gibi aşırı miktarda stres hormonunun bedene salınmasına yol açarız. Sonuçta; bütçeyi dengelemek, üniversite ve emeklilik için para biriktirmek, 30 yıllık bir ipoteği ödemek, daha az abur cubur yemek, daha fazla kas inşa edip vücut yağını azaltmak, maaş artışı elde etmek ve kurumsal basamakları tırmanmak gibi şekillenen ortak yeni yıl hedeflerinin çoğu, milyonlarca yıllık insan evrimi boyunca var olmadı. Bizler evrimsel biyolojimize yabancı olan bu modern zaman hedefleri ile kendimizi kronik olarak distrese maruz bırakmaya devam ediyoruz.

Beynimizin zevk merkezine göz atacak olursak, bu bölge ile ilgili 1953 yılında fareler üzerinde yapılmış olan bilimsel bir deneyi anmak açıklayıcı olacaktır. Bu deneyde fareler öncelikle aşırı yoğun strese tabi tutulmuştur. Sonrasında ise onların zevk bölgelerini uyarıcı dopamin salgılamalarına yön verilmiştir. Aşırı stres sonucu salgıladıkları dopamin öyle güçlüdür ki, fareler; bu arzularını gidermeye çalışırken, temel ihtiyaçlarını bile fark etmemişlerdir. Bir süre sonra ise yorgunluktan ölüm sınırına gelmişlerdir. İşte bu dürtüler bağımlılıkların da temelini oluşturur. İnsanlar da aynı farelerde gözlemlendiği gibi, yoğun baskı ile karşılaştıktan hemen sonra, rahatlayabilmek adına kendilerini sabote etmeye başlarlar. Çok gevşek ayarlanmış bir sitarda olduğu gibi bu sefer de hiç müzik üretemez hale gelirler. Aşırı gevşemenin beynin zevk merkezini uyarması ile sağlıksız alışkanlıklara ve bağımlılıklara kapılabilirler. Özetle, yeni yılda 30 kilo verme kararını alan bir insan, önce kendisini bu karar ile olabildiğinde sert bir diyete sokup, kısa bir süre sonrasında ise bu baskının yarattığı yoğun olumsuz duygulardan kaçabilmek için daha kötü ama zevk veren alışkanlıklara yönelebilir.

Beynin bir de şefkat merkezi vardır ve bu merkezle ilişkide olan hormonun adı; arka hipofiz bezinden salgılanan ‘oksitosin’dir. Aynı zamanda sarılma, mutluluk veya aşk hormonu olarak da bilinir. Ortaya çıkan ana soru kime en çok şefkat göstermemiz gerektiğidir. Kararlar alıp stresin en sert haline maruz bıraktığımız, sonra da stresle baş edebilsin diye sağlıksız zevklerle rahatlattığımız o kişi aslında şefkati de en çok hak eden kişidir. Kendine şefkat duymak, sağlıklı bir zihin ve beden için vazgeçilmez bir duygudur ve insanlar ancak bu adımdan sonra başkalarına şefkat gösterebilir. Kendimize özen göstererek; denge sağlar, dinginliği teşvik eder ve de aynı zamanda memnuniyet yaratırız. Memnuniyet çoğu zaman sadece zihnin, bedenin ve duyguların rahat bir şekilde mevcut andan tatmin olduğu zaman hissedilebilir. Gerçekten tatmin yaratabilecek başka hiçbir dış durum yoktur.

Yeni yıl kararları alırken şimdiki anımızı genellikle reddederiz ve böylece acı ile olan ilişkimizi de derinleştiririz. Aslında bu acı, gerçeklerden kaçmanın ve kendimizi kabul etmeden var olmaya çalışmanın acısıdır. Tuzağa düşmemek için kullanılabilecek en önemli mekanizmamız; dengede kalabilme halimizdir. Sitarımızın telleri ne çok sıkı ne de çok gevşek; tam kararında bir ayarlamayla titreşirse, yaşamla olan ilişkimizin müziğini de ahenkle yaratabiliriz. Kendimize şefkatle ve an be an farkındalıkla yaklaşmak, müziğimizi beslememizi de sağlayacaktır.

Sonuç olarak, Yeni Yıl Kararı yanılsaması, hayatınızda bir değişiklik yapmanız ve 2021 yılı boyunca bunu her gün saklamanız gerektiğini düşünmektir. Geleceği değiştirmek için bir karar almak yerine sadece şu ana sahip olduğunuzu unutmayın. Şimdiki an, yaşamın gerçekleştiği yerdir; dikkatle mevcut olmak, bilinçli olmak, yaşamın akışına devam etmek ve gerçek varoluşu deneyimlemektir. İşte siz de bu satırları okurken; tamamen mevcut ve uyanık olma niyetini seçebilir ve özgürleşebilirsiniz. Yeni yılınız şu an başlayabilir…

 

Kaynakça:
Lindsay Dodgson- The psychology behind why we’re so bad at keeping New Year’s resolutions
American Addiction Centers- Types of Stressors
Raj Persaud, M.D. and Peter Bruggen, M.D.- Can Psychology explain why most New Year Resolutions fail and how to keep them?
Orestes Gutierrez- Under: Mindful Intentions For New Yea

Şerife Günaydın Karaköse Avukat & Yazar
Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve ... Devam