X

İnsan aritmetik bir toplam değil, olasılıktır: İyi oluş bir inşa sürecidir

Bir önceki yazımda insan beyninin dolayısıyla insanın doğuştan tamamlanmamış olarak dünyaya geldiğini, çevresel ve yaşamsal deneyimler ile hayat boyu sürekli değişen ve şekillenen bir varlık olduğunu söylemiştim. Karmaşık bir sistem olan beyin/zihin de bu sebeple aritmetik ve belirlenimci olmayan başka bir matematik ile anlaşılmaya çalışılıyor. Bundan dolayı henüz tamamlanmamış insandan söz ediyorsak kesinlikten değil sadece olasılıklardan bahsedebiliriz. Ancak insan zihninin belirsizliğe tahammül edemeyen ve sürekli belirlilik ve kesinlik arayan bir parçası var. Ve bu parça iyi oluşu her zaman mutlu olmak ve olumsuz duygulardan ölümüne kaçınmak zannettiği için bir yanılgıya düşüyor. Sadece buraya kadar söylediklerimden bile şu sonuçları çıkarabiliriz: Demek ki iyi oluş dediğimiz şey olumsuz sandığımız duyguları da kapsıyor ve insan dediğimizde sabit ve kesin bir varlıktan söz etmemiz mümkün değil. Ben bu yazımda iyi oluş konusunu yine zihnimizin çalışma prensiplerine uygun bir şekilde anlatmaya çalışacağım.

Mutsuzluk, depresiflik ve umutsuzluk kişilerin çözmek istediği sorunların başında geliyor. Buradaki problem yazının girişinde de vurguladığım gibi, duygu ve düşünceleri hatta hayatta “şeyleri” keskin ve belirlenimci bir şekilde iyi ya da kötü diye etiketlemekten kaynaklanıyor. Öyleyse işe bu içsel deneyimlerimizi ele alma biçimimize el atmakla başlayalım. Zihnimiz bir takım ön kabullerle çalıştığı için şeyleri nasıl kavramsallaştırdığımız deneyimlerimizi önemli ölçüde etkiliyor. Bu açıdan baktığımızda olumsuz duygu ve düşüncelerin zihni meşgul etmesini ve hatta bedeni etkilemesini anormal görmek, yani bu deneyimleri daha gerçekleşmeden “çok kötü bir şey” olarak nitelendirmek, zihni otomatik olarak bu duygu ve düşüncelerin savaşılması gereken şeyler olduğu beklentisine sokuyor. Zaten başta benim de uygulayıcısı olduğum Rasyonel Duygucu Bilişsel Davranışçı Terapi gibi kanıta dayalı psikoterapi yaklaşımlarının hareket noktası da bu, zihnimizdeki bu aşırı belirlenimci kavramsallaştırmaları gerçeklik düzlemine çekmek. Burada gerçeklik ile kastettiğim şey ise elimizdeki verileri çarpıtmadan, aslında ne olduğuna odaklanmak. İşte tüm bunlar aslında olan şey ile bizim ona olan algımız arasındaki farkı anlamak, yani olanı olduğu kabul etmekle ilgili. Olan şeyle ilişkimizi değiştirdiğimizde ve zihnin ileri yorumlarını fark edip şimdi ne oluyora odaklandığımızda zaten psikolojik esneklik de kendiliğinden geliyor.

İnsan olarak beden, zihin ve bilinç dediğimiz, değişken ve dinamik bir yapıda olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu noktada beden, zihin ve bilinç arasındaki ilişkiye bakmamız gerekiyor çünkü bedenin kendi kendini deneyimleme imkanı yok. Beden zihinde deneyimleniyor ve aslında zihin de kendini deneyimleyemiyor. Tüm anılar, düşünceler, duygular, gelecekle ilgili hayaller ve geçmişe ilişkin hayal kırıklıkları daha büyük ve daha dinamik bir enerji alanında kaydediliyor ve deneyimleniyor. İşte bu yazı boyunca “bilinç” dediğimde kastettiğim şey tam olarak bu olacak. Öncelikle “bilinç” dediğimiz şeyi tam olarak bilmemekle beraber, öznel deneyimle ilgili olduğunu, zihinden daha büyük bir şey yani farkındalık tarafından deneyimlenmek zorunda olduğunu söyleyebiliriz. Farkındalık ise zihinde ve bedende şimdi ne olduğunu gözlemlemekten geçiyor.

Farkındalığın düşük (sınırlı) veya yüksek seviyede olması deneyimimizi belirliyor. Bu nedenle zihinsel farkındalık alanındaki bir değişiklik bedeni de değiştiriyor. Örneğin suçluluk, keder ve duyarsızlık zihinsel farkındalığın düşük seviyeleri. Bu seviyeden yapılan bir gözlem sizi kendinden nefret, suçlama, umutsuzluk, çaresizlik ve ümitsizliğe götürür. Bu seviyedeki farkındalık alanında dünya günahkar, sürekli acı çektiren ve umutsuz bir yerdir. Bu düşük farkındalık seviyesinde dünyayı adeta size garezi olan ve sizi cezalandıran bir varlık olarak algılarsınız. Bu tanım gereği dünyaya antropomorfik yani insani özellikler atfedersiniz. Suçluluk, değersizlik ve günahkarlık duygusundan dolayı, dünya adeta olumsuz özelliklere sahip bir insanmış gibi algılanır. Bu seviyede bir kavramsallaştırma öfke, korku, keder, duyarsızlık, umutsuzluk, suçluluk duygusunu kronikleştirir ve bu mekanizmayı sürdüren şey de şudur: Kişinin hayattaki değerini kendisi dışındaki bir kişiye, nesneye, koşula bağlı kılması.

İnsan bilincini kırılgan yapan şey işte budur: İyi oluşun kaynağını dışsal şeylere bağlamak. Mesela şu örneklerdeki gibi: “O diplomayı aldığımda başarılı ve mutlu olacağım, o eve taşınırsam/ o kıyafete veya arabaya sahip olursam/ o üniversite diplomasını alırsam/ o ilişkiye sahip olursam/ şu kişiyi değiştirirsem/ çok para kazanırsam ve ünlü olursam başarılı ve mutlu olacağım.” Bunların hepsinde tamamen öznel olan bir deneyimin bir koşulu, aracısı var. Ancak dünyada olan şeylerin ötesinde sadece kendimizi mutluluğun kaynağı olarak kabul ettiğimizde depresif durumlara karşı bağışıklık kazanırız.

Mutluluğun kaynağının kendimizin dışında olduğu görüşte maksimum mağduriyet durumu var. Bu bakış sizi savunmasız kılar ve kronik öfkeye yol açar. Aslında öfkenin de altında korku var. Bu korku aslında hayatın anlamını yitirmiş olma korkusu. Bu depresif haldeki zihin, değerli olan bir şeyin kaybedilmiş olduğunu ve asla geri alınamayacağını düşünür. Bu zihinde gelecek beklentisi olmaz. Bütün bunlar bir anlam ve önem verme derecesiyle ilgili. Bu sınırlı bakışta zihin, anlam ve önem bağlamının kişiye bağlı olduğu ve yeniden inşa edilebileceği bilgisini göstermez. Bu, elbette bir yanılsamadır. Umutsuzluk kişinin kendisine ve hayatına ilişkin algısı temelinde oluşur.

Öyleyse ne yapacağız? Öncelikle tüm yaşamımızı yeniden anlamlandırmamız gerekiyor. Her şeye bakmalı ve kendimize şunu sormalıyız: “Hayatımda kayıplar olduğunda bile yaşamaya değer olanı nasıl görebilirim?” Zihnimizdeki kavramsallaştırmaları yeniden gözden geçirmeli ve olayların gerçek anlamını yeniden belirlemeliyiz. Kendimiz için değerli olan şeyleri yeniden ele almak ve hayatımızın önemini ve anlamını sorgulamak zorundayız. Bize herhangi bir kayıp karşısında ayakta durmak için yeterli değerde olan şeylerin ne olduğunu sormalıyız. Beden, zihin ve bilinç arasındaki ilişkiyi yeniden değerlendirmeliyiz çünkü hedeflerimizi ve amaçlarımızı belirleyen zihnimizdir.

Bilinç dediğimiz o enerji alanında, büyük özgürlüğümüz var. Değeri ve anlamı neye vermek isteyeceğimize karar vermek bizim içsel seçimimize bağlı. Sadece neye değer vereceğimizi seçebileceğimizi görerek bile gücümüzü geri alıyoruz. Mağdur konumundan “inşa eden” konumuna yükseliyor ve dünyaya verdiğimiz gücü geri alıyoruz. Bu bizi varlığımızın değerini deneyimleyerek içsel huzura götürür. Artık hiçbir kanıta ihtiyacımız olmadığını ve dünyanın herhangi bir şey yapması gerekmediğini biliyoruz. Değeri kendimizde görüyoruz. Hayatın kendisinin değerini görüyoruz, onu hazine olarak tutuyoruz ve kutsal görüyoruz. Bize verilen şeyi şükranla kabul ediyoruz. Kendimizden hiçbir şey talep etmeden, hayatın özüne şükranla sahip oluyoruz. İşte bunu yaptığımızda, savunmasızlık ve mağduriyet konumundan kurtuluruz. Artık hayal kırıklığına ve öfkeye saplanıp kalmamıza gerek yoktur. Acıyı körükleyenin bizzat kendimiz olduğunu kabul ederek, onu aşarız. İşte bunu aştığımızda içsel olarak iyileşiriz.

Bu konuda bir psikolojik danışmandan profesyonel destek almak isterseniz süreçle ilgili bilgi almak için bana ayselkeskin2004@yahoo.com eposta adresinden ulaşabilirsiniz.

Kaynak: David R. Hawkins. (2009). Healing and Recovery. Veritas Publishing. Sedona, Arizona, USA.

İlginizi çekebilir: Öznel deneyim ve algı: Her zaman iyi olmak zorunda mıyız?

Aysel Keskin: Merhaba ben Aysel Keskin. Psikolojik Danışman ve Psikoterapistim. 2006 yılında Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra, Türk Deniz Kuvvetlerinde yedi senelik bir kurumsal hayat deneyimim oldu. Kurumsal hayat deneyimimin ardından, çocukluk tutkum olan psikolojiye bir de seyahat tutkum eklendiği için okyanus ötesine giderek bir süre Amerika’nın Kalifornia ve Oregon eyaletlerinde yaşadım. Tüm psikoterapi yaklaşımlarını bilmekle beraber uzmanlaşmanın gerekliliğine inanarak, kanıta dayalı terapi yaklaşımlarından Süre Sınırlı Psikanalitik Psikoterapi (SSPP), Jungian Psikoterapi ve Rasyonel Psikoloji Enstitüsü Preferred Partner of The Albert Ellis Institute onaylı, APA (American Psychological Association) Kredili Rasyonel Duygucu & Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimlerini (süpervizyonlar dahil) tamamladım. Sorunların bütüncül ele alınması gerektiğine, beden ve zihnin dengesini kurduğumuzda hayatımızda olumlu değişimler olacağına inanıyorum. Beden ve zihin sağlığınız her şeyden önemli. Bana ayselkeskin2004@yahoo.com eposta adresinden ulaşabilirsiniz. Sağlık ve sevgi ile kalın. Instagram: ayselkeskin.psk.dan

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale