X

Maksut Aşkar’la Neolokal mutfağı ve iş yaşamına dair ufuk açıcı bir sohbet

Maksut Aşkar Türkiye ile yurtdışı arasında mekik dokurken onu bulmak hiç de kolay olmadı. İçinde olduğu sektörde, yenilikleri takip etmeyi de asla bırakmadan, özgün olanı üretmeye devam ediyor ve ekliyor “En kötü müşteri şikayet etmeyen müşteridir.” (Röportaj Şalom Dergisi’nde de yayınlanmıştır.)

Biz çocukluk dinlemeyi seviyoruz. Nasıl başladınız?

E doğumdan başladık. (Gülüyor.)

Haklısınız. Ben de kötü sordum. Gastronomi dünyası ile buluşmanızı ve profesyonel anlamda ilk yemek yapmanızı sordum aslında.

Profesyonel anlamda, yani aşçı olarak yemek pişirmeye başlayalı 14 sene oluyor. Ama 28 senedir de sektördeyim.

Sektöre giriş nasıl gerçekleşti?

Aslında hikaye şöyle: Ortaokulda çok çalışkan bir çocuktum. Sessiz sakindim ve Meslek Lisesi’nde Bilgisayar Elektronik yazmaya niyetliydim. Babamın kuzeni “Yükselen yıldız turizm, turizm yaz.” dedi ve ben de onu dinledim. Bu kararım on dört-on beş yaşıma dayanıyor. Böylece turizm bölümüne girdim. Hemen arkasından da on altı yaşımdan itibaren stajlar yapmaya ve ekstralarda çalışmaya başladım.

28 senenin ardından şimdi çeşitli çevresel duyarlılık alanlarında da duruş sergileyen bir isimsiniz. O zaman hemen soralım: Köken.İst’le neler yapmayı planlıyorsunuz?

Açıkçası Köken.İst uzun zamandır hayal ettiğimiz bir oluşumdu. Biz NeoLokal olarak farkındalığı artıran bir ürün tasarlayalım istedik. Çünkü ürünü direkt tedarik edebildiğimiz üreticileri de ön plana çıkarmaya ihtiyacımız var.

Belki de en doğrusu Köken.İst’i bir rol model olarak görmek…

Kesinlikle. Biz Köken’i bir rol model olarak tasarladık. İsim olarak İst alması İstanbul’da, yani İstanbul’dan doğduğu için. Hatta belki de Köken’i bir duruş olarak düşünmek ve böyle ifade etmek daha doğru olur. Çünkü Köken’le ilgili bir ürünü NeoLokal de tasarlayabilir, başka bir şef de tasarlayabilir. Burada önemli olan insanları bir araya getiren bir marka olmasını istemiş olmamız.

Peki, tüketicinin doğru kaynaklara ulaşması için onları nelerle destekliyorsunuz?

Bizim yapmak istediğimiz şu: Diyelim ki Köken’in bir ürününü aldınız. Bu ürünün arkasında bir kod oluyor. Burada da ürünün üreticisi ve malzemenin tedarikçisi ile alakalı bilgileri paylaşacağız. Hatta onlarla iletişim yolunu açacağız.

Bu arada bugün artık GDO’suz ürünlere ihtiyaç duyuluyor. GDO’suz ürün bulmak ve kullanmak için nasıl bir farkındalık yaratabiliriz?

Aslında burada sorun, farkındalığın olmaması değil. Yani, asıl sorun, günümüzde GDO’nun ne olup ne olmadığına dair bir bilinçsizlik değil. Artık bu biliniyor. Ancak günün sonunda kapitalist sistem ve konvansiyonel mekanizma insanları sağlıklı ürünlere ulaşmalarındansa, her şeyin daha hızlı tüketildiği bir sisteme ikna etmeye çalışıyor. Bu noktada da insanlar alım güçlerine yetecek kadar sağlıklı ürünle karşılaşamıyor. Dolayısıyla bugün domatesin fiyatı tartışılabiliyor. Biz de genç nesile bunların ayrımını sağlıkla yapabilecekleri bir sistem yaratarak, örnek olmaya çalışıyoruz.

Genç kuşağın hepsine ulaşmak mümkün mü? Çok farklı yerden yetişen bir genç kuşak da var çünkü…

Normal olarak tüm genç kuşağa ulaşamazsınız tabii ama sizin etrafınızda dokunabileceğiniz gençlere dokunabilirsiniz. Bunu hedefleyerek, biz de elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

Bu arada GDO’suz ürünlerden söz açılmışken gıda mühendisleri ile de çalışıyor musunuz acaba?

Birebir gıda mühendisi ile çalışmıyoruz ama bir gıda mühendisi danışmanımız var. Çünkü tabii ki biz de kendimizi daha iyi bir yere getirebilmek için bir bilene danışmaya ihtiyaç duyuyoruz.

Bir uzmanla çalışmak ne kadar önemli, değil mi?

Olmaz mı? Bizim ülkece en büyük eksiğimiz bu. Bir de biz özellikle işlerde, uzmana verdiğimiz değerin para karşılığını vermekte de zorlanıyoruz. Bu yüzden maalesef bu konuda geri kalmış ve düzeltilmesi gereken bir yönetim olduğunu belirtmeliyim.

İstanbul’daki ilk restoranınız nasıl bir rüyanın ürünüydü?

Uzun bir geçmişi var. Eskiden orası Sekiz İstanbul’du. Ben 2007’de otel ve restaurantlara danışmanlık yaptığım bir dönem Alaçatı’da bir mekana çekim yapmaya gittik. O sırada da Hacımemiş’teki tek bir mekan vardı ve ben o mekana hayran kaldım. Sahibi birlikte çalışmayı teklif etti bana. Kabul ettim ve üç ay oranın mutfağında şahane vakit geçirdim. Mekanı çok sevdiğim ve oradan döndüğümde girişimci bir kişilik de olduğum için aynı mekanı İstanbul’da açmaya karar verdim ama bazı anlaşmazlıklardan dolayı tek başına açmam gerekti. Üstelik herkesin rahatlıkla girip çıkamadığı, Beyoğlu’nda biraz karanlık bir sokakta girişmiş oldum bu işe. Benim için çok değişik bir başlangıç olduğunu itiraf etmeliyim.

Süreç nasıl ilerledi?

Sırf yemek değil, o dönemin ünlü DJ’lerinin de gelip haftada üç gece müzik yaptıkları bir alan yaptık. İki sene çok başarıyla sürdü. Ben de bu süreçte kendimi bu işi yapabilir miyim konusunda ikna etmiş oldum. Ancak işletme sahibi değişince mekandan ayrılmak zorunda kaldım ve Nu Pera’nın içinde Lilbitz isimli küçük bir mekana geçtim. Yirmi kişi ile başlayıp yirmi dört kişiye çıkardığımız bir mekandı.

Kendi lezzetlerinizi oluşturmaya başladığınız yer orası sanırım, değil mi?

Evet, evet. Kendi mutfağımı yabancı malzemelerle yaratmaya orada başladım.

Sizin lezzetlerinizi nasıl tanımlayabiliriz?

Başka bir şeyden ilham almanıza gerek kalmadan tasarladığınız yiyecekler olarak tanımlayabilirim sanırım. Başka mutfakların tekniklerini yorumlayıp, kendi malzemelerimi harmanlıyordum. Yeni şeyler tasarlıyordum. Bana göre belki çok kimliği olmayan ama tarzı olan bir işletmeydim. Dışarıdan nasıldım değil yani bu benim bakış açım.

İlk kez tadım menüsü veren de sizsiniz, değil mi?

Evet. Şehirde daha önce yapılmamış bir şeyi yapma derdindeydim ve yenilikçi biri de olduğum için yurtdışında olan bitenleri takipteydim. Çünkü daha önce yapılan şeyleri yapmak bana sıkıcı geliyor açıkçası.

Bu sebeple mi başladı Sekiz İstanbul dönemi?

Olabilir. Ama ben artık bu işletmenin zamanı doldu diye düşünürken, bir yılbaşı akşamıydı hatta ve içeride tek Türk müşteri yoktu, kendime demek ki bir işletme olarak yeterince güveni verememişim diye serzenişte bulunduğumu da hatırlıyorum. Sekiz İstanbul biraz da öyle bir dönüşüm hikayesi.

Sekiz İstanbul’un mimari olarak da hikayesi var…

Sekiz İstanbul’un olduğu yer önceden Sekiz diye bir restorandı. Rahmetli Aliye Turagay’ın mekanıydı. Onlar satınca, satın alan bir buçuk sene tadilata sokuyor ve o restaurantı benimle yapmak istiyor. İsminin hikayesi de anlamlıdır. Otel yedi odalı burası da sekizinci odası gibi düşünülmüş. Ama sonradan inşaat yenileniyor ve iki kat daha çıkılıyor. Böyle de bir mekansal dönüşüm. (Gülüyor.) Sekiz isminden Sekiz İstanbul’a dönüşmesi bu kent mimarisi sonucu yani.

Ama Sekiz İstanbul’un bir sene sonra Neolokal’e dönüşmesi sizin mimariniz, değil mi?

E tabii. Bir senede müşterilerin güvenini kazandık ve organik bir dönüşüme hazırlanmış olduk.

Müşteriler ne bekliyor en çok? Özellikle de bu şehirde…

Şunu unutmamak gerek. En iyi müşteri şikayet eden müşteridir. Başınıza gelebilecek en kötü şey memnuniyetsizliğini dile getirmeyen müşteridir. Çünkü memnuniyetsizliğini dile getirmeden, sizin kendinizi geliştirmenize izin vermeden o işletmeye gitmeyi kesen müşteri başınıza gelebilecek en büyük tehlikedir. Misafirlerinizin ne hissettiğini onlar işletmedeyken keşfedebilmeniz gerekir. Bu bir servettir. Bu da onlarla doğru iletişimde olmanızdan geçer. Biz de bu bir sene buna çalıştık.

Siz kimlerle çalışmayı tercih ediyorsunuz?

Bu yıllar için tabiki gelişti ama şu an Neolokal için konuşmam gerekirse aileye bir aile bireyi alıyor gibi hissediyorum. Bu da öyle kolay değil. CV ile ailenize kız kardeş alıyorsunuz gibi bir durum.

Bunu nasıl yapıyorsunuz?

CV ile değil de, bizde daha önceden de staj yapan arkadaşlarımızı gerekli pozisyonlara alarak, bu ekip ruhunu yaratmayı hedefliyoruz.

Aşçı yetiştiriyorsunuz yani… Sahi, akademiye nasıl bakıyorsunuz?

Çok önemsiyorum. Toplumun en küçük çekirdeği ailede başlayan eğitim size verilmediyse sonradan tekrar o eğitimin alınması gerekiyor. Çünkü biz işletmelerde de büyük bir şehirde aileyi yaşatmaya çalışıyoruz ve buna ayak uydurup, uygun davranabilmek doğru eğitimden geçiyor.

Asıl hedefi nedir Maksut Aşkar’ın?

Benim için iyi birer rol modeli olabilmek çok önemli. Dünyanın en büyük restaurantı olmak gibi bir derdim yok ama benimle çalışıp sonradan başarılı olmuş şeflere yol açmak manevi açıdan daha büyük derdim.

Son derece girişimci biri olarak yeni girişimcilere ne tavsiye edersiniz?

Ben çok iyi bir örnek değilim, hatta aptal bir girişimciydim. Ama girişimci olmanın özünde cesaret var, o sebeple cesur olsunlar. İçinde buldukları dönemin koşullarına en uygun olacak şekilde harekete geçsinler.

Pandemide sudan başınızı yepyeni uygulamalarla çıkardınız…

Evet, özellikle Foxy’de çalışanlarımız işi bırakmasın diye Fuddy gibi servisleri kullanarak, sistemi değiştirmeye ve bu bahsettiğiniz alternatif çözüm ortaklıklarını denemeye çalıştık. Ama Neolokal’de paket servisi kendi bildiğimiz yöntemle yaptık. Günde maksimum yirmi kişiye servis vereceğiz diyerek işin içinden başarıyla çıktık.

Son olarak NFT yaratıcılığınızda neler oluyor?

Kripto dünyası ile herkes gibi ben de ilgileniyorum. Orkun Bulut’un kurduğu bu sistemde non fungible token’ın gastronomi yan etkisini yaratmak ve bunu da bir deneyimle birleştirmek istedik. Beş tarifimizi satışa sunduk. Siz bunları satın aldığınız zaman beraberinde hem bu izlediğiniz tarifi satın almış, hem de benimle bir gün mutfakta olma deneyimini yakalamış oluyorsunuz.

Siz de kendinizi bu yolla mutfaktan çıkarıp eğitmen kimliği almış oluyorsunuz galiba…

Evet. Ama bir yandan da bunun şöyle bir handikapı var: Edindiğiniz bu deneyimi kripto dünyasında deneyimlediğiniz için tekrar satabilme şansınız yok. Tamamen non fungible yani.

Ne kadar çok şey öğrendik sayenizde. Bu keyifli röportaj için teşekkür ederim.

İlginizi çekebilir: Selçuk Yöntem’le Amadeus üzerine keyifli bir sohbet

Günsu Özkarar: 1987 Ankara doğumluyum. 2008 yılında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Viyola Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldum. Ardından İsviçre’de Hocshule der Künste Bern’de yüksek lisansımı tamamladım. Yüksek lisansım sırasında Orchester der HKB, Schweizer Jugend Sinfonie Orchestra, The Women Orchestra of Switzerland’da çalarak, Christopher Warren­Green, Bruno Weil, Daniel Klajner, Jos van Immerseel, Kai Baumann gibi orkestra şefleriyle Avrupa’nın farklı şehirlerinde konserler verme deneyimi edindim. Tatjana Masurenko, Michael Kugel, Ruşen Güneş, Çetin Aydar, Danel Quartet, Marco Misciagna, Michel Michalakakos, Apple Hill Quartet, Siegfried Führlinger gibi hocaların ustalık sınıflarına katıldım. The World Youth Orchestra, The World Orchestra, Greek Turkish Youth Orchestra, Bilkent Youth Symphony Orchestra, Bilkent Youth Virtuosos, Jungenc Philharmonic Orchestra, AIMA Festival Orkestrası gibi ensemble/ orkestralarda ve Young Euro Classic, Schloss/Beuggen International Music Fest, Schlern International Music Fest, Bayreuth Youth Talented Artists ́s Music Fest, The Turco-British Association Bach Günleri, Datça Uluslararası Müzik Akademisi, T.R.N.C. Malta Dostluk Günleri, Klasik Keyifler Oda Müziği Festivali, Uluslararası Istanbul Müzik Festivali, Uluslararası D - Marin Klasik Müzik Festivali, AIMA Ayvalık Müzik Festivali ve Cervo International Music Fest gibi etkinlik ve festival konserlerinde yer aldım. İstanbul’a taşındıktan sonra CRR, AIMA Orkestrası, Orkestra Sion’da çalıştım. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Doçent Beste Tıknaz Modiri ile Sanatta Yeterlilik çalışmalarımı tamamlayarak, Okan Üniversitesi’nde öğretim görevliliğine başladım. Bitirme tezim “Tarihsel Süreçte Gelişen Viyola Ekolleri” kitap olarak yayınlandı. Trio Pax, Trio Tını gruplarının yanı sıra Okan Üniversitesi Orkestrası’nda üç yıl öğretim görevlisi olarak çalıştım. Psikoloji ve edebiyat her zaman ilgi alanım oldu. Çeşitli yaratıcı yazarlık kursları ile birlikte psikanaliz de gördüm ve bu sürecin ardından farklı dergilerde yazılarım yayınladı. Şimdi Milliyet Sanat, SanatAtak dergilerinde düzenli yazmaktayım ve Mayıs'ta İkinci Adam Yayınları’ndan çıkacak Küflü Virgül isimli ilk öykü kitabımı beklemekteyim.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 

Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale