X

Ne pahasına dayanıklıyız: Duygularımızla iletişim kurmaktan kaçınmaya gerek yok

Şu anda bir denizin içinde yüzmektesiniz. Önce dalgalar sizi zevkle yönlendiriyor. Ama akım güçlendikçe zorlandığınızı hissetmeye başlıyorsunuz. Denizin gücünü ve kıyı ile olan mesafenizi fark ediyorsunuz. Kaygı başlıyor. Bedeniniz savaş-kaç tepkileri arasında gidip geliyor. Hayatta kalmak adına uyarlanabilir stratejiler oluşturmak için elinizden gelenin en iyisini yapmaya başladığınız o anlar geliyor ve çoğu zamanda stratejileriniz işe yarıyor. Hatta bir de bakıyorsunuz ki deniz içinde hayatta kalma beceriniz gittikçe güçlenmiş. Ama ne pahasına?

Yukarıdaki girizgahta anlatılan dayanıklılık/dirençlilik ya da esnekliğe “rezilyans” diyorlar. Yani rezilyansı hayatta kalmaktan doğan esneklik, zorluklar karşısında bize yardımcı olan araçları, destekleri ve stratejileri yansıtıcı bir şekilde tanıma yeteneği olarak düşünülebiliriz.

Rezilyans, sıkıntının olmaması değildir. Öfke, endişe, keder, hayal kırıklığı gibi duygular yaşamımızın içeriğini oluşturur. Her duygu bir amaca hizmet eder; öfke adaletsizliği belirlemeye yardımcı olur, kaygı koruyucu bir duygudur ve keder kaybettiklerimizin değerini vurgular. Bununla birlikte, rezilyans konusundaki mevcut söylem, genellikle bunları görmezden geliyor.

İnsanlar büyümenin zorluklardan yeşerdiğini söyler, ancak şunu sormak gerekir: Bu büyümenin ne kadarını seçtik? Ve bize ne kadar baskı yapılıyor?

Rezilyans ve esenlik birbiriyle kesişir. Bütünsel bir esenlik duygusu, fiziksel ve zihinsel sağlığımızı, duygusal durumumuzu, parçası olduğumuz sosyo-ekonomik, politik yapıları ve toplulukları kapsar. Bu yönlerden herhangi biri üzerindeki stres, rezilyans oluşturma ihtiyacını yaratabilir. Ancak rezilyansı tek seçenek olarak benimsediğimizde, kendimize daha fazla da zarar verebiliriz.

Nasıl mı?

Bireysel düzeyde

Şu anda popüler kültür toksik bir pozitivizm ve sürekli meşgul olma hali ile bizleri yönlendiriyor. Aslında bu yaklaşım ile dayatılan fikir, bir insanın değerinin koşullu olduğu ve başarısızlıktan korkulması gerektiği. “Aklına koyduğunu yapabilirsin”, “Zihnini kontrol edebilirsin” veya “Korkunun üstesinden gelebilirsin” gibi ifadeler, psikolojik sağlığımızla düzensiz bir ilişki kurmamıza neden oluyor. Aynı zamanda, bireylerin öz-değer konusundaki çelişkileri nedeniyle, sıkıntı karşısında dayanıklılık faktörlerini belirleme yeteneklerini temelde geriletiyor.

Bugün, rezilyans dediğimiz şey performatif bir durumdan ibaret. Kişisel gelişimciler, hayatlarındaki zorluklarla nasıl savaştıklarını ve “sıkı çalışma, yetenek ve tutku”nun bu mücadelelerin üstesinden gelmelerine yardımcı olan faktörler olduğunu anlatıp durmaktalar. Halihazırda tek onaylanmış duygu olduğu sanılan mutluluk, üzerinde çalışılması gereken ve kabul edilebilir bir amaçmış gibi dayatılıyor. Oysa insan vücudu gün boyunca, değişen derecelerde birçok duygu yaşıyor…

Bu sorunların çoğu, hâlâ bütünsel bir ruh sağlığı eğitimine sahip olmadığımız gerçeğinden kaynaklanıyor. Eğitim sistemimiz, duyguları tanımak, birlikte oturmak ve ifade etmek için gereken kaynakları içermiyor. İnsanlar genellikle duygularını iki şekilde ifade etmek için sosyalleşiyorlar: Ya mutlular ya da üzgün. Sonuç olarak, birçok insan için endişeden üzüntüye ve kedere kadar hissedilen birçok duygu kendini öfke olarak ortaya koyar ve bu durum hepimiz için gerçekten zarar verici.

Rezilyans hepimizden beklenen standart bir tepki haline geldiğinden, bunu başaramamak, bireyde bir şeylerin yanlış olduğu anlamına gelebiliyor. Bu da bireyleri cezalandırmak için yaygın olarak kullanılan bir duygu olan “utanç” duygusunu daha da artırıyor.

Toplumsal düzeyde

Rezilyansı yalnızca kendini toparlama ve güçlü olma yeteneğiyle özdeşleştirmek indirgeyicidir. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak da marjinalleştirilmiş topluluklardan insanların, genellikle sıkıntıları için kendilerini suçladıkları bir sistemi mümkün kılmış oluyoruz. İnsanları “sorun ben değilim, sorun sistem” deme hakkından yoksun bırakmış oluyoruz. Suçu toplumu oluşturan bireylerden ziyade sistemlere ve güç yapılarına yükleme yeteneği, toplumsal rezilyansın ayrılmaz bir parçasıdır. Bunu yapabilen bir toplum; öfke ve keder gibi ortak yaşanılan duygular için güvenli bir yer bulabilir. Bunlar deneyimlendiğinde ve kabul edildiğinde, dayanışma ve dayanıklılığın itici gücü haline gelirler.

Rezilyansı, merhametten gelen dinamik bir tanımla yeniden şekillendirmek gereken dönemlerdeyiz. İçeriğine kırılganlığı ve mutlak ifadelerle düşünmekten uzaklaşmayı eklemeye ihtiyacımız var. Örneğin:

  • Zor durumdaki insanlara “yapmaları ve yapmamaları” gerekenleri sıralamak yerine onların duygularıyla baş başa kalmalarına, erişebildikleri kaynakları değerlendirmelerine ve bir sonraki adımlarının ne olması gerektiğine karar verirken onları nasıl toplumsal olarak destekleyebileceğimize dikkat edebiliriz.
  • Aktif dinleme pratiği yapmaya başlayabilir ve bireylerin ve toplulukların kendi anlatılarının uzmanı oldukları gerçeğini normalleştirebiliriz.
  • Acıya ve sıkıntıya “düzeltilmesi” gereken bir şey olarak bakmak yerine, onu olduğu gibi kabul edebilir ve çözümü ancak o şekilde bulmaya çalışabiliriz.
  • Hepsinden önemlisi, rezilyansı tanımlarken, onun mükemmel bir versiyonunun olmadığını hatırlayabiliriz. Acı ve şifa bazen öznel olsa bile toplumsal olarak şifalanma, rezilyans oluşturma sürecinin önemli bir parçasıdır. Sürecin doğrusal bir formülü olduğunu sanmak gerçekçi değildir. Süreç çoğu zaman tümsekli ve çamurludur…

Bir de rezilyansı sürekli güçlendirme fikrine değinmek yerinde olacaktır. Tıpkı çok fazla kas kütlesine sahip olmanın olumsuz bir sağlık durumu yaratabileceği gibi, çok fazla rezilyans da kötü bir şey olabilir mi? Büyük ölçekte yapılan bilimsel araştırmalar, aşırıya kaçıldığında uyarlanabilir yeterliliklerin bile uyumsuz hale geldiğini öne sürüyor. Aşırı kullanılan güçlü yönler zayıf yönlere dönüşebiliyor.

Örneğin, aşırı dayanıklılık/dirençlilik/esneklik, insanları ulaşılamaz hedefler konusunda ısrarcı olmaya yönlendirebiliyor. Yüksekleri hedefleyen veya büyük hayaller kuran kişileri kutlamaya meyilli olsak da, kişinin hedeflerini daha ulaşılabilir seviyelere ayarlaması genellikle daha etkilidir, bu da bazı şeylerden vazgeçmek anlamına gelir. Gerçekten de, bilimsel incelemeler, çoğu insanın, “sahte umut sendromu” olarak adlandırılan bir fenomen olan gerçekçi olmayan hedeflerde ısrar ederek çok büyük miktarda zaman kaybettiğini gösteriyor. Geçmişteki davranışlar, hedeflere ulaşılmasının olası olmadığını açıkça gösterse bile, aşırı güven ve temelsiz bir iyimserlik, insanların enerjisini anlamsız görevlerde boşa harcamasına yol açabiliyor.

Aynı şekilde, çok fazla rezilyans, insanları zorluklara karşı haddinden fazla kabul edici yapabiliyor. Örneğin, kötü yönetilen bir toplumda bireyler yaşananlara gerekenden daha uzun süre katlanmak durumunda kalabiliyor. İnsanlar iç karartıcı durumlarına boyun eğmiş görünebiliyor. Belki de daha az dayanıklı olunsa, yaşam koşullarını iyileştirme olasılıkları daha yüksek olabilir.

Ayrıca, umutsuz koşullar karşısında bazılarımız dayanıklılık adına duygusuz, korkusuz ve aşırı soğukkanlı hale gelebiliyoruz. Psikolojik zarara karşı korunmak için, egolarımızı yapay olarak şişiren oldukça agresif bir başa çıkma mekanizması kullanabiliyoruz.

Dirençli bir insan genellikle iyi biriymiş gibi algılansa da aslında onun gizli bir karanlık yanı var: Katı ve yanıltıcı bir şekilde esnek ve davranışsal zayıflıkları düzeltmede veya en azından iyileştirmede zorunlu olabilecek bilgilere de kapalı. Kısacası, rezilyans dediğimiz şey salt kişisel gelişim bakış açısıyla yönlendirildiğinde, bu konuda edinilen başarının ağır bir bedeli var, o da “GERÇEKLERİ İNKAR ETMEK.”

Kaynaklar:

Divya Kandukuri- The Politics of Mental Health and Well Being
Ruchita Chandrashekar- The Problem with Resilience as We Know İt
Derek Lusk- The Dark Side of Resilience

İlginizi çekebilir: Toplumsal ceza mekanizmaları: Utançtan iptal kültürüne

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

Yeni yıl hediyelerinin vazgeçilmezi Sosyopix ile anılarınızı ölümsüzleştirin

Sevdikleriniz için hediye seçmek bazen uzun uzun düşünmeyi gerektirir. Çünkü aslında aradığımız şey, sadece bir eşya değildir; bir duyguyu, bir anıyı, bir hatırlamayı karşı tarafa hissettirmektir. Tam da bu yüzden fotoğrafla kişiselleştirilmiş hediyeler, her zaman daha çok dokunur. Tek bir kare, bir gülüşün ardındaki hikayeyi yeniden canlandırır; yıllar önce çekilmiş bir fotoğraf bile açıldığında ilk günkü kadar sıcak hisseder. Sosyopix işte tam da bu noktada, o paha biçilmez anılarınızı estetik ve yaratıcı dokunuşlarla unutulmaz kılıyor.



Kişiselleştirilmiş takvimlerle zamanı anlamlandırmak

Yeni yıl, hayatımızda yeni sayfalar açmak demektir. Bu nedenle kişiselleştirilmiş takvimler, sadece günleri takip ettiğiniz bir araç olmaktan öteye geçer; umut ve güzellikle dolu bir yılın sembolü haline gelir. En güzel fotoğraflarınızla hazırlanan masa veya duvar takvimleri, sevdiklerinizin her gününe anlam katar. Her sayfa, sadece bir tarih değil, hatırlanan ve paylaşılan özel bir anı olarak kalır. Takvimi her çevirdiğinizde, geçmişin güzel anılarını hatırlamak ve geleceğe dair küçük bir mutluluk hissi yaşamak mümkündür. Bu küçük ama etkili detay, hediyenizi hem estetik hem de duygusal olarak unutulmaz kılar.



Anıların dokunulabilir hali: Fotoğraf baskıları



Bir zamanlar telefon ekranına sığdırdığınız, galeri arşivlerinizde kalan en mutlu kareleri bu yılbaşı yeniden keşfetmenin tam zamanı. Sosyopix fotoğraf baskıları, en özel anlarınızı sıcaklığını ve kalitesini koruyarak dilediğiniz formda hayat bulduruyor. İster yaz tatilinde o hiç bitmesin dediğiniz gün batımı karesini, ister kış tatilinde çekilmiş kar manzarasını seçin; retro tarzda ya da şık bir çerçeveyle hazırlatabilirsiniz.Çalışma masasında duran küçük bir fotoğraf, sizi kış tatilinin huzuruna veya yılın en güzel anılarına götürebilir. Bu yıl sevdiklerinize sadece bir hediye değil, birlikte paylaşılan özel anıları ve mutluluğu hediye edin.

Anıların estetik hali: Fotoğraf albümleri

Fotoğraf albümleri, her dönem popülerliğini koruyan ve hiçbir zaman değerini kaybetmeyen hediye seçeneklerinden biridir. Çünkü bir albüm, yalnızca fotoğrafları bir araya getirmez; aynı zamanda belirli bir dönemin, bir ilişkinin ya da bir yolculuğun hikayesini saklar. Sayfaları çevirdikçe hatırlanan detaylar, yeniden yaşanan duygular ve geçmişten gelen sıcaklık, bu hediyeyi zamansız bir klasik haline getirir.

Kişiye özel tasarlanan fotoğraf albümleri, hem estetik hem de duygusal yönüyle güçlü bir hediye seçeneği sunar. Kapak dokusundan sayfa düzenine, renk seçiminden yerleştirdiğiniz küçük notlara kadar tamamen size ait bir anlatım oluşturma fırsatı verir. Bu, sadece bir hediye değil; kendi elinizle hazırladığınız bir zaman kapsülüdür.



Anıları duvarlara taşıyan çerçeveler

Mutlu anıları saklamanın tek yolu albümlerde biriken fotoğraflar veya fotoğraf baskıları değildir; bazen evin en görünür köşesine yerleştirilen bir çerçeve de aynı etkiyi yaratır. Ölümsüzleştirilen anları çerçeveleyerek yaşam alanlarınıza sıcaklık ve derinlik katarken sevdiklerinizin her baktığında o ana yeniden dönmesini sağlar. Farklı boyut seçenekleri sayesinde ister küçük bir köşeyi canlandırabilir ister salonunuzun atmosferini değiştirebilirsiniz.  Duvarlara zarar vermeyen yapışkanlı çerçeveler ise kolay kullanımıyla, yalnızca bir dekor değil; her gün gülümseten bir anı sunar. 

Bi’kutu anı: Özel hediye kutularıyla yeni yıl coşkusu

Yeni yıl ruhunu tek bir kutuda toplamak istiyorsanız, özenle hazırlanmış hediye kutuları bunun için ideal bir çözüm sunar. İçerisinde not defterleri, yılbaşı ruhunu yansıtan kupalar, kokulu mumlar ve daha pek çok özel hediye, kutuyu açan kişinin yüzünde sıcak bir tebessüm bırakır. Böylece hediyeniz yalnızca bir kutu değil, birlikte paylaştığınız anıların sıcacık bir yansıması olur.

Siz de bu yıl, sıradanlığın dışına çıkarak sevdiklerinizin yüzünde unutulmaz bir gülümseme oluşturmak istiyorsanız, Sosyopix’in sunduğu bu kişiselleştirilmiş dünya tam size göre. Hatıralarınızı canlandırın ve onlara, her baktıklarında sizi hatırlatacak, zamana anlam katan dokunuşlar hediyeler sunmak isterseniz aradığınız her şey Sosyopix’te!





İlgili Makale