Sevgi vermek ve sevgi almak sandığımız kadar kolay mıdır?

Öyle kolay değil gülü koklamak, gül tutan ele diken batmalı… Bir aşka gönül veren, o aşkın kapısında yatmalı…” Mevlana Celaleddin Rumi

Sevgi. Hayatımız boyunca arayıp da bulamadığımız… Onu bazen annemizin kucaklayışında, bazen babamızın bir bakışında, bazen aşk olmuşların bir sözünde, bazen de çok özlediğimiz eski bir sevgilinin “nasılsın?” mesajında görürüz… Eski bir dostun can sıcaklığında, bazen kızgın kumların üzerinde öylece uzandığımızda esen tertemiz rüzgarın serinliğinde ve bazen sadece günün geceye kavuşumunda görürüz…

Sevgiyi bazen esen tertemiz rüzgarın serinliğinde ve bazen sadece günün geceye kavuşumunda görürüz…

Tabii sevgiyi anlayabilmek, sevgi alabilmek, sevgi verebilmek kısacası sevgi ile ilişkili her ne varsa “anlayabilmek” için “sevmek nedir?”, “sevgi dünyada nasıl oluşur?”, “nasıl verilir?”, “nasıl alınır?” bilmek ve en önemlisi sevgiyi her anımızda “görebilmek” gerekir değil mi? Ben bu yazımda sizlerle birlikte sevginin hayatımızdaki varlığına, algımıza, sevgiyi ne kadar almaya ve ne kadar vermeye hazır olduğumuza bakalım istiyorum… “Bunun yazısı mı olur?” diyeceksiniz, “elbette olur” diyeceğim…

Kaçımız çok sevdiğimiz bir kişiyi “değiştirmeden” yaşamaya ve sevmeye razıyız? Kaçımız çok sevdiğimiz bir kişiye utanmadan, çekinmeden, “ya karşılık vermezse” diye düşünmeden sevdiğimizi açıklayabiliyoruz? Kaçımız gerçekten karşılık beklemeden hiç tanımadığımız bir kız çocuğunun eğitimi için kendi ihtiyaçlarımızdan önce “onun ihtiyaçları” gelir diyebilmeyi ve bunu sadece sevgi vermek adına gerçekleştirebilmeyi biliyoruz? 

Kaçımız dünyada hala sevebilen insanlar olduğuna inanıyoruz? Kaçımız sokakta yürürken karşılık beklemeden tatlı bir teyzeye “sevgi ile”, “içimizden sevgi gelerek” gülümseyebiliyoruz? Kaçımız bir çocuğun annesine doğru ilk adımı atarken dünyaya yaydığı o saf sevgi ile sevdiklerimize aynı “beklentisizlikle” adım atabiliyoruz, onları oldukları gibi kabul edebiliyoruz?

Kaçımız bir çocuğun annesine doğru ilk adımı atarken dünyaya yaydığı o saf sevgi ile sevdiklerimize aynı “beklentisizlikle” adım atabiliyoruz, onları oldukları gibi kabul edebiliyoruz?

İşte bu yazıda sizlerle derinlere bakalım istiyorum; sevgiyi anlamak sandığımız kadar kolay mıdır? Ben hemen kendimden (oldukça zor olan bazı açıklamalar ile) deneyimlerimi paylaşarak anlatmaya çalışmak isterim. Bu soruya hepimiz için farklı cevaplar vermek mümkün…

Sevgiyi daha küçük yaşlarda düşündüğümde hep “karşılıklı” olarak algılamıştım. Ancak karşılığı olduğunda delice aşık olabilirdim değil mi? Ya karşımdaki kişi artık beni gerçekten sevemediğinde ne olacaktı? İşte o an hayatımın “yıkımı” olmuştu? İçimde kalan onlarca “tonluk” sevgiye nasıl karşılık bulacaktım? Bu sevgiyi “o kişi” hak etmiyor diye ona vermeyeceksem neye verecektim?

Bu kadar sevgi ve bu kadar acıyla nasıl yaşayabilecektim? Sonra “gurur” vardı, gururum bu derece kırılmışken yine de bu kadar çok sevmek mümkün müydü? Ya sevgim benim çektiğim acıların aynısını onun da çekmesini istemeye engel olamıyorsa, ben kötü bir insan mıydım? Daha dün deliler gibi sevdiğim bir adamı sadece beni gereğince “karşılık” olarak sevemiyor diye bir günde nasıl “sevemez” hale gelebilecektim?

Bu kadar sevgi ve bu kadar acıyla nasıl yaşayabilecektim?

Tüm sorularımın cevabı yine bende saklıydı… Zaman geçti ve gördüm ki sevgi  “karşılık” demek değildir. Ve hatta karşılık beklediğimiz sevgi “sevgi” bile değildir. Öğrendim ki sevmek benden kaynaklanır. Ben değişmedikçe sevgim o diğer kişinin tercihi ile “değişemeyecektir”.

Arada her ne kadar dağlar kadar büyük gururum olsa da (aldatılmışlık üzerine egonun da zamanında eklendiği kocaman bir “bunu bana nasıl yapar?” sorusuyla…), sonunda vardığım nokta; “hayatın” iki kişinin sevgiyle kavuşabilmesi kadar, ayrılabilmelerini de yine sevgiyle getirdiğinin idraki oldu. Çünkü ayrılıklar kişinin kalbindeki sevgiyi götürmeye yetmiyordu… Bizler sevgimizi “kişiselleştirdikçe” diğer kişiye yükleyip de karşılığını beklemedikçe, sadece sevgi oldukça, kimseyi değiştirmeye zorla karşılığını verdirmeye çalışmadıkça, sevgi daha da büyümekteydi… Olgunluğu, bilgiyi ve “kalbi” de kendi kadar güzelleştirmekteydi…

Anladım ki sevgi vermek aslında sevgiyi almaktan çok daha zordu… Hele ki hepimizin yaşadığı kırgınlıkları, hayal kırıklıklarımızı, kaybedişlerimizi, ayrılıklarımızı düşündüğümüzde… Sevgiye kapılarımızı kapatmak en kolayıydı. Bu gibi durumlar kalplerimizi kolayca katılaştırmaya yetiyordu değil mi? “Bir daha asla kimsenin bana aynı aldatılmışlığı yaşatmasına izin vermeyeceğim”, “bir daha kimseyi böyle derin sevmeyeceğim”, “bir daha hak etmeyen kimseye sevgimi vermeyeceğim”, “bir daha kimseye sevgi vermek uğruna kendimi küçük düşürmeyeceğim” bu cümlelerin hangisinde geçen “sevgi” gerçekten sevgidir?

Anladım ki sevgi vermek aslında sevgiyi almaktan çok daha zordu…

Bakalım sevgili Nil Gün güzel eseri İçimizdeki Şaman; Duyguların Simyası ile sevgi bilincimizi nasıl yorumluyor;

…Sevgi geçici değildir. O her zaman var olandır. Yaşamdan önce, yaşam boyunca, yaşamdan sonra… Sevgi koşullara göre azalıp çoğalamaz. Hayatın rüzgarına göre yön değiştirmez. Çünkü o bir duygu değildir. O bir bilinç boyutudur.

…Birçok şeyi sevgi sandığımız için karmaşa yaşıyoruz. Birisine duyulan yoğun çekim, paylaşılan zevkler, özlemler, arzular… Bu özlem ve arzuların, sevgi objemiz üzerindeki yansıması, onaylanma, kabul görme, sevilme, cinsellik gibi ihtiyaçlarımızın belli bir süre birisi tarafından karşılanması… Şehvet, kıskançlık, tutku… Duygusal çıkarlar… Sevgi sanılıyor. Zaman içinde değişen, gelip giden her şeyin altında bir duygu yatar. Oysa sevgi hiçbir duygudan etkilenmez.

Gerçekten sevdiğimizde, tüm duyguları, tüm ruh hallerini yaşasak da, sevdiğimizi sevmeye ve ona saygı duymaya devam ederiz. Sevgi, öfke ve kızgınlık, utanç ve suçluluk duyguları içinde bile vardır. Hatta nefretin içinde bile sevgi vardır. Sevgi hiçbir duygunun zıddı değildir. Çünkü sevgi bir bilinç boyutudur. Kesinlikle zarar verme gücünden yoksundur. Sevgi sadece yaratmayı bilir.

Sevgi birisine duyulan hayranlık da değildir. Çünkü hayranlık da nefret gibi bir projeksiyon, bir yansıtmadır. Kendi içimizdeki siyah ve beyaz gölgelerin yansıması… Yadsıdığımız, henüz ortaya çıkmamış boyutlarımızın başka insanlara yönlendirdiğimiz projeksiyonudur hayranlık ve nefret.

…Sevgi duyduğun kimseden ayrılırsın, boşanırsın ama onu sevmeye dingin bir biçimde devam ederek onu anlarsın. Acı çeksen de, kendi onurunu koruyarak onun da onurunu korursun. Sadece ilişkinizin şekli değişir. Bir daha birbirinizi asla görmeseniz bile.

İşte “gerçek” sevgi sandığımız kadar “kolay” değildir. Tüm duygulardan, egodan, kırgınlıklardan, üzüntülerden, başarısız deneyimlerden, kaybedilenlerden, aldatılmışlıklardan, özlemlerden, kıskançlıklardan, hırslarımızdan, bencilliğimizden daha yüksek bir boyuta bir “bilince” yükselmeyi gerektirir…

Gerçekten “sevgi” vermeye ve “gerçek sevgiyi almaya” hazır mısınız?

 

İlginizi çekebilir: Dillere destan bir hikaye olmak için: Aşk meydan okumayı sever

 

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam