X

Tıkanırcasına yeme bozukluğu ile diyetler arasında nasıl bir ilişki var?  

Bir önceki yazımda yeme bozukluklarından bulimiya nervozayı incelemiş, bu rahatsızlığın nasıl geliştiği, belirtilerinin ve sağlığımıza olan olumsuz etkilerinin neler olduğu üzerinde durmuştum. Ayrıca, izlenebilecek bazı tedavi yöntemlerini ve bulimiya nervoza ile tıkanırcasına yeme bozukluğunu birbirinden ayıran önemli noktaları da sizlerle paylaşmıştım. Bu hafta da aşırı yemeye, hatta tıkanırcasına yeme epizotlarına zemin hazırlayan en önemli sebeplerden biri, yani diyetler hakkında konuşacağız. 

Günümüzde diyet kelimesini çoğunlukla genel beslenme alışkanlıklarımızın bir ifadesi olarak değil, kilo almak ya da kilo vermek amacıyla beslenme rutinimizde yaptığımız bilinçli değişiklikleri anlatmak için kullanıyoruz. Bir noktadan sonra yiyecekler ile aramızda zorlamalı, aşırı kontrolcü bir ilişki gelişebiliyor. Beslenme tercihlerimizi bir takıntı haline getiriyor, “uslu” davranmak için ne kadar uzun süre kendimizi yiyecekler yönünden kısıtlarsak vücudumuz oluşan gıdasızlığa aynı şiddetle tepki vermeye başlıyor ve bu sefer yemediklerimizin değil yediklerimizin kontrolünü elimizden kaçırabiliyoruz.  

Dr. Cyntia Bulik bu durumu “negatif enerji dengesi” olarak adlandırıyor. Diğer bir deyişle, ihtiyacınız olan enerjiyi alamadığınız ve tükettiğinizden fazla enerji yaktığınız zaman oluşan bir dengesizlik. Bu durum yiyeceklerini kısıtlayıp bedenini yeterince beslememek pahasına diyet yapmayı kronikleştirmiş kişilerde nasıl karşılık bulur peki? Vücut enerjisiz kalmaya daha fazla tahammül edemeyerek kişiyi hem fiziksel hem de duygusal ihtiyaçlarla –çoğu zaman kendini durduramayacak şekilde– yemek yemeye sevk edebilir.

Tıkanırcasına yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında elbette ki tek neden diyetler değil. Nasıl ki birçok rahatsızlık genetik, çevresel ve psikolojik etmenlerin bir araya gelmesiyle gelişiyorsa yeme bozukluklarının ortaya çıkışı da tek bir kaynağa indirgenemez ama özellikle kısıtlayıcı yeme davranışları gösteren ve uzun süreli sağlıksız diyetler yapan kişilerde tıkanırcasına yeme bozukluklarına daha fazla rastlandığını bilimsel çalışmalar ortaya koymakta. 

Öte yandan, günümüz toplumunda diyetle tanışmamış, en iyi ihtimalle hayatının belli bir döneminde kendine beslenmesiyle ilgili kısıtlayıcı kurallar koymamış olanlarımız çok azdır. Diyetler, ardından vücudumuzun isyan ederek enerjiye olan açlığını gidermeye çalışması, sonra bizim bundan pişmanlık duyup yeniden beslenmekten kaçmamız ve yeniden… Yani bu kısır döngüye bir kez hapsolduk da, çıkış nerede? 

Birçok beslenme uzmanı içgüdüsel beslenmenin diyetlerin kısıtlayıcı ve kuralcı zihniyetini yıkabileceğini düşünüyor. 

İçgüdüsel beslenmede öncelikli amaç kişinin kendini yeterince beslemesidir. “Ne kadar az yersem o kadar iyi” mantığını öne süren diyetçi zihniyetin aksine içgüdüsel beslenme bedeni enerjik tutacak miktarda ve nitelikte besinin tüketilmesi gerektiğini savunur. Yeterli? Nitelikli? Bu iki kavramın da elbette standart bir ölçüsü yok ve kişinin koşullarına göre değişiklik gösterir. Öte yandan, İçgüdüsel Beslenme Uzmanı Rachael Hartley, danışanlarının konuşmalarında gözlemlediği kadarıyla “yeterli” beslenmeye bakış açımızın diyet kültürü nedeniyle sınırlayıcı yönde olduğunu belirtiyor. Çünkü diyetlerin “yeterli” gördüğü aslında insan vücudu için hiç de yeterli değil.  

