X

“Kişisel olarak algılamama” sanatı

“Hayat beni neden yoruyorsun?”

Hepimiz mutlaka gün gelmiştir bu cümleyi kullanmışızdır; hayat beni neden yoruyorsun? Hayat bize oysa toz pembe anlatılmıştır değil mi? Öncelikle herkes bizi sevmelidir veya sevilmek için girmemiz gereken bazı kalıplar olduğunu yavaş yavaş öğretirler bize. Çocukken “iyi” bir öğrenci veya “iyi” bir çocuk oluruz. Sonra yıllar geçtikçe hayatın o derece toz pembe olmadığını, aslında belki olduğumuz gibi sevilemeyeceğimizi de görürüz. Örneğin; çok aşık olduğumuz adam bir gün gidiyorum der ve o güzelim hayallerimizi de alarak beraberinde götürüverir ya da annemiz ve babamız “geçinemiyoruz, ayrılıyoruz” diye karşımıza çıkıverirler ve her günümüzü geçirdiğimiz “aile” kavramının anlamı bir anda değişiverir hayatımızda…

İşte bu akışta kendimizce öğrendiğimiz öyle bir ders vardır ki, bu hepimizin hayatlarımızda, tercihlerimizde, ilişkilerimizde ve yürüdüğümüz tüm yollarda çok önemli bir rol oynar… Aslında bizler fark etmeyebiliriz, bazen çok yakından bakmamız gerekir. Bu öyle bir anlayış halidir ki, kendimizi “olduğumuz her şey” ilan ederiz, mesela sevilmeye layık olmayan kadın, beğenilmeyen kız arkadaş, yeterince zengin olmayan damat adayı veya hayat boyu şansın yüzüne gülmediği hayalleri olan bir genç…

Başka neler vardır? ‘Pınar kafamızı karıştırdın’ diyeceksiniz. Şöyle anlatayım; benim hayatımda bu içimdeki “kişisel algı” düşmanını keşfetmem epey zamanımı almıştı. Bir kez ego ile birleştiğinde adeta taarruz kuvvetler gibi tüm duygularımızı eline geçirebilir. Yaşadığım boşanma durumundan sonra o derece kırılmıştım ve o derece “kişisel algılar” olmuştum ki, ofisteki arkadaşlarımın gülüyor olması belki benimle alay edildiğinin göstergesiydi. Bana nasıl olduğumu soran arkadaşlarımın benimle zaman geçirmek istemeleri, belki bana acıdıklarının göstergesiydi, bana yardım etmek isteyen sevgili ailemin çabaları belki beni düşkün bulduklarının göstergesiydi, beni apaçık başka bir kadın ile aldatmış olan o çok aşık olduğum adamın bu tercihi, benim sevilmeye ve beğenilmeye layık olmadığımın göstergesiydi…

O kadar çok boşluk doldurmuştum ve o derece “kişisel algılama” denizinde boğulmuştum ki, yolda yürüyen tanımadığım insanların dönüp yüzüme bakmaları bile bir noktada canımı acıtır olmuştu. Çünkü başıma gelenler kişiseldi, sırf “ben” olduğum için yaşanmaktaydı, yani benim yerimde başka bir kişi olsa böyle olmayacaktı. “Ben” o layık olmayan, yanında zaman geçirmeye bile zahmet edilmeyecek, ben o sevilmeyecek olan, ben o yaşanan her şeyin “kişisel olarak” vücut bulmuş haliydim…

Kişisel algıyı nasıl kontrol edebiliriz?

Bu algıyı öncelikle fark etmem ve daha sonra “kişisel algıdan” çıkartabilmem çok uzun zamanımı almıştı ki halen bazen kendimi bu “kişisel algılama” kavramının pençesinde bulduğum olur. Bir düşünelim, eşimiz o gün evden ayrılırken belki her gün yaptığı gibi bizi öpmemiştir ve acele ile çıkmıştır, ne düşünürüz? Ben sizin için boşlukları “kişisel algı” dilinden doldurayım: “Beni artık sevmiyor mu, neden beni öpmedi, her sabah yaptığını bu sabah neden yapmadı, benden uzaklaştı mı, bana alındı mı, neden beni beğenmiyor?” ve daha niceleri. Oysa sadece hızlıca servise yetişebilmek amacı ile anın karışıklığında atlanmış olan bir durumu yorumladık sizlerle sadece… Gerçekler ile “kişisel algılayarak” doldurduğumuz o boşluklarımız arasında işte bu derece büyük farklılıklar vardır…

Hemen bir örnek daha verelim, çokça karşılaştığımız bir durumdur; henüz görüşmeye başladığımız kız arkadaşımızı aramadan mesaj göndeririz ve hemen karşılığında cevap alamadığımızda yine “kişisel olarak algılayarak” boşlukları doldurduğumuz alanlar başlar. “İlişkimizi ağırdan mı alıyor, beni seviyor ama sevdiğini göstermiyor mu, başka biri ile mi mesajlaşıyor, benim mesajlarıma neden cevap verilmiyor?” gibi ve birçok farklı versiyonunu burada sıralayabiliriz.

