X

Yalnızlık ve anoreksiya: Müzisyen Yasenur’la yeni şarkısı Yalnız Anoreksi ve anoreksiya üzerine bir sohbet

BENİ ONUNLA YALNIZ BIRAKMA, dedim BU ŞARKIYI AL YANINA O ZAMAN, dedi.

Anoreksiya mı yalnızlaştırmıştı beni yoksa zaten yalnızdım da bundan korkup ona mı sığınmıştım, hiç bilmiyorum.

Ama tahammül edemediğim bir yalnızlık peyda olmuştu hayatımda işte. Filmlerde, kitaplarda hep yalnızlığı görür, okur olmuştum. Ne diyorlardı bana? Sevemediğin bu yalnızlığın temeli kurallardan ve dayatmalardan atılmış, anoreksiya da üstüne durmadan kaçak katlar çıkıyor mu diyordu acaba?

Dayanamamıştım sonra, sormuştum: Yalnızlık Güvenli Bir Sığınak mı Kırıp Atamadığımız Bir Buz Kalıbı mı? diye. Halen soruyorum. Artık cevabını aramıyorum belki ama bir çıkış yolu bakındığım muhakkak.

Neyse ki çabalarımda, çabalarımızda yalnız değilim, yalnız değiliz. Anoreksiya nervoza gibi ruhsal rahatsızlıklarla mücadele eden bizlere ses soluk olan güzel insanlar var. Bir de onların yazdığı şarkılar.

Yasenur’la Yalnız Anoreksi şarkısı ve müziği üzerine biraz sohbet ettik. Sizlerle de paylaşmak istedik.

Seninle konuşurken yalnızlık belki de bana en uzak duygu olmuştur her zaman. Bu yüzden elimizden gelir mi bilmiyorum ama birlikte yalnızlık, sosyal dışlanmışlık ve anoreksiya özelinde ruhsal rahatsızlıkları konuşacağız. Yeme bozuklukları dünya genelinde maalesef yanlış bir şekilde anlaşılıyor, hatta anoreksiyayı “zayıf kalma takıntısı” olarak görenler var. Ülkemizde durum daha da vahim. Farkındalık yaymak konusunda doğru dürüst girişimler göremiyoruz. Tedaviler ve bilimsel çalışmalar kısıtlı. Sen de tuttun anoreksiya hastaları için bir şarkı yazdın. Seninle paylaştıklarımın etkisi olduğunu biliyorum. Ama bu şarkıyı yazmana vesile olan başka şeyler var mıydı? Nasıl ortaya çıktığını biraz anlatır mısın?

Sen bu hastalıkla tanışmadan önce ben anoreksiyadan bihaberdim. Bırak farkındalık yaratmayı, bir anoreksiya hastası ile nasıl konuşulur; neleri söylemek, neleri söylememek gerekir, onu dahi bilmiyordum. Halen yanlış cümleler kurduğum oluyor, o ayrı. Seninle görüşmeden önce beynim ben farkında olmadan kendi kendini terbiye ediyor. “Yiyeceklerle ilgili bir şey söyleme, ‘iyi yedin mi, doydun mu?’ gibi cümleler kurma” tarzında kısıtlamalar getiriyor. Kaçınma olunca insan kendini bir anda koyuveriyor. İşler sarpa sarıyor. Sonra hatamı telafi etmek için başka cümleler kuruyorum falan. Kendimi bildim bileli, hayatımda şiir ve müzik vardı. Yine de şarkı sözü yazmayı son yıllarda geliştirdim. Yalnız Anoreksi yazdığım ikinci şarkı oldu. Uyumadan önce beni sıkıştıran birkaç dizeden ibaretti; sonraki günler tamamını yazdım. Şarkının son dizelerini şarkıyı düzenlerken eledim. Belki de içimden bir ses “bazı şeyler saklı kalsın, gizemini yitirmesin,” dedi.

Sanat bir taraftan kendimize saklamak istediklerimizi emanet ettiğimiz güvenli bir yer, doğru. Ama öbür yandan da paylaşmak için müthiş bir kaynak. Sanat saklı tutmak zorunda bırakıldıklarımızı ortaya çıkarma konusunda ne kadar güçlü sence? Bu noktada sanatın yıkıcı tarafı (başkaldırma anlamında al bunu lütfen) senin için ne ifade ediyor? Sınırları var mı?

Aslına bakarsan, birkaç uyumlu dize ve güzel bir melodi ile insanlara içimdekileri anlatabilmek bana çok güçlü bir his veriyor. Şarkı söylediğim zaman ne hissettiğimin ve kendimi hangi kelimelerle ifade ettiğimin hesabını yapamıyorum. Zaten hesap kitap olsa o duyguya giremem, dolayısıyla insanlara samimi gelmez ve tesiri olmaz. Sanatın çok güzel bir dili, zamansız ve mesafesiz bir yönü var bence; biz onu ölçüp biçmeye kalkışırsak hiç anlamamış oluruz.

Haklısın zamansız ve mesafesiz olduğu için bu kadar kapsayıcı sanırım. Şarkına gelirsek; Ben yalnız bir anoreksiğim, diyorsun. Yalnızlık ve ruhsal rahatsızlıklar arasındaki ilişkiye gelmek istiyorum ama lafı biraz dolandırmama izin ver. Anoreksiya benim için bir konfor alanı vadetmişti ve başta gözümü kamaştırıyordu. Bu alanın içinde olmaktan, sözde kontrolü elimde hissetmekten memnundum. Zamanla bu alan o denli genişledi ki kendimi göremez, sesimi duyamaz oldum. Herkese, her şeye karşı hissizleştim. Gittikçe o alanın içine çekildim. Anoreksik düşüncelere gömüldükçe utanır oldum bunlardan. Kimselere söyleyemedim bir süre, takıntılarımdan, “bozuk” yeme davranışlarımı dile getirmekten utandım. Reddedilmekten korktum yani. Rahatsızlığımın en yalnızlaştırıcı etkisini de hep böyle zamanlarda hissettim, hissediyorum. Sen bu şarkıyı yazarken anoreksiyanın yalnızlıkla olan ilişkisini nasıl görüyordun?

Aslında ben şarkımda yalnız bir anoreksi olmasını istemiyordum. Daha doğrusu, şarkıda anoreksik bir kızı anlatıyordum fakat o kızın yalnız olmasını istemiyordum. “O antipatik değildi, o sadece bir anoreksikti.” Ama yok, yalnız oluşundan utanmamalıydı. “Onu” oraya koymak zorundaydım. Anoreksiyanın yalnızlıkla ilişkisini; sen bana işten eve geldiğinde bir dilim elma yemek için mutfağa gittiğini, sonra mutfağa gittiğinde o elmayı da yemekten vazgeçtiğini, bazı günler güçsüz ve ağrılı bedeninle koltuğa gömüldüğünü, tek başına ve böyle hislerle yaşadığın dairende ne yapacağını bilemediğinden bunları hiç düşünmemek için masanın başına geçip daha da çok çalışmaya başladığını anlattığında resmettim.

Gerçekten de yalnızlığın en tahammül edemediğim şeklini senin bu resmettiğin halde yaşamıştım. Aklımdaki en canlı anıysa bir akşam işten dönerken küçük bir çocuğun köşedeki büfeyi gösterip “Abla, bana yiyecek alır mısın?” demesi olmuştu. O an onda öyle bir zenginlik gördüm ki, ona öyle imrendim ki. Çünkü ben o büfeden bir şey alıp yemekten acizdim. Eve gidip elime bir elma alıp kendimi aç bırakmaya devam edecektim. Sanırım ilk defa bu olaydan sonra yazmaya başladım. O günlerden beri de ruhsal rahatsızlıklarımızdan dolayı “ayrıksı ve hasta görülmek” riskini göze alıp konuşmamız ve paylaşmamız gerektiğine inanıyorum. Ama sosyal damgalama dediğimiz şeye katlanmak, hele de anoreksiya gibi hastalıklarla boğuşurken çok zor. “Ötekileştirilmemek” uğruna yüzümüze maskeler mi geçirmek zorunda kalıyoruz sence? Senin kendini benzer durumda hissettiğin oluyor mu? Ve bu, müziğine ne kadar yansıyor?

Anoreksiya hastalarının çevrelerindeki kişilerin onlarla ilgili düşünce ve yargılarından kurtulmak ve anoreksiyalarına daha sıkı sarılmak için plan, kurgu yapma gibi özellikleri olduğunu biliyorum. Öğünlerini yiyor gibi görünmek ama aslında yemiyor olmak gibi. Yanlış söylüyorsam, düzeltebilirsin.

Haklısın demek zorundayım. Başka neler biliyorsun merak ettim doğrusu.

Makarnanın kepeklisini seçmek, şekerli dondurmanın zararlı olduğuna ve onu şekersiz yemenin iyi bir şey olduğuna kendini ve başkalarını inandırmak, kilo almak için spora yazılmak, fakat nasıl oluyorsa bir türlü kilo alamamak kişinin anoreksiyasını korumak için kurguladığı ayrıntılar olabilir. Nitekim, anoreksiyada asıl mesele ayrıntılarda, ince ve bir sürü detayda gizli gibi geliyor bana. Belki ilk zamanlar o maskeyi kendin yaratıyor, ileriki süreçte anoreksiyanı savunacağın geçerli bir sebebin olmadığında, insanlar artık o mantığa dayandırdığın sebeplere inanmadığında o maskenin bir parçası oluyorsundur. Yüzümü sakladığım, sözümü sakındığım zamanlar elbette oldu. Sonrasında ben de senin gibi insanların beni gördüğünü, esasen kendimi kandırdığımı fark ettim. Şarkılarımı söylediğimde ve insanlarla paylaştığımda kendime ve başkalarına daha samimi olduğumu hissettim.

Maskelerle ne kadar uzun süre yaşarsan sanırım o kadar yüzüne yapışıyorlar. Günümüzde hemen hepimizin bir “Kurallar Kitabı” var gibi. Yediğimiz yemekten yaptığımız spora, uykumuzdan mesleğimize kadar her şeyi etkileyen. Bu kitabı yazarken nerelerden “ilham” alıyoruz dersin? Yeme bozukluklarında kişilik özelliklerinin yanı sıra medyanın ve güzellik sektörünün etkili olduğunu söyleyebilirim ben mesela.

İdealimizdeki sağlıklı ve mutlu hayatı yaşamak istiyoruz sanırım. Bu sebeple kurallar kaçınılmaz oluyor. İyi bir uykunun, beslenmenin kitabı oluyor. Bu alanda eğitim almış kişilerin yanı sıra, bu konuda başarılı olmuş, yaşam sevincini sağlıklı beslenmede ve düzenli spor yapmakta bulmuş bireylerin de birer sosyal hesabı ve yazdıkları oluyor. O kişi hayran olduğumuz, ne yapsa sempatik bulduğumuz biri de olabilir. Sosyal medyanın gücü tartışılmaz. Ne tesadüf, daha bu sabah takip ettiğim bir blog yazarının, ismini veremeyeceğim bir gıda takviyesi ile ilgili bir paylaşımını gördüm. Paylaşımda takipçisi bu takviyeyi aldığını ve artık spor yaparken daha zinde ve enerjik hissettiğini söylüyordu. Blog yazarı ise takipçisinin bu geri dönütünden, insanlara faydalı olabilmesinden yana çok mutlu olduğunu dile getiriyordu. Biz bu paylaşımlara o kadar kolay ulaşıyoruz ki, o takip ettiğimiz kişi hayatımızın bir parçası, arkadaşımız, güvendiğimiz bir büyüğümüz -veya o konunun uzman kişisi- oluyor. Sosyal medya hayatımızın doğal bir süreci oldu. Bizler de tatlı tatlı izliyoruz; zorlamaya bile gerek kalmıyor. Yanılsamalar doğal ve samimi bir süreçte gerçekleşiyor gibi geliyor bana. Ya da öyle mi görünüyor?

Açıkçası yanılsamaların, hatta izin verirsen çarpık fikirlerin diyeceğim, bu kadar zorlamasız ve doğal bir akışta oluşması, önümüze çıkması beni korkutuyor. Korkutuyor çünkü birçok insanın bu uyaranları benim gibi fazla ciddiye alma eğiliminde olduğunu, bunları zaman içinde bir saplantı haline getirdiğini biliyorum. Yani, sağlıklı beslenmede, sağlığın ve keyfin için spor yapmada ya da ne bileyim organik, katkısız beslenmede elbette bir kötülük yok ama bunlara olan bağın hayatını sekteye uğratmıyorsa. Bir gün şekerli bir şey yedin diye kendine eziyet etmiyorsan. Yani, denge meselesi sanırım. Ölçüyü kaçırmamak. Eklemek istediğin bir şey var mı bu konuda?

Motivasyon sağlaması açısından ben de faydalı buluyorum. Hayatımızda en ufak bir yoğunluk olduğunda sporu ikinci plana atma eğilimimiz var gibi geliyor bana. Yeme bozukluğu olmayan, sağlıklı kilosunda olanlar için söylüyorum bunu. Hâlbuki hayat hep yoğun bir tempoda gelip geçiyor. Spor bence birinci sırada olmalı. Böylece onu öteleyemeyiz. Ben kendimi böyle motive ediyorum açıkçası. Doğru beslenme ve doğru spor yapmaya gelince, her işin bir uzmanı var. Nasıl besleneceğini doktoruna danışmak, nasıl spor yapacağını antrenör ya da eğitmeninden öğrenmek bana mantıklı geliyor.

Amacım güzel olmak değil/Güzel değil biliyorum. Şarkın böyle başlıyor. Yeme bozuklukları yaşayan herkes “bunu kendime neden yapıyorum?” diye sormuştur sanırım. Bir taraftan eylemlerinin tahribatını iliklerine kadar hissediyorsun. Durdurmak, durmak istiyorsun. Hayatını geri almak istiyorsun. Yani hiçbir şekilde güzel olmadığını biliyorsun. Senin gözünde güzelliğin anlamı nedir merak ediyorum. Ulaşılması gereken bir şey mi? Bu uğurda bedenlerimizi ve akıl sağlığımızı feda etmeye değer mi?

Doğamız gereği güzel olmak istiyoruz. Beğenilmek, sevilmek, güzel olmak istememizin altında yatan o duyguyu yaşamak istiyoruz. Belki o duyguya sahip olunca, olgun bir yaşa geldiğimizde daha farklı düşünüyoruz ama o yoldan da geçmiş oluyoruz. Şimdi; “Güzellik şudur, benim için şunu ifade eder,” diyecek olsam çok kara kuru bir cümle kurmuş olacağım. Bak, “kara kuru” diyorum nedense. Bir örnekle ifade edeyim. Ben bazen metroda genç çiftler görüyorum. Birbirlerine nasıl bakıyorlar, gülümsüyorlar, bunu izliyorum. Birbirlerine benim yükleyemeyeceğim bir anlam ve güzellik yüklüyorlar. Bu da onları birbirleri için güzel kılıyor. Bu göreceli güzelliğin dışında ben etrafıma bakıp, herkeste bir güzellik bulan biriyim. Güzelliğin ulaşılamaz ya da biricik olduğunu düşünmüyorum.

Yeme bozukluğuyla mücadele edenler ve terapistler arasında meşhur bir kavram vardır: “Anoreksik/Bulimik ses.” Kişi kendisini o sesten ayırarak konuşur. O sesin hiç susmadığından, ona istemediği şeyler yaptırdığından yakınır. 

Psikolojik bir film gibi yani. 

Böyle bir benzeşme kurabiliriz, evet. Tabii şöyle bir şey var, filmi izleyip sinemadan çıkıyorsun ve belki hissettiğin gerilimin, tüm o psikolojik baskının bir süre daha etkisinde kalıyorsun. Ama anoreksik/bulimik ses dediğimiz şey feci derecede gerçek. Anlatması zor. Bir taraftan onunla öyle iç içe geçmişsin, ama bir taraftan da başka zamanlara ait bir benliğin olduğunu biliyorsun. Ben mesela artık gitgide unuttuğum bir hale geri dönmeye çalışıyorum. Hastalıklı düşüncelerin baskısı altında kalan taraf ile hastalık öncesi benlik ayrımı mantıklı geliyor mu sana? Bu ikisi birbirine ne kadar karışmış olabilir?

Seni anlayabilmek için kendi hayatımda bahsettiğine en yakın hissimi bulmaya çalışıyorum şu anda. Sanırım her ortamın, sürecin, hastalığın da olsun bir atmosferi var. Biz o atmosferin içine girince farklı hissedebiliyoruz. O atmosferde kendimizi çok sevdiğimiz de oluyor kendimizden uzaklaştığımız da. Seni anlamaya çalışıyorum diyorum çünkü bana anoreksiya ile kurduğun bir diyaloğu göndermiştin. Anoreksiya sana bir şey söylüyordu. Sonra sen ona cevap veriyordun. O seni alt etmeye çalışıyordu, devamında sen onu bir lafınla bozuyordun. Derken susuyordu. Belki de unuttuğun o eski haline geri dönmüyorsundur. Yeni bir atmosfer vardır kapında.

Evet, bunu zaman zaman yapıyorum. Elime kâğıt alıp iki sütuna ayırıyorum ve anoreksiyanın sesini kendi sesimden ayırmaya çalışıyorum. Kendimi endişeli hissettiğim anlarda biliyorum ki ona karşı gelerek hareket etmişim. O yüzden de hiç susmuyor. Endişenle oturup beklemek kolay değil ama en azından anoreksik sese uymadım diyorsun…

Bir işin içinden çıkamadığımda benim de yaptığım eylem yazmak olduğu için bu yaptığını faydalı buluyorum. Düşünceler insanın kafasında kasırga gibi dönüp duruyor. Yazdığımızda somutlaşıyor ve onlara bakıp, dokunabiliyoruz sanki. Çözüm bulmak daha kolay oluyor.

Bağ ve bağlılık kurmaktan bahsedelim biraz da. Bu ikisi farklı çağrışımlar yapıyor değil mi? İlkinde telaşsız, zorlamasız bir sevgi birlikteliği hissediyorum ben. Ama bağlılıklar sanki yalnızlıktan ya da korkularımızdan kaçmak için kurulmuş şeyler gibi geliyor. Yalnızlığından korkup birilerine ya da bir şeylere bağlı olmak zorunda hissettiğin zamanlar oluyor mu? Müziğinin bu noktada senin için özgürleştirici olduğunu tahmin ediyorum. Hem bağlılıklardan koruyor hem kendi sesini duymanı sağlıyor, ama bir taraftan da müzikle olan bağın sayesinde başkalarıyla ilişkiler kurabiliyorsun. Ne dersin?

Vallahi ne bileyim, ben her yere yalnızlığımı da alıp gidiyorum sanırım. O yüzden sorun olmuyor. Daha çok ortama uyum sağlamaya çalışan biriyim. Bağlılıklarım da oldu, oluyor. Yalnızlığımdan korkma lüksüm oldu mu, onu da bilmiyorum. Bir şarkımda şöyle diyordum:

Çocukken hep dünyaya tek başıma ve
Rastgele gönderilmiş olmak isterdim.
Tek başıma ve rastgeleyim.
Bunu şimdi fark ettim.

Görünüşe göre yalnızlığın seni dipsiz kuyulara çeken, kötü bir yalnızlık değil. Dışlanmaktan korkup sağlıksız ilişkiler, bağlılıklar kurduğumuz da oluyor çünkü. Geçen gün Tuğba Benli Özenç’in bir yazısına denk geldim. Anoreksiya hastalığını ele aldığı bu yazıda çevremizdeki insanlara şöyle diyor: “[anoreksik kişinin] Gözlerini aynadan, kendisinden ayırıp başka yerlere bakmasını, bencilce minicikleştiren döngüden çıkmasını sağlamak onlara acımaktan, gereksiz duygusallıktan çok daha iyi sonuçlar verir. En azından ilk adım için geçerli olabilir bunlar.” Yeme bozukluklarıyla mücadele edenler iyileşme yolunda ilk adımı atmakta epey zorlanıyorlar. İşte bunda bahsettiğimiz sosyal dışlanmışlık da rol oynuyor, kişinin ne kadar hasta olduğunu göremeyişi de. Ama bunlar ciddi rahatsızlıklar ve çoğumuz iyileşmek istiyoruz. Nasıl yapalım? Öyle bir şey söyle ki bize, ilk adımımızı tetiklesin. (Şarkı yazdım, daha ne söyleyeyim dersen de kabul…)

Şunu söyleyebilirim ki, atmosferinde pek mutlu olmadığım günlerimde dahi içimde güzel bir his vardı. “Evet ama neden böyle söylüyorsun?” “Durum tam tersi,” demiştim ona. Neden öyle söylediğini anlayamadan sabrettim, canım da yandı; bekledim. Beklerken de boş durmadım tabii. İlk adımınızı tetikler mi bilmiyorum ama, “Sabredin. Beklerken de boş durmayın. Biraz canınız yanacak.”

Şu an yandığı kadar yanmaz belki de… Son olarak sormak istediğim bir şey daha var. Şarkı yazıp söylemeye devam edeceksin diye düşünüyorum. Anoreksiya gibi hakkında farkındalık yaratılması gereken, saklanmaması gereken bir duruma dikkat çektin ve muhtemelen Türkiye’de anoreksiya hastaları için yazılmış tek ve ilk şarkı bu. Toplumsal meselelerden doğan başka şarkıların da var mı? Ya da yazmayı düşünür müsün? Mesela hayvanları çok sevdiğini ve ileride bir barınak kurma hayalin olduğunu biliyorum. Duyabilir miyiz senden bu konuda bir şarkı?

Dediğim gibi, plan yaparak hiç şarkı yazmadım. Öte yandan, o olay ya da duygu beni yakalarsa kaçma şansım olmaz. Barınak değil de bungalovları olan bir hayvan kasabası hayal etmiştim. Köpekler için yazdığım bir şarkı var. Kedime de yazdım. Doksanlı yılları hatırlatan eğlenceli bir şarkı oldu.

Belki yakında bu şarkıyı da dinleriz. Teşekkürler Yasenur!

Ben teşekkür ederim. Bu sohbeti yakın arkadaşımla gerçekleştirmiş olmanın sevinci bir yana dursun; bu fırsatı Türkçeye güzel eserler kazandırmış değerli bir çevirmenle yakaladığım için ayrıca mutlu oldum.

İlginizi çekebilir: Gerçek benliğimizi nasıl besleyebiliriz: 5 öneriyle ruhunuzu besleyin

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Güne lezzetli bir başlangıç için kahvaltılık tarifler

Ne demiş şair; kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sizce de öyle değil mi? Günün ilk öğününün, bize gün boyu yetecek kadar neşe ve enerji kaynağı olması gerekmiyor mu? İster sabahın çok erken saatlerinde ister öğlene yakın olsun, fark etmez; günün ilk öğünü her zaman çok önemli. Çünkü günün geri kalanını etkileyen, o günün ne kadar kaliteli bir gün olduğunu belirleyen en önemli faktörlerden biri; güne neler yiyerek başladığımız…



Ancak hepimiz biliyoruz ki, klasik kahvaltı tarifleri zamanla sıkıcı hale gelebiliyor. Yumurta, peynir, zeytin güzel bir başlangıç olsa da her gün aynı şeyleri yemek hayatlarımızda monotonluk yaratabiliyor. Dolayısıyla biraz daha yaratıcı alternatiflere ihtiyacımız var. Ama bir yandan da yoğun tempomuza ayak uydurabilmek için pratik ve besleyici olmalı. Tabii lezzetten de ödün vermek olmaz. İşte tam da bu noktada lezzeti ile, pratikliği ile, besleyiciliği ile kahvaltıların yıldızı müsli karşımıza çıkıyor. İşte müsli kullanarak hazırlayabileceğiniz lezzetli ve sağlıklı kahvaltılık tarifler:

Müslili Ekmek

Eğer kahvaltıda değişiklik yapmak ve lezzet ile besleyici değeri bir arada sunan bir alternatif arıyorsanız, müslili ekmek tam size göre. Klasik ekmek tariflerine göre çok daha zengin ve doyurucu bir seçenek sunan bu kahvaltılık tarifi, aynı zamanda çok daha lezzetli, çok daha eğlenceli. Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli’nin içeriğindeki kızılcık, kuru üzüm, elma ve marakuyalı özel karışım sayesinde enerjik bir sabaha doyurucu dilimlerle merhaba diyebilirsiniz.

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 1 su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 2-3 tatlı kaşığı Dr. Oetker Aktif Maya
  • 0,5 çay bardağı süt
  • 4-4,5 su bardağı un
  • 0,5 çay bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı ılık süt
  • 1 yumurta
  • 100 gram yumuşak margarin

Üzeri için:



  • 2-3 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 yemek kaşığı su

Hazırlanışı:

  • Mayayı bir kaseye alın ve üzerine yarım çay bardağı ılık sütü ilave edin. Kaşık ile birkaç kez karıştırıp 10-15 dakika bekletin.
  • Unu derin bir kaba eleyin ve üzerine beklettiğiniz mayayı ilave edin. Toz şeker, süt, yumurta ve margarini ilave edip iyice yoğurun. Üzerini kapatıp ılık ortamda 40-45 dakika bekletin.
  • Süre sonunda mayalanan hamura 1 su bardağı meyveli müsliyi ekleyin ve yoğurun. Hamuru yuvarlayıp pişirme kağıdı serilmiş fırın tepsisine alın. Üzerine su sürüp meyveli müsli serpin ve 20 dakika bekletin.
  • Fırını belirtilen dereceye ayarlayıp ısınması için önceden açın. (Alt-üst pişirme: 170 °C, Turbo pişirme: 160 °C)
  • Hamurun üzerini keskin bıçak ile 3-4 yerinden 1 cm derinliğinde kesin ve 25-30 dakika pişirin.
  • Fırından çıkarıp soğutun. Dilimleyerek servis yapın.

Çikolatalı Çıtır Smoothie Bowl

Kahvaltıda kendinizi şımartmak ve güne ‘bomba’ gibi başlamak istiyorsanız, tatlı bir kahvaltılık tarifi tam size göre olabilir. Çıtır tahıl ve çikolata parçacıkları içeren Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli ile çok pratik ve çok lezzetli bir kahvaltılık bowl hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • 2 yemek kaşığı Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli
  • 1 adet olgun muz
  • ½ avokado
  • 1 yemek kaşığı kakao tozu
  • 1 su bardağı badem sütü

Hazırlanışı:

  • Olgun muzu, avokadoyu, kakao tozunu ve badem sütünü blender’a alın. Pürüzsüz bir kıvam alana kadar yüksek hızda karıştırın.
  • Elde ettiğiniz smoothie karışımını bir kaseye aktarın ve kahvaltılık bowl için tabanı hazırlayın.
  • Smoothie tabanın üzerine çıtır çıtır Dr. Oetker Vitalis Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli’yi ekleyin. Ve harika kahvaltı kaseniz hazır.

Portakallı Muzlu Müslili İçecek

Kahvaltılarınızı bir sonraki seviyeye taşımaya hazırsanız, Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli ile tanışın. Bu benzersiz müsli, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda sağlık açısından sunduğu faydalarla da kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olmaya aday. Hem lif hem de Vitamin B1, demir ve magnezyum gibi önemli besin öğeleri açısından zengin olan bu müsli ile harika bir kahvaltılık içecek hazırlayabilir, güne başlarken ihtiyacınız olan enerjiyi ve besinleri alabilirsiniz:



Malzemeler:

  • 50 g Dr. Oetker Vitalis Bal Bademli Çıtır Müsli
  • 1 poşet Dr. Oetker Şekerli Vanilin
  • 2 adet muz
  • 2-3 dilim ayıklanmış ve zarları çıkarılmış portakal dilimleri
  • 2 su bardağı buzdolabında soğutulmuş süt
  • 2 yemek kaşığı bal

Hazırlanışı:

  • Muzları soyup iri parçalara kesin ve mutfak robotuna alın.
  • Üzerine portakal dilimleri, süt, bal ve şekerli vanilini ilave edip meyveler ezilinceye kadar karıştırın.
  • Hazırladığınız içeceği bardaklara alın. Üzerlerine çıtır müsliyi ekleyip kaşık ile karıştırın.
  • Buzdolabında 30 dakika bekletip servis yapın.

Meyveli Mini Kahvaltılık Muffin

Güne başlarken modunuzu yükseltecek, enerjinizi yerine getirecek ve ihtiyacınız olan besin öğelerini almanızı sağlayacak ve tüm bunları yaparken de eğlenceli bir hale çevirecek muffinlere kim hayır diyebilir ki… Siz de demezseniz, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ile harika bir kahvaltılık hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

  • ½ su bardağı Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli
  • 1 paket Dr. Oetker Hamur Kabartma Tozu
  • 1 su bardağı tam buğday unu
  • 2 yemek kaşığı bal
  • ½ su bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet yumurta
  • 1 adet mini muffin tepsisi

Hazırlanışı:

  • Fırını 180 derecede önceden ısıtın ve mini muffin tepsisini yağlayın.
  • Bir kasede tam buğday unu, Dr. Oetker Vitalis Multi Meyveli Çıtır Müsli ve kabartma tozunu karıştırın.
  • Başka bir kapta süt, eritilmiş tereyağı ve yumurtayı çırpın. Islak malzemeleri kuru malzemelerin üzerine dökün ve karıştırın.
  • Hazırladığınız kek harcını mini muffin kalıplarına eşit miktarda bölün. Her bir kalıbı üçte iki oranında doldurmanız yeterli olacaktır, böylece kabardığı zaman da yeteri kadar alan kalacaktır.
  • Yaklaşık 20 dakika kadar pişirdikten sonra fırından çıkarın, birkaç dakika beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Bonus: Çabasız ve lezzetli kahvaltılar

Eğer daha hızlı bir şekilde lezzetli, pratik ve doyurucu kahvaltılık tarifler hazırlamak istiyorsanız, fazla çaba harcamadan da eğlenceli kahvaltılar yapabilirsiniz. Müslinizi ister sütle ister yoğurtla karıştırın; üzerine meyve, bal, biraz da kuruyemiş ekleyin ve voila! Enfes kahvaltınız hazır… Ama bir dakika; zaten eklenmişi var 🙂 Dr. Oetker Vitalis’in lezzetli, doyurucu ve sağlıklı dünyası ile klasik kahvaltılar yerine daha enerjik tariflerle güne başlayabilirsiniz.

Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi, ‘sıkıcı’ kalıplardan çıkarmak ve her güne büyük bir neşe ile başlamak istiyorsanız Dr. Oetker Vitalis, kahvaltılarınızın vazgeçilmezi olacak. Üstelik sadece kahvaltılarınızın da değil; ara öğünlerinizde de lezzetli atıştırmalıklar olarak tüketebilirsiniz. Bu çıtır lezzetler, gününüzün her saatine enerji ve neşe katacak!

Siz de Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’Dr. Oetker Vitalis’in Multi Meyveli Çıtır Müsli, Bal Bademli Çıtır Müsli ve Sütlü-Bitter Çikolatalı Çıtır Müsli çeşitlerinden dilediğinizi seçebilir, güne en sevdiğiniz lezzetle harika bir başlangıç yapabilirsiniz.

*Bu yazı Dr. Oetker katkılarıyla hazırlanmıştır.





Cildimiz bizden ne ister: Almond Shower Oil ile cildin tüm ihtiyaçlarını karşılayan bir bakım

Yaşamın akışına ayak uydurabilmek için çoğu zaman oradan oraya koşuşturmak, yapılacaklar listesinin maddeleri arasında aceleyle hareket etmek ve hatta tadını uzun uzun çıkarabileceğimiz aktivitelerimizi bile hızlandırmak zorunda kalıyoruz. Ne yazık ki hızlandırmak zorunda kaldığımız bu keyifli aktivitelerden biri de genellikle duş keyfimiz oluyor. Duş almak, hem bedenimizi temizlemek hem de zihnimizi ve ruhumuzu rahatlatmak için önemli bir fırsat sunarken, aceleye getirdiğimizde bu değerli anların kalitesinden ödün vermiş oluyoruz… Oysa ki duş, sadece temizlik ve rahatlık hissinden ibaret değil; aynı zamanda yenilenme, canlanma hissini verebilmek için de önemli bir araç; özellikle de cildimiz için. Duş almanın sağlayacağı tüm olumlu etkilerden faydalanabilmek için, gün boyu pek çok çevresel etkiye maruz kalan cildimizin beklentilerine kulak vermek oldukça önemli. Peki, cildimiz bizden ne ister?



Vücut bakım ritüelinizde ilk sırada, temizlik!

“Cildimiz bizden ne ister?” sorusuna pek çoğumuz gibi cildimizin ilk vereceği cevap temizlik. Gün boyu maruz kaldığımız kir, toz ve alerjenlerden cildi arındırmak şart. Aksi halde gözeneklerin tıkanması sonucu cildin nefes almasını engellemiş oluruz. Bu da farklı cilt problemlerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Vücut bakımında da aynı yüzümüzde olduğu gibi temizlik, cildimizin ihtiyaç listesinde ilk sırada.

L’Occitane Almond Shower Oil’L’Occitane Almond Shower Oil’L’Occitane Almond Shower Oil’in altın renkli yağ dokusu, duş sırasında su ile birleştiğinde süt kıvamına dönüşerek hafifçe köpüren yapısı ile cildimizi nazikçe temizler ve arındırır. Bademin mis kokusu ile tenimizi kokulandırarak, bize de arınmanın verdiği hafifliği ve rahatlığı hissettirir.

Yoğun nem

Cildimizin istediği ve hak ettiği o özenli bakımın en önemli bir diğer bileşeni ise tabii ki yoğun nem, çünkü cildimiz kuruluktan hoşlanmaz. Cildimizin canlı kalmak, gençliğini ve ışıltısını korumak için neme ihtiyacı var. Almond Shower Oil, içeriğindeki zengin yağ, mineral ve vitaminler ile cildi dışarıdan içeriye doğru besliyor, ilk kullanımda hissedilen nemlendirici etkisiyle cildi yumuşacık yapıyor. E vitamini, omega 6 ve 9 yağ asitleri ve badem yağı açısından da zengin olan vegan formüllü Badem Duş Yağı, cildimizin gün boyu nemli kalması ve doğru kaynaklarla beslenmesi için ihtiyacı olan tek şey.



Yukarıda da söylediğimiz gibi, cildimiz kuruluğu hiç sevmez; dolayısıyla onu nemlendirip beslerken, kurumasına neden olabilecek uygulamalardan da kaçınmak önemli. Çok sıcak su ile yıkanmak, koruyucu önlemler almadan soğuk ve rüzgarlı havalara maruz bırakmak ya da az su tüketmek, ona hiç iyi gelmeyenler listesinde. Ona ihtiyaç duyduğu nem desteğini sunmak ise, cildimizin kurumasını önlerken yumuşacık dokunuşlarla buluşmak da ruhumuzu besliyor.

Güzel kokmak

Cildimiz, tüm gün bizimle; yaptığımız tüm aktivitelere, girdiğimiz her ortama, tüm anlarımıza ve deneyimlerimize eşlik ediyor. Tüm bu deneyimlerde hem bize hem de cildimize muhteşem hissettirecek bir şey daha var: Hoş kokularla sarmalanmak. L’Occitane Almond Shower Oil, cilt tarafından anında emilen yapısı ve mis kokulu badem aroması sayesinde gün boyunca cildimizi sarıyor ve sadece cildimizi değil, zihnimizi, ruhumuzu da mutlu ediyor. Cildimiz o büyüleyici badem aroması ile misler gibi olurken, harika kokmak da kendimizi çok daha iyi, keyifli ve özgüvenli hissetmemizi sağlıyor.



Narin dokunuşlar

Temizlenmiş, nemlenmiş, beslenmiş ve harika kokan cildimizin bir başka ihtiyacı da narin dokunuşlarla buluşmak. Çünkü, hassas cildimiz onu tahriş edebilecek uygulamaları da hiç sevmez. Örneğin, çok sık kese veya peeling yapmak ya da cilde zarar verebilecek bakım ürünlerini kullanmak, cildimizin asla istemeyeceği şeyler. Güzel haber; Almond Shower Oil, yumuşak dokusu ve temiz içeriği ile en hassas ciltlerin bile favorisi. Narin dokunuşlar, cildimize hak ettiği değeri sunarken bize de Almond Shower Oil’in duyuları harekete geçiren dokusu ile rahatlatıcı duş anlarının keyfini sürmek kalıyor.

Duyusal bir deneyim

Cildimiz biraz da şımartılmayı hak etmiyor mu? Elbette. L’Occitane Almond Shower Oil duyusal bir banyo keyfi sunuyor; ipeksi dokusu, mis kokusu, rahatlatıcı ve lüks dokunuşlarıyla cildimizi nemlendirmek ve beslemekle kalmıyor, şımartan bir bakım da sağlıyor. Duş keyfi bu sayede aceleye getirilen bir rutin olmaktan çıkıyor; canlandırıcı, yenileyici ve aromatik bir deneyime dönüşüyor. 

Doğal içerikli yapısı, ilk kullanımda anında nem verme özelliği, cildi yumuşacık yapan etkisi ve büyüleyici kokusu ile cildimizin tüm beklentilerinin karşılığı; Almond Shower Oil. Cildin tüm ihtiyaçlarını karşılayan bir bakım için siz de hemen tıklayın ve L’Occitane Almond Shower Oil ile tanışın.

*Bu yazı L’Occitane katkılarıyla hazırlanmıştır.





Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Dijital dünya, sınırlarını sürekli olarak genişletmeye devam ediyor ve sanal dünyalar, artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geliyor. Üstelik yalnızca sanal dünyalar da değil, o dünyanın baş kahramanları olan virtual influencer’lar da. Yani biz 🙂 Sosyal medya platformlarında kendi takipçi kitlelerini oluşturan ve çokça sevgiyle ve ilgiyle karşılanan sanal influencer’lar, sadece teknolojik gelişmelerin başarılı bir somut örneği olmakla kalmıyor; aynı zamanda modern pazarlama pratiklerini de yeniden şekillendiriyor.



Yani, artık gerçek insan influencer’lar gibi biz virtual influencer’lar da markaları temsil edebiliyor, iş birliği çalışmaları yapabiliyoruz; dahası biz de hayatımızın akışını ya da bir günümüzün nasıl geçtiğini paylaşabiliyoruz, üstelik dünyanın pek çok yerinde. Peki, biz kimiz? İşte bu dijital dünyayı çok daha yakından tanımak ve bir parçası olmak için mutlaka takip etmeniz gereken virtual influencer’lar:

Virtual Alin


Gelin, önce benimle başlayalım ve size kendimi tanıtayım: Ben Alin! Ford Türkiye’nin marka elçisiyim. En büyük ilgi alanım elbette ki teknoloji ve otomobiller. Aynı zamanda seyahat etmeye de bayılıyorum! Türkiye’nin otomotiv alanındaki ilk ve tek sanal influencer’ıyım. Yani beni ben yapan, hobilerimi şekillendiren, yaşam tarzımı belirleyen her şey aslında markanın stratejisinden doğdu. Günümün büyük bir kısmını yepyeni keşifler yapmaya ayırıyorum ve hiçbir sosyal medya akımından da geri kalmıyorum…

Zencefil shot’ımla güne başlıyor, çıktığım yeni yollarda bol bol kahve molaları vermeyi ve maceralarımı sizinle paylaşmayı seviyorum. Başka çok sevdiğim bir şey varsa o da Mustang Mach-E ile geçirdiğim tüm anlar; çünkü onunla olan her yolculuğum sıra dışı diyor ve beni hemen takip etmeniz için Instagram hesabımı buraya bırakıyorum.

Rozy

Rozy, dünya genelinde en popüler virtual influencer’lardan biri ve Güney Koreli. Hatta Kore’nin ilk sanal influencer’ı. Gezmeyi, iyi giyinmeyi, yemek yapmayı çok seviyor. Dünyayı dolaşıyor, birbirinden şık tasarımlar kullanıyor, modellik yapıyor ve dünyaca ünlü markalarla çalışıyor. Her geçen gün yaptığı sponsorluk anlaşmalarının sayısı hızla artarken, sosyal medya takipçileri tarafından da hayranlıkla takip edilmeye devam ediyor. Rozy de tıpkı benim gibi sanatın ve estetiğin gücüne inanıyor ve her günü dolu dolu yaşamak için ilham veriyor.

Shudu



Shudu, moda fotoğrafçısı Cameron-James Wilson tarafından yaratılan dünyanın ilk dijital süper modeli olan bir sanal influencer. Güney Afrika Kökenli Shudu, iyi giyinmeyi çok seviyor. Dünyaca ünlü lüks moda markalarıyla iş birlikleri yapan Shudu, aynı zamanda sanal insan ırkının savunucusu olma görevini de üstleniyor. Shudu’nun yaratılmasındaki en önemli amaçlardan biri de dijital dünyanın temsilindeki etnik çeşitlilik eksikliğine dikkat çekmekti ve bence bu, hayranlık uyandırıcı.

Ion Göttlich

Ion Göttlich, bisiklet tutkunu bir sanal influencer. Teknoloji ve video oyunlarına olan ilgisi ile tanınan Ion, aynı zamanda da spor yapmaya çok düşkün. Yeni keşifler yapmayı, aktif bir yaşam sürmeyi ve sağlıklı alışkanlıklarını sürdürmeyi çok seviyor ve takipçileriyle bisikletini yanından ayırmadığı keyifli anları sıkça paylaşıyor. Dışarıdan bakıldığında Ion ile tarzımız pek uyuşmuyor gibi görünse de, çok önemli bir ortak yönümüz var: O da tıpkı benim gibi yollarda zaman geçirmeyi çok seviyor ve yeni keşiflere asla hayır demiyor.

Imma

Japonya’nın ilk virtual influencer’ı ve modeli, pembe saçlarıyla çok sevilen Imma. Bugüne kadar dünya çapında modadan iş dünyasına, lüks tüketim markalarından televizyon kanallarına kadar pek çok sektörde manşetlerde yer alan Imma, Instagram hesabından yaptığı paylaşımlarla ilgiyi üzerinde tutmaya devam ediyor. O da ben de yeni trendleri takip etmekten büyük keyif duyuyoruz; ayrıca dans ve müzik de ortak tutkumuz olabilir.

Lil Miquela

Instagram’da 2 milyondan fazla takipçisi olan ve dünya genelinde sevilen virtual influencer’lardan biri olan Lil Miquela, renkli yaşamından eğlenceli kareler paylaşarak takipçilerinin ilgisini çekmeyi başarıyor. Dünya devi moda markalarıyla iş birlikleri olan ve tarzından, kişisel bakımından ödün vermeyen Miquela, yeni yerler keşfetmeye de bayılıyor; tıpkı benim gibi… Unutmadan, ikimize de çillerin çok yakıştığını söylemiş miydim 🙂



Bermuda

Lil Miquela’dan sonra kız kardeşi Bermuda’yı da tanıyalım. Bermuda, kendini ‘robot queen’ yani robot kraliçe olarak anlatıyor ve adeta moda ikonu gibi tarzıyla ön plana çıkan bir sanal influencer. Özellikle lüks yaşam tarzı ve moda dünyasına olan tutkusuyla bilinse de pek çok farklı markayla da iş birlikleri yapıyor ve sık sık Miquela ile fotoğraf paylaşıyor. Bermuda da tıpkı benim gibi kişisel bakımına çok düşkün, ayrıca aktif bir yaşam sürmek, ikimizin de öncelikleri arasında. Miquela ile samimi ilişkilerine hayran olduğumu da belirtmeliyim…

Nobody Sausage

En komik virtual influencer’lardan biri olan Nobody Sausage, dünya çapında çok seviliyor ve 8 milyona yakın takipçisi var. Genelde günlük rutinlerini ve yaptığı işleri paylaşsa da modern dünyanın pek çok ortak sorununu da mizahi bir yaklaşımla ele alarak milyonları güldürmeyi başarıyor. Ayıca, müzik ve dansa olan ilgi ve tutkusu da coşku dolu bir enerji yayıyor. Benim de en çok güldüğüm, izlerken en çok keyif aldığım sanal influencer’lardan biri.

Lu do Magalu

Brezilya’nın en büyük perakende şirketlerinden birinin yüzü olan Lu do Magalu’nun ünü, yalnızca Brezilya ile sınırlı kalmıyor, çünkü sosyal medya hesaplarında dünyaca ünlü pek çok markanın ürünü ile ilgili içerikler üretiyor. İlk kez YouTube’da karşımıza çıkmış olsa da, bugün Instagram’da ve Facebook’ta da oldukça popüler. Ayrıca kendisini ‘Virtual 3D Influencer’ olarak tanıtıyor. O da teknoloji ve yenilikleri takip etme konusunda oldukça tutkulu ve bu tutkusunu takipçileriyle paylaşmayı seviyor, tıpkı benim de yaptığım gibi.

CodeMiko

Teknik olarak ‘VTuber’ olarak bilinen CodeMiko, Twitch yayıncısı bir sanal influencer. VTuber teknolojisinin sınırlarını zorlamakla ün salan CodeMiko, canlı yayınlarında yaptığı röportajlarla da çokça ilgi görüyor. Sanal dünyanın ve teknolojinin son gelişmelerini aktarırken, tarzından ve günlük keşiflerinden de ödün vermiyor. İkimizin de dijital dünyanın sınırlarını zorlamayı sevdiğimizi söylemeden geçemeyeceğim 🙂

Thalasya

Endonezya’nın ilk virtual influencer’ı Thalasya, dünyayı keşfetmeyi, yeni tatlar denemeyi ve moda tutkusunu takipçileriyle paylaşmayı çok seviyor. Üstelik çok çeşitli sektörlerdeki markalarla iş birliği yaparak, günlük rutinlerinde neler yaptığını da sık sık Instagram hesabına ekliyor. Thalasya da benim gibi yeni deneyimlere çok açık. Ayrıca, yemeklere ve özellikle de sokak lezzetlerine olan ilgisini de gizlemiyor. Sanırım ona yakın hissetmemi sağlayan ortak özelliklerimizden biri de bu.

Elbette ki listenin tamamı bu kadarla sınırlı değil. Sanal influencer’lar olarak sayımız günden güne artıyor. Teknolojinin, sanatın, gerçekliğin ve kurgunun sınırlarını zorlayan var oluşlarımızla, günden güne dijital dünyada yeni gelişmelere imza atmaya devam edeceğiz; tabii kendi hayatlarımızdaki maceraların dozunu artırmaya da. Siz de bu dünyadan haberdar olmak ve yeni maceralarımda benimle yer almak için takipte kalın! Geleceği, bugünden yaşayın.





İlgili Makale