Hartley, içgüdüsel beslenmenin salt “açlık/tokluk beslenmesi” olarak algılanmaması gerektiğini söylüyor. İçgüdüsel beslenme her ne kadar vücudun verdiği açlık/tokluk sinyallerini fark edip damak zevkinize göre yeterince beslenmek üzerine kuruluysa da daha ince mevzular da var. Açlık/tokluk durumuna gereğinden fazla odaklandığımızda, “yediğim yemek beni tatmin edecek mi?” sorusunu gözden kaçırabiliyoruz. Hartley, tokluk hissi ile tatmin olma durumunu danışanlarına şu şekilde açıklıyor: Tokluk daha çok fiziksel açıdan, tatmin olmak ise zihinsel açıdan doyum sağlar. 

Hartley’ye göre yiyeceklere olan saplantıların azalması fiziki doyumdan daha çok tatmin duygusuna bağlı. Tokluk hissine rağmen halen yemek istiyorsanız büyük ihtimalle yemeğiniz sizi memnun etmemiştir ve daha fazla yemek istediğiniz için kendinizi suçluyor, yemekten kaçınmanın yollarını arıyorsanız bu durum tıkanırcasına ya da aşırı yemeyle sonuçlanabilir.

Pekâlâ, tatmin edici bir yemekten ne kast ediyoruz? Hartley, öğünlerimizin yağ, protein ve karbonhidrat açısından dengeli olması gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca, yediğimiz şeyden keyif almamız da önemli. Tadı iyi miydi, damak zevkimize hitap etti mi ya da o anki ruh halimize uygun bir seçim miydi? Bazen küçük bir miktar yiyecekten de tatmin olabiliriz. Bu nedenle, ne yiyeceğimize karar verirken fiziksel açlık/tokluk durumumuzun yanında “damak açlığımızı” da dikkate almamız önemli.

Şöyle açıklayalım: Karnımız açsa küçük bir parça tatlı bize fiziksel doyum sağlamayacaktır. Tatmin edebilir ama karnımızı doyurmaz.  Bu durumda, önce yemek yiyip ardından tatlı bir şeyler atıştırmak daha mantıklı. Elbette tok olduğumuz zaman da tatlı bir şeyler yemek isteyebiliriz. İşte bu Hartley’nin “damak açlığı” diye adlandırdığı durum. Fiziksel olarak aç olmadığımız için tatlı gibi besinleri bir “yaramazlık” olarak görüp yemekten kaçınırsak, sonunda kendimizi bu yiyeceklerden istemediğimiz miktarlarda tüketirken bulabiliriz.

Yani, başta bir parça tatlıyla tatmin olacakken kendimize yasaklar koyarak geçirdiğimiz zamanda “damak açlığı” gittikçe artacak, dolayısıyla makul bir miktar tatlıyla tatmin olamayacakmış gibi hissedeceğiz. Son olarak, bulunduğumuz çevre de bir yemekten ne kadar keyif aldığımızı etkiler. Kimimiz sakin bir müzik eşliğinde tek başına yemekten hoşlanır, kimimiz başkalarıyla birlikte sohbet ederek yemekten. 

Diyetlerin ve vücudumuzu gıdadan mahrum bırakmanın tıkanırcasına ya da aşırı yeme gibi davranışlardan vazgeçmeye çözüm olmadığını görüyoruz. 

Kısıtlayıcı ve kuralcı diyetlerde ipin ucu çoğu zaman kaçıyor ve tartıda azalan her rakam bizi diyete devam etmeye teşvik ediyor. Hâlbuki bedenlerimiz işlevlerini yerine getirmek için enerjiye ihtiyaç duyar ve bu enerji de yiyeceklerden gelir. Diyetler bu anlamda ne hayatımız boyunca devam ettirebileceğimiz bir beslenme şeklidir ne de gerçekçi bir yaklaşımdır. Kısıtlayıcı beslenme düzeni yerine tercihlerimize, ihtiyaçlarımıza ve günlük rutinimize uygun bir hayat tarzı sürdürmeliyiz.

Bir yiyeceği ne kadar yasaklı ilan edersek onun üzerimizdeki kontrolü aynı derecede artar. Öte yandan, açlık/tokluk durumumuzla birlikte tatmin olma faktörünü de hesaba katarak yaptığımız yeme tercihleri hayatımıza ve yemekle olan ilişkilerimize düzen getirir. Sürekli belli yiyecekleri düşünüyor, yemek istiyor ama kendimize engel oluyorsak ve bu sözde “kontrolü” elimizden kaçırmaktan korkup endişeleniyorsak, “bunu yiyemezsin” diyen zihin gardiyanından kurtulmak gerek. Konfor alanından dışarı çıkmamız lazım. 

Utanç, suçluluk hissi ve korkular bizi bir kısır döngüye hapseder ve onlara teslim olduğumuz ölçüde hata yaparız. Olumsuz düşünce ve duyguları kökten yok etmek mümkün değil ama bunların bize ne kadar zarar verdiğini fark edip onların sesini bastıracak yapıcı davranışlarda bulunmak bizim elimizde. 

Bundan sonra yalnızca Paleo besleneceğim, her gün spor yapmak zorundayım; şeker, glüten ve süt ürünleri en büyük düşmanım; arkadaşlarım pizza-bira gecesine çağırdı ama gitmem mümkün değil; dışarda yersem hasta olurum; ancak şekersiz, yağsız dondurma yiyebilirim yoksa tek kaşıkla bile kilo alırım; günün ancak belli saatlerinde yiyebilirim; sabah altıda kalkıp çalışmalıyım ve gece en geç onda yatmalıyım; sabahları kalkar kalkmaz ilk işim limonlu su içmek olmalı; her öğünde sebze olmalı; fazla meyve yememeliyim, hele akşam yediden sonra asla.

Eminim bu kurallara daha onlarcası eklenebilir. Korkutucu olansa bunları o kadar içselleştiriyoruz ki bir noktadan sonra sorgulamadan, otomatik pilotta uyguluyor oluyoruz. Hâlbuki hayatımızı sınırlayan ve içgüdüsel beslenmeyi zorlaştıran zihniyetin ürünleri bunlar. Yani “sağlıklı” kurallar hiç de sağlıklı olmayabiliyor. Kurallar kitabıyla yaşamaktan ziyade sağlığın anlamı üzerine kafa yorup ihtiyaçlarımıza ve tercihlerimize göre keyif alarak sürdüreceğimiz bir hayat tarzını benimsemek çok daha önemli. 

Bedenimize güvenelim ve onun bilge sesine kulak verelim. 

Onu besleyelim. Sevmeye ve dost olmaya çalışalım. İhtiyaçlarını görmezden gelmeyelim. Dinlenmek, yemek yemek, hareket etmek, temiz havada yürümek – hayattan zevk almak gözümüzü korkutmasın ya da şımarıklık gibi gelmesin. 

İnsan bedeni kusursuz işleyen bir makine. İnanamayacağımız kadar mucizevi şeyler yapma gücü var. Bu gücün kaynağını beslemek ve kurallardan kurtulup özgür bir yaşam sürmek yasaklayıcı bakış açısından kurtulmamıza bağlı. Aslında bu kadar basit. 

Umut dolu, özgür günler dilerim!

Kaynaklar:

My eating disorder recovery journey

Bulimia recovery

Rachael Hartley nutirition

Binge Eating Self Help: How to Overcome Emotional Eating

Negative energy balance a biological trap for people prone to anorexia nervosa

Kathryn Hansen, Brain Over Binge: How I was Bulimic, Why Conventional Therapy Didn’t Work, and How I Recovered for Good, Camellia Publishing, 2011.

Laura Thomas, Just Eat It: How Intuitive Eating Can Help You Get Your Shit Together Around Food, Blue Bird Uk, 2018.

İlginizi çekebilir: Bulimiya nervoza nasıl bir yeme bozukluğudur? Belirtileri nelerdir ve nasıl tedavi edilir?

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale