X

Heybeliada: İstanbul’un en gözde adasında huzurlu bir kaçamak

Heybeliada İstanbul’un en yeşil ve doğal kalabilmiş büyük adalarından bir tanesi ve bu nedenle günümüzde hem şehrin sakinleri hem de şehir dışından gelenler tarafından sıklıkla ziyaret ediliyor. İçerisinde devamlı olarak yaşayan yerli halk da mevcut ve bu nedenle zaman zaman biraz fazla kalabalık olabilse de, İstanbul’a çok yakın mesafede dinlendirici bir gezinti yapmak için en iyi tercihlerden bir tanesi olacaktır.

On altıncı yüzyıla dayanan tarihiyle Heybeliada, her dönem farklı gelişmelere gebe olmuş ve bu nedenle hepsinin izlerini adada görmek mümkün. Bir dönem hastalıklardan kaçınılabilecek bir karantina adası olurken, başka bir dönem ise Hristiyan din adamlarının yetiştirildiği bir ada olmuş. Günümüzde bu amaçların ikisi için de kullanılmıyor ve temel olarak bir sayfiye yeri haline geldiği söylenebilir. Adada dolaşırken köklü tarihini gördüğünüz her yerde fark edeceksiniz ve ayrıca doğanın size sunduğu imkanlardan da faydalanacaksınız. Dilerseniz lafı çok uzatmadan en temel bilgilere geçiş yapalım.

Heybeliada nerede ve ulaşım nasıl olur?

Heybeliada İstanbul’un Prens Adaları olarak adlandırılan adalarının en büyük ikincisi durumunda ancak yeşillik ve temizlik bakımından en iyisi olduğu söylenebilir. İçerisinde görülebilecek çok şey var ve ayrıca denize girme, güneşin tadını çıkarma fırsatını da sunduğu için ayrı bir yeri var. Konum olarak Maltepe’nin hemen karşısında bulunuyor ancak tabii ki denizde olduğu için ulaşım biraz meşakkatli.

Adaya ulaşmak için ya Avrupa yakasında Kabataş, Eminönü veya Beşiktaş’tan, ya da Anadolu yakasından Bostancı ve Kadıköy iskelelerinden vapura binmeniz gerekiyor. Avrupa’dan gelenler için varış süresi bir buçuk saati bulabiliyor ancak Anadolu’dan gelecekseniz bir saatten daha kısa sürede adaya varabiliyorsunuz.

Vardığınız zaman ziyaretçilerin temel olarak yayan veya bisikletli şekilde adayı gezdiğini göreceksiniz ancak faytonlar kaldırıldıktan sonra onların yerine gelen elektrikli dolmuşları kullanarak da ada içerisinde istediğiniz yerlere ulaşabilirsiniz.

Heybeliada’ya ne zaman gitmeli?

Heybeliada yaz kış ne zaman isterseniz görmekten keyif alabileceğiniz nadide adalardan bir tanesi. Ancak özellikle yaz aylarında ve resmi tatiller ile hafta sonlarında biraz fazla kalabalık olabildiğini unutmayın. Bu kalabalık süreç daha iskeleye vardığınızda başlıyor ve gün boyunca devam ediyor. Bu nedenle kalabalık günlerde en erken seferle ulaşmanız kalabalığa kapılmadan daha rahat dolaşmanıza müsaade edecektir.

Eğer ilkbaharın ilk ayları ve sonbaharın son aylarını tercih ederseniz daha sakin, huzurlu ve amacınıza uygun hale gelmiş bir adayla karşı karşıya kalacaksınız. Bu dönemde artık kalabalık çok kalmıyor ve turistik satışlar yapan işletmelerin de bir kısmı kapandığı için adanın tarihini daha kolay bir şekilde koklamak mümkün oluyor.

Kış aylarında gezmek de mümkün ama soğuk ve yağmurlu olmayan günleri tercih etmeniz daha uygun olur. Fakat adaya biraz da deniz keyfi için geliyorsanız, bunun en iyi zamanı yaz ayları olacaktır. Çünkü diğer aylarda biraz Karadeniz iklimine kayabildiği için suyu soğuk olabiliyor.

Heybeliada’da kalınacak yerler

Heybeliada da tarih kokan eski oteller, ayrıca yeni ve daha uygun fiyatlı pansiyonlar ve bir iki butik otel bulunuyor. Ancak konaklama olanakları bakımından çok geniş imkanlar beklememek gerekiyor. Kamp kurmak isteyenler için maalesef pek bir imkan yok ve bu nedenle bu olanakların daha iyi olduğu diğer adaları tercih edebilirsiniz.

Adada çok fazla yerleşim alanı olmadığı ve gelenlerin genelde günübirlik gelmelerinden dolayı konaklama anlamında çok gelişmiş olmadığını belirtmek gerekiyor.

Heybeliada’da nereleri görmeli?

1. İsmet İnönü Evi

İsmet İnönü’nün Cumhuriyet’in kuruluşunun bir yıl sonrasında rahatsızlanması, doktorların ona sakin ve sessiz bir yerde istirahat önermesine sebep oldu ve kendisi de Heybeliada’nın Refah Şehitleri Caddesi üzerinde bulunan bir köşkü eşyalı olarak kiralamıştır. Ev daha sonrasında yine İsmet İnönü tarafından satın alınmış ve eşyalar ise Atatürk tarafından kendisine hediye edilmiş. Ev hala o zamanlardaki haliyle görülebiliyor ve İsmet İnönü’nün adadaki hayatına daha yakından göz atabiliyorsunuz.

2. Deniz Lisesi

Heybeliada Deniz Lisesi’nin tarihi 1700’lü yıllara dayanıyor ve Osmanlı İmparatorluğu zamanından beri denizciler yetiştirmek üzere kullanılmış olan deniz lisesi, hem eski hem de yeni bir binadan oluşuyor ve özellikle eski binanın sizi yıllar öncesine götüreceğinden emin olabilirsiniz. Artık binada herhangi bir eğitim verilmiyor ve okul kapatıldı ancak turistler için ziyarete hala açık olduğunu belirtelim.

3. Ruhban Okulu

Kaynak: Vikipedi

Uzun adıyla Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu, bin yılı aşan bir geçmişe sahip ve bu nedenle bölgedeki en eski ve köklü yapı ile kurumlardan da bir tanesi. Bizans İmparatorluğu döneminde hem dini hem de genel olarak eğitim amaçlı olarak kullanılmış olan bu okul, pek çok Ortodoks din adamının yetişmesine vesile olmuş. Ancak 1971 yılının gelmesiyle birlikte Türkiye’deki tüm okulların devlete bağlanması, ruhban okulunun da sonunun gelmesine sebep olmuş. Dönem dönem okulun tekrar eğitim vermesi için tartışmalar ortaya çıkıyorlar ancak bunlardan bir sonuç alınabilmiş değil. Yine de ziyaret etmek isterseniz sizi çok farklı bir ortamın ve havanın beklediğini göreceksiniz.

4. Sanatoryum

Sanatoryumlar özellikle de bulaşıcı ve tedavi etmesi zor hastalıkların yaygın oldukları dönemlerde hastaların daha rahat etmeleri ve tedavilerinin izole bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için kurulmuş olan sağlık kurumları olarak karşımıza çıkıyorlar. Heybeliada da bir ada olmasından dolayı Atatürk’ün emriyle bir sanatoryuma sahip olmuş. 1920’lerin başından 2000’lerin başına kadar aktif olarak varlığını sürdürmüş olan bu sanatoryum, sonrasında kapatıldı ve artık gezintiler ve film çekimleri gibi şeyler için kullanılıyor.

5. Süslü Mezar

On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan bir İngiliz soylusunun kendisi ve eşi için yaptırmış olduğu anıt mezar, görkemiyle ziyaretçileri yüz yıldan uzun süredir etkilemeyi başarıyor. Mezarın önünde içerisinde yatanların bir hikayesini okuyabiliyorsunuz ve ayrıca sonrasında önüne inşa edilmiş olan kuyudan hala su çekmek mümkün. Ruhban okuluna çok yakın mesafede olduğundan aynı gün içerisinde görebilirsiniz.

6. Değirmenburnu

Kaynak: degirmenburnu.com

Değirmenburnu Heybeliada’da ulaşabileceğiniz pek çok piknik alanı ve koydan bir tanesi ancak içlerinde en geniş, en çok imkan barındıran ve rüzgara karşı da en korunaklı olan olduğu için, özellikle bahar ve yaz aylarında herkesin favorisi haline geliyor. Eğer adada keyifle piknik yapmak, güzel manzaralar seyretmek isterseniz kesinlikle gözden kaçırmayın. Plaja da sahip olması nedeniyle aynı gün içerisinde denize girerek su ve güneşin tadını da çıkarabilirsiniz.

7. Aya Yorgi Uçurum Manastırı

Herkesten ve her şeyden uzak bir şekilde inzivaya çekilmek isteyen Ortodoks din adamlarının yüzyıllardır gelmiş oldukları Aya Yorgi Uçurum Manastırı, on beşinci yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar bir izolasyon noktası olmayı başarmış. Her ne kadar bazen yaşanan yangınlar nedeniyle büyük hasar almış olsa da, o dönemlerden kalma pek çok esere ulaşmak mümkün. Günümüzde eskisi kadar izole bir noktada olmadığı için elbette bu işlevini kaybetmiş durumda. Yine de ziyaret etmekten keyif alabilir ve eski keşişlerin hayatlarını gözünüzde canlandırabilirsiniz.

8. Hüseyin Rahmi Gürpınar Müze Evi

Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın adada 30 yıl boyunca yaşadığı ev, günümüzde bir müze olarak hizmet veriyor ve içerisinde yazarın sahip olduğu kişisel eşyaları, eserlerini ve el yapımı çalışmalarını görebiliyorsunuz. Dönem dönem bakım için kapatıldığından dolayı girmeniz mümkün olmayabilir ancak açık bir anına denk gelirseniz kesinlikle göz atmadan geçmeyin.

Heybeliada’da ne yenir?

Heybeliada’da her damak tadına uygun ürünler sunan restoranlar veya büfeler mevcutlar. Ancak özellikle balık restoranlarına uğramayı ve Marmara’nın enfes manzarasını izleyerek yemeğinizi tüketmeyi unutmayın.

Bunun yanında çok hoş konsept kafeler mevcutlar ve bu nedenle tarih kokan kafelerinde kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Özellikle sahilde ormanların yanında konuşlanmış olan bazı kafeler ise bir yandan ağaçların uğultusu, bir yandan da dalgaların sesi ile sohbet etmeniz için size olanaklar sunacaklar.

Heybeliada’da gece hayatı nasıl?

Heybeliada’nın nüfusu ve ayrıca turist kapasitesi yaz aylarında çok yükseliyor ve bu nedenle geceyi geçirebileceğiniz mekanlar da aktif hale geliyorlar. Adada çok kısıtlı miktarda alan olduğu için elbette bir Bodrum hayatı beklememek gerekiyor fakat çeşitli kafelerde müzikle beraber tatlı bir akşam geçirebilirsiniz. Özellikle zaman zaman canlı müzik imkanları da olduğu için hoşunuza gidecektir. Bunun haricinde çok hareketli, dans ve DJ’ler ile dolu geceleri Heybeliada’da beklemenin pek de doğru olmayacağını belirtelim.

İlginizi çekebilir: İstanbul’un incisi: Huzur dolu Adalar’da doğaya kaçışİstanbul’

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Hayatın küçük tatlı sürprizlerini L’Occitane Almond Shower Oil ile yakalayın

Hayat, beklenmeyen güzelliklerle dolu bir dans gibi; eğer görmeyi, fark etmeyi bilirsek hayatın şaşırtıcı güzellikteki tatlı anlarını sık sık yakalayabiliriz. Bazen uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımızla yolda karşılaştığımız, bazense tatlı bir yağmurun ardından çıkan gökkuşağını gördüğümüz o ‘an’da gizli olabilir mutluluk. Bu, beklenmedik ama her zaman iyi hissetmemizi sağlayan hoş sürprizler, hayatın şaşırtıcı güzellikteki anlarından yalnızca birkaçı olsa da tüm gün yüzümüzü güldürmeye yetebilir.



Yakalamak için istekli olursak hayatın monoton akışına biraz olsun ara vermemizi sağlayan ve yaşamın ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlatan pek çok tatlı sürpriz bulabiliriz. Tıpkı L’Occitane Almond Shower Oil’in su ile buluştuğunda yağ kıvamından köpüğe dönüşen sürprizli formu gibi.

Sürprizlerle dolu keyif veren bir deneyim

Mutluluk veren, keyif dolu ve sürprizli anlar dediğimizde şüphesiz ki kendimize ayırdığımız zamanların önemi ve yeri çok büyük. Çünkü, günlük hayatın koşturması içerisinde kendimizi şımartabildiğimiz, bedenimizin ve zihnimizin ihtiyaçlarını karşılayabildiğimiz bu özel anlar, monotonluğun içinden bize göz kırpan küçük sürprizler gibi. Özellikle de kişisel bakım ritüellerini taçlandıran L’Occitane Almond Shower Oil ile sürprizlerin hiç sonu yok. Bu özel duş bakım yağı, suyla buluştuğu anda değişen formu ile bize sıradan görünen anları bile özel kılan küçük sürprizler sunuyor.

Almond Shower Oil’in içeriğindeki badem yağı, su ile birleştiğinde anında yoğun keyif verici bir köpüğe dönüşüyor, bize de tatlı küçük sürprizlerle dolu dokunuşların cildimizde bıraktığı o yumuşacık etkinin keyfini sürmek kalıyor. Tabii, o tatlı ve küçük sürprizler Badem Duş Yağı’nın yalnızca köpüren özel formülünde saklı değil, kokusu da bambaşka bir heyecan.

Kokuların duyuları harekete geçiren büyülü dünyası

Bazen sizin de bir kokunun esintisiyle geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıktığınızı hissettiğiniz oluyor mu? Kabul edelim, hayatın içindeki tatlı sürprizli anlarda kokuların da etkisi oldukça büyük. Belki çocukluğunuzdan keyifli bir anı hatırlatan nostaljik bir koku, belki gençliğinizde kullandığınız eski bir parfümün rüzgarla karışmış hali, belki de taze biçilmiş çimlerin havada dağılan dansı… Kokular da sürprizli anların başrol oyuncusu olabiliyor.



Tıpkı, Almond Shower Oil’in tatlı bademin mis kokusunu cildimizde bırakması gibi. Üstelik vegan içeriği ile tüm cilt tiplerine de uygun olan bu bakım yağı, duyuları harekete geçiren büyülü bir dünyanın da kapısını aralıyor. Hayatın bitmeyen telaş ve karmaşasında her şeyden biraz da olsa uzaklaşıp, o büyülü dünyaları keşfetmek hepimizin ihtiyacı değil mi? Daha fark edilmeyi bekleyen onca tatlı sürpriz varken…

Şaşırtıcı üçlü etki

Köpüren özel formül, büyülü dünyalara açılan mis badem kokusu, tabii bir de şaşırtıcı üçlü etki. L’Occitane Almond Shower Oil ile hayatın sürprizlerle dolu anlarını yakalamak çok kolay. Özel vegan formülü, cildi hem temizliyor hem nemlendiriyor hem de onarıyor. Bu üç etkiyi bir arada bulabilmek de en tatlı sürprizlerden biri.

Badem Duş Yağı, özel köpük yapısı ile cildi temizliyor, içeriğindeki omega 6 ve 9 bakımından zengin tatlı badem yağı ve üzüm çekirdeği yağı ile ilk kullanımda nemlendirme etkisi sağlıyor ve cildi besleyerek ışıl ışıl bir görünüme kavuşturuyor.

Elbette, hayatta daha yakalanmayı bekleyen pek çok şaşırtıcı tatlı an var. Bazıları, bir anda karşımıza çıksa da bazen de bu anları biz yaratabiliriz. Bakım rutinlerimize L’Occitane Almond Shower Oil’i eklemek, tanımadığımız birine iltifat etmek ya da sevdiğimiz birine uzun zamandır istediği bir şeyi satın almak, hayatımızda o tatlı sürprizleri artırmaya ve yaşamın keyfini doyasıya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Hiç vakit kaybetmeden birinden başlamak istiyorsanız hemen tıklayıp sürprizlerle dolu L’Occitane Almond Shower Oil dünyasını keşfedebilirsiniz.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale