Her şeyden “gidebilmek” mümkün mü, cesaret bunun neresinde?

Şarkı sözü gibi bir başlık oldu! Zor bir yazı bizi bekliyor, en sevdiklerimizden… Peki, her şeyden gidebilmek mümkün mü?

  • “Pınar, ben anneyim nasıl gidebilirim?” diyenleriniz oldu
  • “Ben şu mesleği yapıyorum, işimi nasıl bırakayım?” diyenler de oldu ve hatta
  • “Benim borcum var, bunu kapatmadan hiçbir yere gitmem mümkün değil.” diyenler de oldu biliyorum…

Fakat ben her şeye rağmen yine de yazmak istiyorum, kendim için en çok, her şeyden gidebilmek mümkün mü?

Bu yazımda sizlerle birlikte zaman geçtikçe kendimizi “özdeşleştirdiğimiz” kavramlara daha derinden bakalım istiyorum. Öncelikle iş kavramı açısından inceleyebiliriz; bizler şu anda bulunduğumuz “A” pozisyonu öncesinde gençtik, belki üniversiteye gittik, öğrenciydik, bir “iş” tanımımız yoktu. Ve en önemlisi kendimizdik; “ben” kavramı ile anlatıyorduk, sonuna “A” diye bir tanım eklemiyorduk, müdür, uzman, mühendis, muhasebeci, öğretmen, doktor değildik… Tüm bunları edinmeden önce sadece insandık… Bizi tanımlamak için, saygı görmemiz için veya saygı göstermemiz için, sevmemiz için veya sevilmeye layık olmamamız için bu A iş tanımının hayatımızda bulunması gerekmiyordu…

Ve bugüne nasıl geldik diye düşünelim; evet belki çokça çalışmamız gerekti, evet belki herkesten fazla ter döktük… Bugün, o vazgeçemediğimiz A pozisyonu bizim toplumda sayılan bir kişi olmamızı sağlıyor, herkesin dönüp saygı gösterdiği bir “ben” olmamızı sağlıyor, popüler oluyoruz, kadınlar bizi beğeniyor, erkekler bize ilgi gösteriyor ve hatta eşimiz bile bizi daha çok seviyor değil mi?

Peki, bugün “A”yı bıraktığımız anda, yani sadece “ben” olduğumuzda,  yanımızda bu “sadece” halimizle kim kalacak? Öncelikle kendimiz kendimizle kalabilecek miyiz? Bizler o derece özdeşleştiğimiz kavramları öylesine bırakıverdiğimizde, o hayatımızın tanımlarını kaybettiğimizde, yeniden sevilmeye layık olacak mıyız? Başkalarından önce kendi kendimize gösterdiğimiz saygı ve sevgi sırf “A” olduğumuz için mi?

Bugün “A”yı bıraktığımız anda, yani sadece “ben” olduğumuzda,  yanımızda bu “sadece” halimizle kim kalacak?

Gelin bir de yine kendimizi özdeşleştirdiğimiz ilişkilerimize bakalım. Öncelikle eş olmak, yani kadın veya erkek olarak bir evlilik veya sevgililik ilişkisinde olmak. Daha çok evliliklerden örnekler vermek istiyorum. Bugün “B” soyadını taşıyoruz (bakış açıma göre sadece kadın erkeğin soyadını almaz aslında, erkek de evlilikle birlikte kadının soyadını taşımaktadır ve her iki bireyin buna aynı derecede özveri ve saygı göstermesi gerektiğine inanırım) hayatımıza “B” soyadı gelmeden önce nasıl bir insandık? Gençlik yıllarımızda, sonra özgür olduğumuz zamanlarda, sonra yalnız kaldığımız zamanlarda? O anları yaşayan bizler değil miydik? Ayakta durmaya çalışan, kendi başına kararlar alan, hayatına devam edebilen, kendine oluşuna ve varlığına güvenen biz değil miydik?

Sonra ne oldu, neden bugün bu derece “B” soyadının gölgesinde yaşamaktayız? Belki kendi hayatımızı, kişisel zevklerimizi hiçe sayarak varsa yoksa memnun etmek ve “memnunmuş gibi” yapmak telaşındayız, belki herkes evleniyor ben de dahil olayım fikrinin sonuçlarını yaşıyoruz, belki çoğu kez ne yaşadığımızı bile tam olarak sindiremeyecek kadar arada kalmış durumdayız; aldattık, belki aldatıldık, belki kendimize dürüst olduğumuzda kader karşımıza bu ilişki üzerine yani aklımızdaki sindirilmiş tanımlarımız üzerine çokça farklı tecrübe çıkartıyor…

Peki bu tanımları, bu özdeşleşmeleri kim oluşturdu? Neden bizler eşimiz sadece bir gece başkaları ile zaman geçirmek istediğinde dünyanın “en ağır” suçunu işlemiş gibi tüm okları ona yönlendiriyoruz? Neden sadece bir akşam yemeğinde farklı bir şey denemeyi bu derece “imkânsız” görür olduk, yeni arkadaşlar edinebilmek keyfimizden, paylaşım yapabilmenin güzelliğinden ve en önemlisi o “B” soyadı ile tanımlanmadan çok ama çok önce sadece “ben” olduğumuz zamanlardan böyle çabucak vazgeçebildik…

Her şeyden gitmek ne demek?
Her şeyden gidebilmek, “ben bunların hiçbiri ile tanımlanmaya yetmiyorum, ben sadece ‘ben’ ile tanımlanabilirim” demektir.

Her şeyden gitmek demek, hayatta her ne olursak olalım dünyaya “ben” olarak geldiğimizi her daim hatırlamamız demektir. Her şeyden gidebilmek, elinizdeki altınlara, gümüşlere ve belki bakırlara bakmadan bunları bir yana bırakabilmeyi bilmek demektir. Her şeyden gidebilmek çokça anlam içerir, “ben bunların hiçbiri ile tanımlanmaya yetmiyorum, ben sadece ‘ben’ ile tanımlanabilirim” demektir. Her şeyden gidebilmek büyük cesaret ister, gittiğinizde ne olduğunuzu açıkça göreceksinizdir, başkası için bir kenara attığınız isteklerinizi, acılarınızı, kucaklayamadığınız korkularınız, her zaman içinizde kalan hayallerinizi yani “özünüzü” görmeniz demektir. Buna hazır olmak yürek gerektirir…

Her şeyden gidebilmek demek “başkası ne düşünecek, ailem ne diyecek, çocuklarım beni onaylayacaklar mı..” sorularını bir kenara koymak demektir. “Diğer” için yaşadığınız ve halen yaşamaya devam ettiğiniz onlarca yıla, inat “ben” olarak yaşamaya başlayabilmektir. “A” olmadığınızda ve “B” soyadına sahip olan olmadığınızda, o çok önemli olan diğerlerinden önce bizler kendi kendimize saygı ve sevgi verebiliyor muyuz; bunun derin sorgusunu tecrübe etmektir.

Hayatımda bir an her şeyden gideceğim, bu çok uzun zamandır içimde yanan bir ateş, tüm anahtarlarımı, paramı, giysilerimi ve olduğum her şeyi bırakıp gittiğimde kim olacağım, nerede olacağım ve en önemlisi “nasıl olacağım” bilemiyorum… Tek bildiğim hayatımda (umarım çok da uzun olmayan bir zaman dilimi içerisinde) her şeyden coşkuyla, sevinçle ve bir tırtılın kabuğunu bırakıp da kelebek olmaya evrildiği o özel muhteşem an gibi gideceğim…

Hayat devam edecek ve ben her şeyden gidip “beni” bulacağım…                                      

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam