Joker filminden çıkarılması gereken mutluluk dersi: “mış” gibi yapmak yerine, duygunuzu yaşayın

Çocukluğumuzun anti kahramanı Joker, kendi adıyla beyaz perdede yerini alan son sinema filminde, mutluluk arayışımızdaki yanlışla ilgili bize nasıl bir mesaj veriyor?

Arka planda haber spikeri şehirde yaşanan rahatsız edici sorunlardan bahsederken kamera yavaşça aynada palyaço makyajını yapan Arthur’a (Joker) doğru yaklaşır. Arthur makyajını bitirir ve aynada kendine bakarak önce elleriyle ağzını yukarı doğru çekerek yüzünü güldürür, sonra yine elleriyle ifadesini tersi yönde değiştirir…

Sanki doğru ifadeyi yansıtmak ister gibidir. Ama en sonunda yine kendini ellerinin zoruyla güldürür. Gülerken gözünden büyük bir yaş damlar, palyaçonun siyah göz makyajı gülen yanağından aşağı doğru süzülür. Gözlerindeki ifadede taktığı maskenin aksine derin bir acı vardır. Ancak içi kan ağlasa da yüzü gülmek zorundadır. Çünkü çocukluğundan beri ona “mutlu yüz ifadeni takın” (put on a happy face) diye öğütlenmiştir.

Tüm dünyada gişe rekorlarına imza atan Joker’in bu kadar sevilmesinin nedeni onunla bir benzerlik kurmuş, kendimizi ona yakın hissetmiş olmamız olabilir mi? Elbette katil olmaya kadar varan, şiddet eğilimi olan ya da filmlerde karikatürize edilen bir anti kahramana duyulan yakınlıktan bahsetmiyorum. Bahsettiğim empatiden kaynaklanan, insani bir yakınlık. Her birimizin, yaşadığı sıkıntılara rağmen Arthur gibi kendimizi gülümsemeye zorladığımız zamanlarla örtüşen bir yakınlık. Toplumda bir yere sahip olma ve o yeri korumak için verilen çabayla, Arthur’un verdiği çabayı ilişkilendiren bir yakınlık. Kendini ifade etmek isteyip de etme cesaretini gösterememekten gelen bir yakınlık. Hissettikleri tamamen farklıyken bambaşka bir maske takarak, etrafa gülümsemenin yarattığı duygunun çaresiz yakınlığı…

Arthur “terapi” gören, çevresi tarafından ucube olarak görülen ve ezilen, annesiyle yaşayan ve ona bakmak zorunda olan, başarısız, kendine güvensiz bir yetişkin. Aynı zamanda çocukken yaşadığı bir travma yüzünden gülme bozukluğu diye zihinsel bir
rahatsızlığa sahip. İronik bir biçimde kendini kötü hissettiğinde çılgınca gülmeye başlıyor. Hissettikleriyle tamamen zıt, kocaman gülen bir maskenin arkasına saklandığı palyaçoluğu meslek olarak seçmesi elbette tesadüf değil, harika bir sembol…

Film ilerledikçe olaylar Arthur’u hissettiği gibi davranmak zorunda kaldığı bir dönüşüm noktasına getiriyor. İşte o ana gelip de, duygularını büyükçe ifade edebildiğinde inanılmaz bir özgürleşme yaşıyor. Bu özgürleşme anlarını, duyguları bedensel uzuvlarından akarcasına yoğun bir şekilde dans ettiği sahnelerde izliyoruz. İçinde birikmiş olan, ifade edemediği öfkesi ve acısı çıkacak bir yol bulduğunda kendini daha iyi hissettiği için Joker diye bir persona geliştiriyor; Arthur Joker’e dönüştüğünde gerçekten hissederek gülmeye başlıyor.

Ancak ne yazık ki içindeki birikmiş öfkenin aşırı ifadesi onun acımasız bir katile dönüşmesine yol açıyor. Arthur’un Joker karakterine dönüşüm yolculuğunun, daha sağlıklı ve mutlu bireyler haline gelmek için kendi hayatlarımızla ilişkilendirebileceğimiz harika semboller içerdiğini düşünüyorum.

Bizler de gerçekte hissettiklerimizi bastırdığımızda, öyle hissetmediğimiz halde “mış” gibi yaparak mutlu ifadeler takındığımızda hem kendimize hem ilişkilerimize zarar veriyoruz. Şöyle dediğini duyar gibiyim; “Hani olumsuz hissettiğimizde dahi mutlu gibi görünmemiz gerekiyordu?” Bu tarz iddialarda bulunan “öğretiler” görüyoruz, ancak bu kesinlikle doğru değil. İyi hissetmek için “mış” gibi yapmak yanlış bir yöntem. Çünkü işe yaramıyor.

Olumlu duygular üzerine çalışan Prof. Barbara Fredrickson bir duygunun ortaya çıkma sürecini şöyle anlatıyor; “Mevcut durumda bir değişim olur, biz onu olumlu ya da olumsuz olarak değerlendiririz, ardından hislerimizde, mimik ve ifadelerimizde, sesimizde ve bedenimizde değişimler olur ve tepki veririz.

Mevcut durumda olumsuz hissettiren bir değişim olduğunda “mış” gibi yapmak bizim yalnızca son iki seçeneği, yani mimik ve ifadeleri, sesi, bedendeki değişimleri ve tepkilerimizi değiştirmemize yol açar. Ama olumsuz his hala oradadır. Bu noktada Arthur’un berbat hissederken kahkahalarla gülmesi gibi bir sahne ortaya çıkar. Elbette bu abartılı bir örnek, ancak içsel olarak hissedilenler farklı değildir.

Olumsuz duygularla baş etmek için pek çok yöntem var; terapi gibi destek alabileceğin yöntemlerin yanı sıra, nörobilimciler ve biliminsanlarının negatif duyguları azalttığı kanıtlanmış metodlarını da uygulayabilirsin.

Olumlu hissetmek için de “mış” gibi yapmak yerine, mevcut durumda olumlu hissettireceğini bildiğimiz pratikleri uygulamak çok daha işe yarar bir yöntem olacaktır.

Kötü hissettiğimiz durumda iyi hissediyormuş gibi yapmak yerine, o olumsuz durumdan bağımsız olarak günlük rutinimize olumlu hissettireceğini bildiğimiz, bizi akışta tutacak, sosyal ilişkilerimizi güçlendirecek, hedeflerimize ulaşmamıza yardım edecek aktiviteleri koymak olumlu duygularımızı ve mutluluk seviyemizi artırır.

İçi dışı bir olabilmek, duyguların içinden geçebilmek, hissettiklerimizi numara yapmadan yansıtabilmek, duyguları işimize yarayacak şekilde bilinçli olarak yönetebilmek, psikolojik ve fiziksel sağlığımız, mutluluğumuz ve ilişkilerimiz için çok önemli.

Mevlana ne güzel söylemiş: “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

Sevgilerimle…

İlginizi çekebilir: Hata yapmaktan korkmayı bırak: Hata yapmanın eşsiz getirileri

İrem Ülgü Orhan Profesyonel Koç
Berkeley, North Carolina ve Pennsylvania Üniversitelerinde bulunan Pozitif Psikoloji kürsülerinde, Pozitif Psikoloji alanında eğitimler almış olan İrem Ülgü Orhan, bu eğitimlerini şamanik öğretiler ile ... Devam