X

Hisleriniz dünyaya yansıttıklarınızdır: İçimizdekileri dışarıya yansıttığımız gizli yol

“Ne hissediyorsan öyle görünürsün.” David Deida

Hepimizin bildiği bir söz vardır: “İçinin güzelliği dışına yansımış.” Hayat boyunca birçok kez duyarız bunu. Bu hafta okuma şansına eriştiğim bir kaynak bana kendimle ilgili çok önemli bir farkındalık kazandırdı. Bu konu çok derin bir konu; hemen ön yargımız ile “ne münasebet” diyebileceğimiz, acilen reddedebileceğimiz “Ben mi benim öyle bir halim var mı?” gibi açıklamalar ile kabule yaklaşmayacağımız bir konu aslında. Bu yüzden bu yazımı oluştururken tüm örneklerimi kendi üzerimden veriyor olacağım. Fakat tek tek sizlerin de kendinizi düşünmenizi rica ediyorum.

Bir şeye üzüldüğümüzde örneğin gülmek bile gelmez içimizden değil mi? Ya “kaybolmak” hissimiz nasıl yansır yüzümüze? Sizce dışarıdan hissedilebilir mi kendimizi hayatımızın yönünü kaybetmiş gibi hissetmekte olduğumuz veya biraz gayret etsek yeterince iyi saklayabilir miyiz hayatımızın bu kaybolmak üzerine kurulu olduğunu? Ya “yetersizlik” duygumuz, sizce en yakın arkadaşımız bize bakarak kendi hakkımızda yetersiz hissettiğimizi anlayabilir mi? Gerçekten içimizdeki bu derin doldurulamamış boşluklara en yakınlarımız bile bakıp da göremeyebilir mi? Ya kendimizi sevilmeye layık bulmuyorsak, bu sizce bedenimize yansır mı? Sevilmeye layık olmadığımızı dışarıya yansıtabilir miyiz? Saklamak isteseydik nereye gizlerdik örneğin hangi hareketlerimizi değiştirirdik? Ya “güvensizlik” hissi, eğer kendimize hayata ve etrafımızdaki kimseye güven duyamıyorsak bu mimiklerimize, vücudumuza, ses tonumuza ve nihayetinde görüntümüze yansır mıydı? Veya onu da diğerlerini sakladığımız gibi en üst düzeyde benim öz güvenim diyerek sözlerimizin gerisine saklamaya mı çalışırdık?

Tam altı hafta önce sağ ayağımda oluşan bir stres kırığı nedeniyle yoğun tempoma biraz olsun hareket etmeden devam etmek durumunda kalmıştım. Bu olay gerçekleşmeden önceki son altı aylık dönemde sık sık seyahat ediyor, hafta içi çok kısıtlı saatler uyuyor, aynı anda fiziksel performansımı da ayakta tutabilmek için antrenman yapıyordum. Son üç aylık dönemde yoğun bir stresin altındaydım. Her şeyi yetiştirmek üzere programlanmış şekilde kalkmakla başlardı bir günüm. Bilgisayarın karşısında kahvaltı, bilgisayarın karşısında öğle yemeği ve nihayetinde gece benimle birlikte yatağa kadar gelen hesaplamalar… Sayfalar boyunca farklı değişkeni tek tek birim birim düşünmeniz gereken hesaplamalar.

Bazı haftalar bittiğinde kendimi adeta bir robot gibi hissediyor bulurdum, “insan” olmaya vaktim yoktu. Evet, sinir ve stres ile geçirdiğim bu dönem içerisinde daha az konuşan bir insan olmuştum… Ve hatta en üzücü olan ise bir kişi gün içerisinde bana bir derdini bir durumunu anlatmaya başladığında istemsiz olarak saatime bakıyordum, ona yeterince odaklanacak ne zamanım ne de dikkatim vardı. Çünkü hayatı yetiştirmek zorundaydım; yapacaklarım, yapmak durumunda olduklarım, alacağım nefesten yiyeceğim yemeğe hesaplayacaklarım ne yazık ki bir insanın derdine ortak olabilmekten çok ama çok daha öncelikliydi.

Sonuç, öncelikle stresin bedende yansıması… İçimdeki yüksek stres bir şekilde görüntümde vuku bulacaktı. Peki, ben nasıl olmuştu da bu kadar mekanik bu kadar histen yoksun, bu derece sessiz bir insana dönüşmüştüm? Neden hayat tecrübesine kendimi kapatmıştım da bu dosyalarım hesaplamalarım ile kendi kendime adeta bir hayat kurmuştum? Beynimin içinde büyüyen stres ve endişe nasıl olmuştu da dışımı da görüntümü de yaptıklarımı da tercihlerimi de ve bir günüme sığdırmaya zaman bile bulamadığım arkadaşlık bilincimi de etkilemişti?

Şimdi gelin, bunun tam tersine dönüşen zamana yani evde geçirmek durumunda olduğum son bir buçuk aya bakalım. Her gün düzenli olarak meditasyon, yoga çalışması ve sevgili ailemin ve arkadaşlarımın, ayrıca sizlerin muhteşem destekleriniz. Şu anda spordan öte kendime oluşturduğum bir sabah ritüelim var, güne öncelikle kalp üzerine yaptığım bir çalışma ile başlıyorum. Gün içerisinde her ne olursa olsun, her ne kadar yoğun olursam olayım, zamanım her ne kadar kısıtlı olursa olsun, insanlar ile sohbet etmeye, kendime zaman ayırmaya ve gece uykuya dalmadan önce her şeyi olduğu yerde bırakarak sadece kendime ve niyetlerime odaklanmaya zaman ayırıyorum. Bu anlamda son altı haftada bambaşka bir insana dönüştüm. Görüntüm, bakışlarım, gözlerimin şekli bile değişti diyebilirim ve en önemlisi ise uzun süredir beni görmeyen tüm arkadaşlarımın çok iyi ve güzel gözüktüğümü söylemiş olmaları. Bu yorumlardan bağımsız olarak biliyorum ki, içimdeki tüm huzur, derinlik, insan olmak üzere ayırdığım paylaşım zamanı ve hayata nasıl daha çok şey katabilirim için açık bir kalple yaklaştığım her şey benimle birlikte dışarıdaki görüntüme ve her nereye gidersem oraya yansıyor, orayı adeta bir su gibi dolduruyor…

Bakın sevgili David Deida, bana bu hafta bu anlattığım tecrübemi yazmak konusunda ilham olan muhteşem eseri Mavi Gerçek ile bu durumu nasıl yorumluyor:

…Ne hissediyorsan öyle görünürsün…

Tam şu anda odağını neye odakladıysan onun gibi görünmeye başlarsın. Geçmişte ne için zaman harcadıysan, şu anda onun gibi görünmektesin.

Geçtiğimiz sekiz saat kayda alınmış olsaydın video ne gösterirdi? Suratın uzun mu yoksa parlak mı olurdu? Göğsün içe çökük mü olurdu yoksa geniş mi? Gergin bir robot gibi mi yoksa coşkulu bir aşık gibi mi hareket ediyor olurdun?

Tüm gün bilgisayar önünde oturduğunu, ekrana baktığını, kelime ve sayılarla uğraştığını düşün. Günler sonrasında bedenin ve zihnin bu siber alan ile benzeşmeye başlardı. Uğraşmakta olduğun bu kupkuru alana kolaylıkla benzemeye başlayabilirsin: fonksiyonel, mantıklı, hissiz. Omuzların öne çöker, başın kaskatı olur, bedeninse bomboş. Bu bilgisayara her gün bakmak seni cansızlaştırabilir.

Ya da sevgilinin seni terk ettiğini düşün ve sen tüm gününü bu ayrılığı düşünerek, acı hissederek, depresif bir halde ve korkarak geçiriyorsun. Göğsün içeri çökmüş, nefesin sığlaşmış, yüzünün rengi atmış. İçinde debelendiğin karanlık alana ve çökük duygusal enerjiye benzemeye başlarsın. Karanlık duyguları hissettiğinde tüm tavrın karanlıklaşır.

…Dikkatini neye yönlendirdiğin, senin nasıl hissettiğini ve göründüğünü belirler… Sadece endişe dolu düşüncelerine ve duygularına odaklanıyor olabilirsin ve bunun sonucunda acı çeken ve korku dolu bir karakter gibi görünürsün. Ya da endişeli veya zor durumda dahi olsan sevginin bir ifadesi olarak açıldığını hissedebilirsin.”

Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız hemen şu anda hissettiklerinize kendiniz ile ilgili kararlarınıza odaklandıklarınıza bakmanızı dilerim: Ne ile meşgulsünüz? Hisleriniz aynı doğrultuda dünyaya yansıttıklarınız olarak karşınıza çıkacaktır. Görüntünüz sevgi dolu mu, hevesli mi, coşkulu mu, ya da endişe, korku, yorgunluk, stres tüm vücudunuzdan rahatça okunabiliyor mu? Bugün bir değişiklik yapalım, dikkatimizi en çok sevdiklerimize odaklayalım, sadece kocaman bir gülümseme kaplasın yüzümüzü, mutlu anlarımızı aklımızdan her ne olursa olsun çıkartmayalım… Bakalım dışarıdan gelecek yorumlar bizlere ne gösterecek… Tercih size kalmış, bugün yürüyen bir güneş olmak mı kopkoyu karanlık bir gölge mi?

 

İlginizi çekebilir: Kendini yola adamak: Bugün tüm potansiyeliniz ile yola çıkmaya hazır mısınız?

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.

Lezzetli ve eşsiz tatlarla dolu bir deneyim: Macroonline’da keşif dolu bir yolculuk

Şüphesiz ki söz konusu sofralarımız olduğunda hepimiz ‘en iyisi’nin peşindeyiz. Market alışverişlerimizi yaparken de gözümüz, elimiz hep en iyisinde, en kalitelisinde. Her şeyin en iyisini aldığımızdan emin olmak istiyoruz. Ancak, böylesi bir çabanın çok fazla zaman ve enerji gerektirdiği de aşikar. Hele ki büyük şehirlerde yaşıyorsak, iş çıkış saatinde markette olmak; kalabalıklar, trafik, koşturmaca gibi dertleri de beraberinde getirebiliyor. E peki bunca yorgunluk ve zamansızlığın içerisinde mesai bitimine dakikalar kalmışken her gün zihnimizde dönen o ‘Akşam ne pişirsem’ sorularına nasıl yanıt bulacağız? Hele bir de evde hazırlamak istediğimiz tarifin malzemeleri yoksa.



Güzel haber; artık bu soru da zihnimizi kurcalamayacak, yorgun argın market sırasında beklemek zorunda da kalmayacağız. Macroonline ile yorucu market gezileri, ev konforunda keşifler yapabileceğimiz bir fırsata dönüşüyor.

Macrocenter ayrıcalıkları aynı hizmet anlayışıyla Macroonline’da

Macrocenter’ı tercih edenler bilir; Macrocenter’da alışveriş yapmak, eşsiz bir deneyimdir. Ürün çeşitliliği, yeni keşifler, taptaze lezzetler, baş döndüren kokular ve başka yerde olmayan ürünler… Macroonline da tüm bu deneyimi, bizlere online olarak sunuyor. Aynı uzmanlık, aynı lezzet ve aynı hizmet anlayışıyla tüm Macrocenter ayrıcalıkları, artık Macroonline’da. Kısacası, hayatı güzelleştirecek her şey Macroonline’da. Peki siz neredesiniz; yoksa hala kasa sırasında mı? 🙂 Gelin, Macroonline’Macroonline’Macroonline’da neler neler var biraz daha yakından bakalım… (Ne yok ki! demek serbest.)

Ev konforunda kaliteli bir alışveriş deneyimi

Hangimiz istemeyiz ki raflardaki en taze meyve-sebzeler yer alsın mutfak tezgahımızda, kendi ellerimizle seçtiğimiz.. Ama zamanımız ve enerjimiz yoksa ne yapacağız? Merak etmeyin, en iyilerden vazgeçmek zorunda değiliz. Macroonline, her şeyin en iyisini bizim için seçip evimize kadar getiriyor. İhtiyacımız olan her şey, sanki raflardan kendimiz seçiyormuşuz gibi aynı titizlik ve özenle seçilip bize ulaştırılıyor. Ev konforunda kusursuz ve kaliteli bir alışverişi deneyimi, Macroonline ile artık kapımıza geliyor.

Benzersiz tatlar, otantik lezzetler, yeni keşifler



Macroonline’da dilediğimiz ülkenin lezzetlerini bulmak mümkün. Bugün İtalyan, yarın Fransız Mutfağı, haftaya ise Japon, ne dersiniz? Macroonline dünyasında alışveriş yapmak, adeta geniş bir coğrafyada gezintiye çıkmak gibi. Uzak Doğu’nun egzotik sosları, ithal çikolatalar, artizan ürün çeşitliliği, her yerde bulunmayan lezzetli atıştırmalıklar, profesyonellere özgü ürün seçkileri, taptaze deniz ürünleri ve çok daha fazlası… Hepsi, premium hizmet kalitesi, zengin ürün çeşitliliği ve kolay erişim imkanıyla Macroonline’da. Tek yapmamız gereken bir tıkla sepete eklemek.

Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler

Dünya mutfağının yanı sıra Türkiye’nin özgün tatlarını da sunan Macroconline’da Homemade lezzetler de var. Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler, Macroonline’ın beklentileri aşan hizmet kalitesini evlerimize taşıyor. Hep ne pişireceğimizi düşünecek değiliz ya bazen de ne yiyeceğimizi düşünelim, öyle değil mi… Sağlıklı, lezzetli ve zahmetsiz alternatifler arayanların en gözde seçimleri, Macroonline Homemade kategorisinde.

Keyifli, pratik ve konforlu bir alışveriş deneyiminin yanı sıra keşiflerle dolu bir yolculuğa da hazırsak; istikamet: Macroonline. Üstelik, Macroonline’dan verdiğimiz siparişler 45 dakikada teslimat seçeneğiyle ve +4 dereceli araçlarla soğuk zincir kırılmadan dilediğimiz saatte bize ulaşıyor. Macrocenter’ın ayrıcalıklı dünyasını ev konforunda keşfetmek ve Macroonline’da ilk alışverişlerinize özel indirimden de faydalanmak için siz de hemen tıklayın.

*Bu yazı Macrocenter katkılarıyla hazırlanmıştır.



Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?



İlgili Makale