Ne yazıktır ki bizler en çok da ilişkilerimizde bu “kişisel algılar” ile doldurduğumuz boşluklarla birbirimizden uzaklaşırız, çünkü aslında karşımızdaki sadece “gerçekten’”demek istediğini demekte ve bizler ise “anlamak istediğimizi” anlamaktayızdır. Biz kişisel olarak algıladıkça gerçeklere “olduğu gibi” bakamayız. Örneğin aldatılmak durumu; bunun açıklaması A veya B kişisi ile ilişkili “daha az aldatılmak” ya da “daha çok aldatılmak” gibi bir ölçümü yoktur. Bu bir oluş halidir, olan bir ilişkinin bitişidir, fakat biz ısrarla “kişisel olarak algılamaya” devam ederek neyi sorgularız: “O kişide bende bulamadığın ne buldun?” – Yani yine aldatılmak durumu yerine “kişisel algılama” anlayışımızın ego ile birleştiği bu akışta sıkışıp kalmışızdır. Alacağımız cevap her ne kadar bizleri tatmin etmeyecek olsa da ısrarla öğrenmek isteriz, o kişide “bizde olmayan” (işte o muntazam kişisel algılama vurgusu) neyin olduğunu…

Bakın sevgili Don Miguel Ruiz güzel eseri Dört Anlaşma”, o bizim muhteşem “kişisel algıladığımız” ile her an bizlere “hayat beni neden yoruyorsun” dedirten şanssızlıklarımız ve tercihlerimiz yani can-ım hayatımız hakkında vardığımız bu “kişisel algıları” nasıl yorumluyor:

“…Sizi caddede gördüğümde, tanımadığım halde “hey, sen bir aptalsın” desem bu sizinle değil benimle ilgilidir. Eğer bunu kişisel algılarsanız, aptal olduğunuza bile inanabilirsiniz. Belki de şöyle düşünürsünüz: “O aptal olduğumu nasıl biliyor? İçimi mi görüyor, yoksa herkes ne kadar aptal olduğumu görebiliyor mu?”

…Diğer insanlar merkeze sizi koyan hiçbir şey yapamaz. Yaptıkları her şey kendileri ile ilgilidir. Herkes kendi rüyasını yaşar, kendi zihinlerinde oluşturduğu rüyayı yaşar. Bu rüyalar bizim rüyalarımızdan tümüyle farklıdır.

Bir şeyi kişisel algıladığımızda, onların bizim dünyamızın nasıl olduğunu bildiklerini var sayarız. Ve kendi dünyamızı onların dünyasına empoze etmeye çalışırız.

Durumun son derece kişiselmiş gibi göründüğü anlarda bile, başkaları size direkt olarak, hakaret ediyor olsa bile yine de sizinle ilgisi yoktur. Söyledikleri ve yaptıkları şeyler, dile getirdikleri fikirler, kendi zihinlerinde yaptıkları anlaşmalar doğrultusundadır. Kişilerin bakış açıları, ehlileştirme sürecindeki programlamalarından oluşur.”

Bizler için özellikle ilişkilerimizde en önemli kavram “karşımızdaki” kişinin fikirlerine göre onun düşüncelerini “kişisel olarak algılayarak” bu anlayışa bürünmemiz durumudur. Herhangi bir insanın bizler hakkında varacağı yargı veya düşünceler ancak kendisinin “algı” sistemi çerçevesindedir ve yine bizlerin bu düşünceleri “kişisel” olarak kabul etmemizi gerektirmez. İşte Don Miguel Ruiz, bu çok önemli eserinde bu durumu bizler için muhteşem şekilde açıklamıştır:

“…Birisi size, “hey sen, çok çirkinsin” dese bile, bunu kişisel algılamayın. Çünkü gerçek şu ki bu kişi kendi duygu, düşünce ve inançlarını ifade ediyor. Bu kişisinin size gönderdiği zehri kabul edip etmemek kişisel algılamayla ilgilidir. Eğer zehri kabul ederseniz, onu size ait kılarsınız.

…Kişisel algıladığınızda, söylenenlerden rahatsızlık duyarsınız ve kendi inançlarınızı savunarak tepki gösterirsiniz. Bu tepkiyle çelişkiler ve çatışmalar yaratırsınız.”

İlişkilerimizde en önemli kavram bizlerin durumlara, kişilere ve olaylara bakış açılarımızdır. Başka bir kişinin hakkımızda verdiği hüküm veya davranışı sadece olduğu gibi kabul etmemiz gereken bir oluş halidir. Bunu “kişisel olarak algıladığımızda” yani kendi zihnimizde çarpıttığımızda, olumsuz taraflarını olduğu gibi kabul ettiğimizde ve içselleştirdiğimizde aslında sadece diğer bir kişinin “yargısına göre” şekil almış bir hamur gibi oluruz, oysaki bizler birer heykel kadar muhteşem ve görkemliyiz. Bizim seçimlerimiz nasıl kişiliğimizi, hayatta önceliklerimizi ve “kendimiz” olmayı yansıtıyor ise, çevremizden bize ulaşan tüm sesler de böyledir. Kişisel değildir, kaynağı ile ilişkilidir.

Bu yazımda bana eşlik eden sevgili sizler, bugün kendinize bir iyilik yapın. Kişisel olarak algılayıp da yıprattığınız kendinizle yüzleşin, bir anlaşmaya varın. Hayatınızda hiçbir şey “kişisel” değildir, hayat sizi “yormamaktadır” sadece olup akmaktadır… Karşılaştıklarınız aslında “kaynaklarına’”aittir; bu bazen aldatılmak, bazen aldatmak, bazen ayrılık, bazen birleşmek ve bazen de sevsek de söyleyememek olabilir ve bunların hepsi de yine “kişisellikten” bağımsız olarak yaşamın güzelim parçalarıdır.

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale