Sahip olduğumuzun farkında olmadığımız bir lüks: Mutsuz olma lüksü

Selamlar sevgili arkadaşlarım. Geçen gün eril ve dişil enerjilerimi dengelemek için meditasyon yaparken alakasız bir şekilde atalarımdan gelen hem erkek hem de kadın olmak durumunda kalan enerjiler karşıma çıktı ve onları temizlemeye başladım. Aslında çok değil, kısa zaman önce dedelerimiz, ninelerimiz ciddi savaşlardan çıktılar. Atalardan gelen bu durumu temizlerken babaannem ve dedemin yaşadıkları geçti gözlerimin önünden.

Bizimkiler Bulgaristan göçmeni ve aslında Konya Karamanoğulları’ndan gelmeler. O dönemlerde Avrupa’ya yayılma politikası zamanında, devlet Avrupa topraklarına yollamış ve bizimkiler de Bulgaristan’a gitmiş görev icabı. O zaman bu zaman derken, savaşlar olmaya, toprak küçülmeye başladığı zamanlarda Avrupa devletleri Türkiye’ye gitmeye zorlamışlar. Türkiye zaten karışık, bizimkileri tam anlamıyla kucaklamamış. Aslına bakarsanız ne yapsalar ortada kalmışlar veya bırakılmışlar. Dedem altı sene askerlik yapmış. Babaannem dört bebeğiyle dedemi beklemiş. İki tane bebeği de savaş koşullarında vefat etmiş. Düşünsenize, evlensen bir dert, evlenmesen bir dert. Sevdiğin bir adam var, savaşa gitti. Sağ mı, öldü mü belli değil, telefon yok, bir şey yok.

Geriye kalan iki bebeğine tek başına bakmış, hem de savaş koşullarında. Bir değil, iki değil, tam altı sene sonra dedem geri gelmiş. Geldi de nasıl geldi acaba? “Hanım ve çocuklar sağ mı? Hala orada mı aşık olduğum kadın?” derken kavuşmuşlar… Kısa bir süre sonra Türkiye’ye dönmek zorunda bırakılmışlar. Buraya gelmişler, devlet ucuz toprak vermiş. Türkçe bile bilmezken bir şekilde öğrenmişler, borçlarını ödemişler ve hayatlarına devam etmişler. Oralı mısın, buralı mı? Bunları sorgulayan yok tabii. Öyle böyle gelmişler “memlekete.”

Babaannem erken yaşta vefat etmiş, dedem de erken yaşta aşık olduğu kadını kaybetmiş. Adapazarı’nın iki büyük depremini yaşamış benim dedeciğim. Dedem her zaman sağlıklıydı, 98 yaşına kadar bahçe ekti, biçti, bir gün olsun hafızası teklemedi. 98 yaşında şeker komasına girdi ve şeker komasına girdiğini anlamadıkları için felç oldu. 103 yaşına kadar yatalak oldu ve vefat etti.

Bu kadar olaya rağmen ben dedemin şikayet ettiğini görmedim, ta ki kardeşim 19 yaşında vefat edene kadar. O zaman tek bir isyanını duydum “Allah’ım neden 100 yaşındaki ben değil de, 19 yaşındaki torunum?” Bunlar hikayede benim bildiklerim, kim bilir başka neler neler yaşadılar? Psikolojilerini tahmin bile edemiyorum, çünkü ben savaş yaşamadım, bebeklerim ölmedi, sadece empati yapabiliyorum ve onlardan genetik kodlarla bana gelen kadersel döngüleri temizliyorum ki, farkında olmadan ben onların hayatını yaşamayayım, benden çocuklarıma ve torunlarıma geçmesin. Çok benzer hikayeler anne tarafımda da var, onları görmedim. Ben doğana kadar vefat etmişlerdi ve benim bu hikayedeki yaşadıklarım da var tabii, sonuç olarak kendi filtremizle ve yaşadıklarımızla değerlendiriyoruz hayatı, değil mi?

Eski fotoğraflardan gitmek istedim: Annem, babam, ablam

Eminim birçoğumuzun dedesinde, nenesinde bunun gibi sürüyle hikaye vardır. Hatta belki daha da kötüleri, daha da çaresizleri… Düşününce bizim dedelerimizin ve ninelerimizin “mutsuz olma lüksü” olmamış. Herkesin derdi, sıkıntısı tabii ki kendine ama “mutsuz olma lüksü” olarak düşündüğüm zaman -belki deli diyeceksiniz ama- benim mutsuz olma lüksüm var, hem de Starbucks kahvemin süt oranı fazla olduğu için. Evet, dördüncüye tekrarlıyorum; benim mutsuz olma lüksüm var, çok şükür!

Hep daha mutlu olmak için mekanımızı şöyle düzenleyelim, tarçınımızı yakalım da aromaterapi yapalım diye konuştuk ama son zamanlarda çok düşünüyorum bunun üzerine… Arada bir sahip olduklarımıza odaklanıp teşekkür etmenin çok büyük mutluluk olduğunu daha da derinden algılıyorum. Tabi bu yazdıklarım “Onlar çok çekti, ben de çekeyim” değil. AMAN HA! Konumuz bu değil. Amacımız zaten acı çekmek değil, tam tersine acımızı hafifletmek, koşullarımızı iyileştirmek. Hatta yukarıda söyledim aslında ama, tekrarlayayım: Atalardan gelen genetik kodları temizlemek gerek, çünkü genetik öyle bir şey ki, farkında olmadan size ait olmayan bir mutsuzluğu yaşıyor olabilirsiniz.

Belki top tüfek savaşmıyoruz ama biz de şu anda dünyanın değişik bir döneminden geçiyoruz. Önümüzde bir sürü bilinmez var ama bu kadar bilinmezin içerisinde emin olun, çok fazla teşekkür edeceğimiz şey de var. Sabah kalktığımda etrafıma bakıyorum “Ne kadar şanslıyım, muhteşem bir evim var, çiçeklerim ne güzel açmış” diyorum, çünkü etrafımdaki güzelliklere bakıp bir adım ileri gitmekten başka hiçbir çarem yok. Tabii ki bazen daralıyorum bir insan olarak, bu da çok normal ama daralmama çok takılmamaya özen gösteriyorum. Evrende doğru, yanlış, iyi, kötü, güzel, çirkin yok. Öğrenmemiz gerekenler, seçimlerimiz ve sonuçları var. Bunun farkına varmak, aslında büyük bir dönüm noktası. Bu gibi durumlarda elime bir kağıt, kalem alıyorum ve bir liste yapıyorum.

  • Neden başıma böyle bir şey geldi?
  • Bu durum bana ne öğretti?
  • Bunu atlatmak için ne yapabilirim?

Sonra da adımlarımı atmaya başlıyorum. Zaten başıma gelenleri yazmak, problemin ne olduğunu gösteriyor. Bir şeyi öğrenmek, geride bırakmayı sağlıyor, adım atmak da eski döngüyü kapatıp yeni bir döngüyü başlatıyor. Her bir sorunu böyle böyle çözmek beni her gün daha mutlu ve umutlu yapıyor. Koşullar ne olursa olsun daha pozitif bakabiliyorum hayata.

Bir çalışma beni ta buralara getirdi. Sanki dallanmış, budaklanmış gibi geliyor ama büyük resme bakınca her şey bir zincir. Hepimiz koskoca evren içerisinde, burada, dünyada, bu zamanda rolümüzü oynuyoruz, tıpkı dedelerimizin, nenelerimizin oynayıp gittiği gibi… Bu çalışma ve düşünceler zinciri beni derinden etkiledi, çok fazla mesaj verdi, onun için sizlerle de paylaşmak istedim.

Bu seferki yazım biraz didaktik oldu sanırım ama bazen büyük resme bakmak, gündelik konuların aslında çok da büyük olmadığını gösteriyor bana. Bir yandan şükretmemi, bir yandan fark etmemi sağlıyor. Böylelikle daha kolay çözebiliyorum çözmem gerekenleri. Sizin deneyiminiz ve bakış açınız çok daha farklı olabilir tabii ki, saygı duyarım ve fikirlerinizi dinlemek de isterim. Söz bir sonraki yazım daha eğlenceli olacak. Hepinizi kucaklıyorum, teşekkürler vakit ayırdığınız için. Görüşmek üzere.

İlginizi çekebilir: Sürdürülebilir sağlık ve mutluluk felsefesini yaşamınıza nasıl dahil edebilirsiniz?

Bahar Çolak Hygge Yoga Eğitmeni
Merhabalar ben Bahar. Yeditepe Üniversitesi, Sanat Yönetimi Bölümü mezunuyum. Okul sonrası Demir Demirkan’ın asistanın olduktan sonra müzik yapımcılığına başladım, Berklee Collage of Music’ten Dijital ... Devam