X

My Quarantine Friend’in yaratıcısı illüstratör, animatör, sanatçı ve tasarımcı Meltem Şahin röportajı

Marmaris’te doğmuş; yaşamının bir dönemini Ankara’da, bir dönemini Amerika’da, bir dönemini de İstanbul’da geçirmiş ve şu an doğduğu topraklara dönerek üretim sürecine orada devam eden; kendisini illüstratör, animatör, sanatçı ve tasarımcı olarak tanımlasa da kalıplara sığmayı reddetmiş, çok yönlü bir isim: Meltem Şahin.

İllüstrasyonlarına ve animasyonlarına yansıttığı fantastik karakterler bu dünyanın çok ötesinden gelmiş gibi görünse de, gerçekleştirdiği projeler hepimizin içinde bir yerlere dokunacak kadar gerçek ve çarpıcı. Yaptığı işlerle sadece Türkiye’de değil, Huffington Post ve BuzzFeed gibi dünyaca tanınmış mecralarda kendine yer bulan, “Sketches with+for+from ai” projesi dünyanın en büyük sanat müzelerinden biri olan The National Gallery’de sergilenen Meltem Şahin’le kariyer yolculuğuna ve ilham verici sanat projelerine dair keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.  

Öncelikle sizi biraz tanımak isteriz. İllüstrasyona ve animasyona olan ilginiz ve bu konudaki çalışmalarınız ilk olarak ne zaman başladı?

Marmaris doğumlu illüstratör ve animatörüm. Bazen de kendimi sanatçı ve tasarımcı olarak tanımlıyorum. Çok farklı alanlarda çalıştığım için kendimi nasıl tanımladığım da o aralar yaptığım projelere göre değişiyor.

Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım bölümünden fakülte birinciliğiyle mezun olduktan sonra, Fulbright bursuyla gittiğim Maryland Institute College of Art (MICA)’da illüstrasyon üzerine master yaptım. 2013 yılında, işlerim Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’nın yıllığına seçildi. 2016 yılında resimlediğim kitabım, P is for Pussy, Huffington Post ve BuzzFeed başta olmak üzere birçok yabancı basında yer aldı. 2017’de animasyon ve retro oyuncaklardan oluşan, aynı zamanda master tez sergim olan, Türkiye’deki ilk kişisel sergim “Negative Pleasure”ı İstanbul’da açtım. 2017 yılında, 22 sanatçıdan oluşan PMS adlı Türkiye’nin ilk artırılmış gerçeklik sergisinin küratörlüğünü yaptım. Animasyonlarım 6 farklı ülkede gösterildi. American Illustration, Society of Illustrators ve Applied Arts gibi dünyanın en önemli illüstrasyon yarışmalarında ödüller alıp, seçkilerinde yer aldım.

Küçük yaşlardan itibaren çizimle ilgileniyorum. Ressam olmak istemiştim, ama ailem beni grafik tasarıma yönlendirdi. Grafik tasarım da beni illüstrasyona taşıdı. Oradan da aslında tekrar resime, çizime yaklaştım, hem de bu sefer tipografi ve kompozisyon bilgilerimle. Lisans eğitimimde illüstrasyona yoğunlaşsam da, animasyon denemelerim de başlamıştı. Animasyona ağırlık vermem ise yüksek lisans eğitimim sırasında gerçekleşti.

Tasarımlarınızı özgün kılan şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Tasarımlarınızda statik görseller yerine animasyonları, gifleri, hareketli objeleri ya da kuklaları kullanmanızın özel bir sebebi var mı?

Amerika’da okuduğum bölümün adı “İllüstrasyonun Pratiği”. Bu bölümde illüstrasyonun sadece editöryal ve çocuk kitabı illüstrasyonu olmadığını; giflerin de, heykellerin de illüstrasyon olabileceğini öğrendik. Ve bu bakış açısı benim hem düşünce yapımı hem de pratiğimi çok değiştirdi. Böylece tek bir malzeme, teknik, veya yönteme bağlı kalmak zorunda olmadığımı gördüm. Ve sürekli araştırmaya, denemeye, bilmediğim sularda, teknolojilerde yüzmeye başladım.

Her yeni bir tekniğin beni sanatçı olarak geliştirdiğini düşünüyorum. Türkiye’de yetişen bir sanatçı olarak, kusurlu ve geçici olan güzelliği anan Doğu kültürü ile birlikte, Batı kültürünün idealize edilmiş güzelliğini gözlemliyorum. Çocukluğumdan beri doğu kültürüyle, evrenin tuhaflığı, ayrıntılarının güzelliği ve geçen zamanın melankolisi ile ilgilendim. Yapıtlarımda kullandığım teknik ne olursa olsun, bireyleri kendi varoluşlarından yabancılaştıran gerçek hayatın varsayımlarını taklit eden bir model yaratmaya çalışmak yerine, belirli bir ırk, sosyal statüye dahil olmayan insancıl, güzelliğin niteleyici özelliklerinden uzak, seks-pozitif tutum içerisindeki figürler oluşturmaya çalışıyorum.

“Sketches with+for+from ai” isimli eserinizin çok yakın bir zamanda dünyanın en büyük sanat müzelerinden biri olan The National Gallery’de sergilenecek olduğu haberini aldık. Birçok sanatçının hayali olan bu durum size nasıl hissettiriyor? Biraz sergilenecek olan eserinizden bahsedebilir misiniz?

Bu iş, kendi stilimi, yapıtlarımın makine öğrenimi ile simbiyotik ilişkisini, yeni dünya düzenini ve bu düzendeki konumumu anlamaya çalıştığım eskizlerden oluşuyor aslında.

 
Soldaki “Ölenle Ölünmez” adlı ilk animasyonum, diğer gerçekliklere, soyutlamalara ve/veya mikro kozmoslara açılan kemerli kapılar için bir başlangıç noktasıdır. Bu animasyondaki karakter sessiz bir gülümsemeyle inlerken, adeta bir bebek gibi başını taşır bu da hayatını, yani gerçekliğini kaybettiğini temsil eder. “Normal olmayan yeni”nin başlangıcıdır. İkincisinde, ilkini yaratan sanatçı, yani ben, kucağında kötü yapılmış bir kafa ile hareketlerini taklit ederek onlar gibi olmaya çalışır. Üçüncüsü, ilk iki varlığın makine öğrenimi algoritmasıyla yaratılan ilk çocuklardan biridir, hareketleri adeta bir yenidoğanın çırpınışları gibi merak uyandırır. Dördüncüsü, boyundaki zarif uzama dışında neredeyse tahmin edilebilir. Beşincisi ise sırasıyla birinci ve ikinci varlıkları gösteren ve sadece kafa verilerini kullanan bir çocuktur. Sonuncusu yükseliyor, neredeyse “yeni normal değil”i bırakıyor, ama yine başladığı yere geri dönüyor. Bu yapıt yapay zeka ile ürettiğim ilk büyük iş. Benim kariyerim için The National Gallery’e seçilmem inanılmaz büyük bir başarı ve bununla gurur duyuyorum.

‘Scars to be celebrated not to be stigmatized’ söylemiyle ve etkileyici animatik çizimleriyle son projeniz Flawsome animasyon serisinden biraz bahsedebilir misiniz? Flawsome animasyonlarının nasıl bir hikayesi var, nasıl bir mesaj taşıyorlar?

“Flawsome” işimi GIPHY adlı gif platformunun isteği üzerine, yeni özelliklerini tanıtmak için yarattım. GIPHY bana belli bir konu vermedi, sadece sesli animasyonlar yaratmamı istedi. Ben de bu animasyonda uzun zamandır işlemek istediğim yaralar ve izler konusunu ele almak istedim.

Güzellik algıları üzerine uzun zamandır çalışıyorum, bu konular üzerine çalışmak hem sanatımla öne çıkarmak istediğim bir konuyken, aynı zamanda bana da kendi bedenime dair güzellik algımı yeniden yazmak için çok iyi geliyor. Bu animasyon serisinde, doğum lekesinden çatlağa kadar 5 farklı izi, yarayı işledim. Bu seri aslında ilk çatlaklı olan animasyonla başladı, ergenliğimde olan çatlaklarımla barışma projemdi. Hepimizin vücudunda öyle ya da böyle olan yaraları kötülemek, kapatmak, saklamak yerine, onları sahiplendiğimiz, hatta kucakladığımız bir dünya yaratmak istedim. “Flawsome” işim aynı zamanda dünyadaki en prestijli illüstrasyon ödüllerinden Society of Illustrators’tan gümüş madalya aldı, önümüzdeki ay New York’a ödül törenine gideceğim.

Hepimizin evde olduğu karantina döneminde her adımını Instagram üzerinden paylaştığınız, gözlerimizin önünde şekillenen ‘My Quarantine Friend’ isimli, oldukça ilginç bir eser yarattınız. Bu fikir ilk olarak nasıl ortaya çıktı? ‘My Quarantine Friend’in oluşum sürecindeki deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?

‘My Quarantine Friend’ benim Covid-19 anksiyetemle doğdu. Pandemi ilk geldiğinde, dijital olarak tüm üretimlerime ara verip sadece boncuk işlemek istedim. Bu arada hiç daha önceden boncuk işlememiştim. Ve ilk işlediğim parça bir gözdü. Süreçten çok keyif alınca diğer gözü de işlemek istedim. Ve fark ettim ki, ben aslında bir karakter yaratıyorum. Yarattıkça bu karakteri benim arkadaşım olmaya başladı. İsmi de oradan geliyor. Karantina arkadaşımla dostluğum, yaratım sürecinde başladı ve bittiğinde devam ediyor. Kendisi 1.90 boylarında, kocaman biri; hatta kendine ait bir hesabı var Instagram’da. @myquarantinefriend_ hesabından takip edebilirsiniz.

Dünyanın farklı ülkelerinden sanatçıların premenstrual dönemle ilgili bakış açılarını yansıtan ve artırılmış gerçeklikle giflere çevrilen eserlerinin sergilendiği, sizin de küratörü olduğunuz OH!MY PMS projenizle ilgili nasıl geri bildirimler alıyorsunuz? Biraz bu projeden ve oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?

Premenstrual Syndrome (Regl Öncesi Sendrom), kadın bedenine ve kadınlık deneyimine dair tabuların başında geliyor. Bastırılan, göz ardı edilen, paylaşılmayan ya da tektipleştirilen bir deneyim. Sergi şu soruları düşünürken zihnimde canlandı: Halbuki tüm kadınlar aynı süreçten mi geçiyor?, Herkesin bedeni, zihni, ruhu aynı tepkileri mi veriyor?, Hem kadında, hem çevresindeki kişilerde, PMS nasıl bir deneyime dönüşüyor?

Bu sorular etrafında yaptığım çağrı ile 19 kadın sanatçıyı bir araya getirerek, Türkiye’nin ilk artırılmış gerçeklik sergisi PMS’i oluşturduk. İlki 2017’de Bant Mag işbirliği ile Bina’da, ikincisi 2018’de Gülbaba Music işbirliği ile Bomontiada A Corner in The World’te gerçekleşti.

Farklı ülkelerden, sosyo-kültürel çevrelerden olan sanatçılar, üretimleri ile PMS’e dair farklı deneyimleri seyircilerin “deneyimlemesini” sağladı. İki sergide de, giflerin hareketsiz görüntülerinden oluşan posterler, sergi için yaratılan mobil uygulama sayesinde hareketli giflere dönüştü ve seyirciyi PMS deneyiminin içine çekti. Şimdi ise, PMS’in üçüncü versiyonunu, 22 yeni sanatçının üretimi ve yeni bakış açısı ile daha fazla kişiye ulaşmak için yeniden tasarlıyoruz.

Tez konunuz da olan Negative Pleasure projenizin nasıl bir içeriği vardı? Sonrasında bunu bir seriye çevirme ve sergileme fikri nasıl gelişti?

Master tez projemin adı “Negatif Haz” idi. Ünlü filozof Kant’tan ödünç alınan negatif haz, yüce bir deneyimdir. Yüce duygu, ezici korku ve ezilmiş olma, haz ve acı arasında bir tür sürekli gidip gelme halidir. Sergideki işler üç büyük filozof Gilles Deleuze, Friedrich Nietzsche ve Maurice Merleau-Ponty’nin düşüncelerinin bir yansıması olarak tasarlandı. Toplamda on iş vardı ve her biri bir alıntıya karşılık geliyordu.

Sergide iki tane animasyon, dört tane mekanik, dört tane de elektronik oyuncak vardı. Aynı zamanda bu anlamlı katmanlar işlerin farklı medyalarda devam eden görselliği, renk seçimleri, motorların sesleri ve çok değerli besteci arkadaşım Mert Kocadayı’nın sergim için yarattığı müzikle bütünleşiyor, bir oluyordu.

Optik illüzyon oyuncakları, animasyonun ve hattâ filmin atası. Kukla da gölge oyununa, bir başka illüzyona referans veriyor. Sergide olan tüm işler animasyon prensibi üzerinden çalışıyor. Konu edilen filozoflar da bir sonuçtan öte bir oluştan bahsediyorlar. Animasyonların, oyuncakların bu döngüsü; bitmeyen dairesel hareketleriyle bu düşüncelerle örtüşüyor, onları destekliyor, öne çıkarıyor. Bir yandan da bu “geçmiş” dolu oyuncaklar, üç boyutlu yazıcıdan, lazer kesimden yapılmış, Arduino’ya bağlı devrelerle çalışıyor. Bu tezatlar ve analojiler bir seyahate dönüştürüyor sergiyi, işleri bir bütüne dönüştürüp ayırıyor ve sonra tekrardan bağlıyor.

Bu sergi dediğiniz gibi yüksek lisans bitirme sergimdi, aynı zamanda Amerika’daki ilk solo sergimdi. Bir yıl sonra, 2017 yılında Negatif Haz’ı, içindeki işleri geliştirerek bu sefer de Mixer’de İstanbul’da açtım.

Tüm bu işlerin yanı sıra Bey Karaköy’le yaptığınız işbirliğinde iddialı çizimlerin olduğu tasarımlara imza attınız ve son olarak Islandman’in yeniden yorumladığı Âşık Veysel’in Kara Toprak parçası için hazırladığınız Instagram filtreniz büyük beğeni topladı. Biraz da bu işbirliklerinizle ilgili bilgi alabilir miyiz?

İşbirliklerinde çalıştığım topluluk, kişi veya markalarda, hep projenin benim değerlerimle örtüşüp örtüşmediğini tartarım en başta. Kadın, queer, ve son zamanlarda iklim ile ilgili konularda işler üretiyorum. Islandman ile olan proje beni iklimden yakalarken, Bey ile yaptığımız proje de beni kadın konularından yakaladı.

 
Bey ile yaptığımız projede benden istenen, kadınların gücünü gösterebildiğimiz vahşi, kanlı ama tatlı illüstrasyonlardı. Ben de elimden geldiğince farklı kültürlerden, etnik kökenlerden kadınları farklı sahnelerde çizerek projeyi zenginleştirmeye çalıştım.

Kara Toprak işinde de, lisede okuduğumuz ve benim ölümle ilişkilendirdiğim, aynı isimli şiirin/türkünün aslında ne kadar çevreci bir anlatıma sahip olduğunu anladım. Toprağın kutsallığını, verimini ve insan hayatındaki önemini vurgulayan bu yapıtı ve Islandman’in bu yapıt üzerine çıkardığı nefis parçayı olabildiğince, kendi tarzımla öne çıkarmaya çalıştım.

Bugüne kadar üzerinde çalışırken en keyif aldığınız projeniz hangisi oldu?

Genelde son bitirdiğim proje en keyif aldığım iş oluyor. Projelerimde hep fikir bulma aşamasında huzursuz ve tekinsiz sularda takılırım. Üretim kısmında biraz rahatlarım ve bittiğinde geri dönüp baktığımda çok mutlu olurum. İnanarak, duygusal olarak bağlanarak yaptığım için projeleri, kendimi en son neyin içine kapattıysam, en keyifli alanım orasıdır o anlık.

Biraz da yeni projelerinizden bahsedebilir misiniz? Okuyucularımızın yaptığınız işleri takip edebilecekleri bir platform var mı?

Bu aralar Funky Nap diye bir markayla bu topraklardaki Kozmogenesis, yaratılış efsaneleri üzerine; su, toprak, ve hava olmak üzere 3 koleksiyon hazırlıyoruz. Üniversitedeyken bitirme tezim de bunun üzerineydi ve bu topraklardaki o zengin efsanelerin, mitlerin hem Türkiye’de, hem de dünyada daha fazla bilinmesini arzuluyorum.

Bu projeden önce de en son Paperstreet ve İsrail konsolosluğundan Elazar Zinvel ile “Tell me your Story” isimli çok güzel bir kitap projesinde yer aldım. Tell Me Your Story, 20 sanatçının çocukluk hatıralarının yer aldığı, katılımcı bir sanat projesi. Projede 10 Türkiyeli, 10 İsrailli sanatçı, çocukluk anılarını eşleştirildikleri partnerleriyle paylaştı; ardından her sanatçı partnerinin hikayesini kendi özgün diliyle resmetti. Yıllardır aslında başka insanların fikirlerini resimlemeye çok alışkınım. Ama o başkaları hep yazarlardı. Bu projede ile ilk defa bir illüstratörün fikirlerini, çocukluk hayallerini resmettim. Ve çok büyük keyif aldım.

Beğendiğiniz ya da rol modelim diyebileceğiniz illüstrasyon sanatçıları var mı?

Lisedeyken Bant Mag’de Sadi Güran’ın illüstrasyonlarına bayılırdım, hatta illüstrasyon kavramını Sadi’den öğrendim. O yüzden o zamanlar tanışmasak da, Sadi bu konudaki ilk rol modelim diyebilirim. Daha sonrasında da Maryland Institute College of Art’a illüstrasyon üzerine master yapmaya gittiğimde, neredeyse tüm sınıf arkadaşlarımdan çok etkilendim. Sınıftaki herkes, üst sınıflar dahil hem rol modelim, hem de arkadaşım oldu. Bölümün özünde amaçladığı da buydu zaten, öğretmenlerimizden çok, sınıf arkadaşlarımızdan öğrenmemiz.

Günlük yaşantınızda en çok nelerden ilham alıyorsunuz?

Ben sanırım en çok dinlediğim müziklerden, okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden, sevdiğim insanlarla sohbetlerden ilham alıyorum. Ya onların öne sürdüğü bir fikir, ya da bende yarattığı bir duygu beni tetikliyor iş yaratmak için. Elimden geldiğince illüstrasyon ve animasyon gibi işler yerine, kendi pratiğim dışındaki işlerden beslenmeye çalışıyorum. Böyle olunca kendi özümü daha iyi yansıtabildiğimi düşünüyorum.

Rutininizde en çok keyif aldığınız ve yaratıcılığınızı beslediğini düşündüğünüz aktiviteler neler?

İstanbul’dan Covid nedeni ile Marmaris taraflarına taşınınca fark ettim ki, ben aslında en çok fikirlerimi toplu taşımada bulabiliyormuşum. Kafamı cama dayayıp, şehri ve insanları izlerken zihnimde yeni fikirler doğuyormuş. Bu taraflarda öyle bir deneyim yakalayamadığım için, ben de bir benzerini, hatta benim için daha keyiflisini, doğa yürüyüşlerinde yakalayabildiğimi fark ettim. Bazen tek başıma, bazen de başkalarıyla sessizce yürümek beni inanılmaz besliyor.

Yaratıcılığını beslemek ve vizyonunu genişletmek isteyen okuyucularımıza önerileriniz neler olur?

Bence demin de bahsettiğim gibi, kendi pratiğinin dışında bir konuya ilginin olması, o konuda kendini geliştirmen çok değerli. Birçok farklı konuda kendimizi geliştirmeyi, interdisipliner yaklaşımları çok değerli bulurken, bir yandan da ilgi süremizin saniyelere düştüğü, Google arama motorunun bir uzvumuz olduğu bu dünyada yüzeysel kalmamaya dikkat etmeliyiz. Çok çeşitliliğimizin, çok yönlülüğümüzün yanında, öğrenmek istediğimiz, derinleşmek istediğimiz bir konumuzun olması da çok önemli bence.

Son olarak Uplifers ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Uplifers’la yaklaşık 4 sene önce tanıştım. Konuların çeşitliliğinin yanı sıra, iyi yaşam trendlerini güvenerek ve zevkle takip edebildiğim bir platform.

Meltem Şahin’i ve güncel projelerini Instagram’da takip etmek için tıklayın. 

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 

Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 

Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale