X

Hayatınızı en iyi şekilde sürdürmek mümkün: Parkinson ve yeme bozukluklarının ortak bir noktası olabilir mi?

Kronik bir hastalıkla birlikte yaşamak güç. Ama bu durumda bile hayatınızı iyi bir şekilde yaşamanızı sağlayacak psikolojik yöntemler var.

Bu haftaki yazım öncekilerden biraz daha farklı oldu. Şimdiye kadar hazırladığım yazıların hepsi doğrudan yeme bozukluklarıyla ilişkiliydi. Bunun başlıca sebebi ise uzun zamandır yeme bozukluğuyla mücadele eden biri olarak konu üzerine epey okuyup kafa yormuş olmam ve kişisel deneyimlerimi, hislerimi, yaşadığım korkuları ve güçlükleri paylaşmak istememdi.

Rahatsızlığımla mücadele bitmiş değil ve biliyorum ki dışarıdaki dünyada yeme bozuklukları gibi hem fiziksel hem psikolojik rahatsızlıklarla mücadele eden çok kişi var. Hepimiz de yana yakıla bizi iyi edecek tedavi yöntemlerini bulmaya çalışıyor, yeri geliyor ilaçlara, yeri geliyor psikolojik desteğe sığınıyor, çoğu zaman ise birden fazla tedavi yöntemini deniyoruz.

Bu haftaki yazım farklı oldu dedim, çünkü doğrudan yeme bozukluğuyla ilgili değil. Bryant Üniversitesi psikoloji departmanı profesörlerinden Joseph Trunzo’nun, Parkinson gibi kronik hastalıklarla mücadele eden hastalarına hastalıkla birlikte iyi bir yaşam sürdürmenin mümkün olduğunu göstermesi ve onlara yardım etmek için uyguladığı psikolojik yöntemler hakkındaki yazısını okuduğumda, satır aralarında yeme bozukluklarının yarattığı ruh haliyle bağdaştırdığım pek çok kısım oldu. Ve Trunzo’nun tavsiye ettiği psikolojik yöntemlerin yeme bozuklukları yaşayanlar için de faydalı olabileceğini düşündüm.

Yeme bozukluklarıyla Parkinson gibi bir hastalığı bir mi tutacağız?” diye düşünenleriniz varsa şunu söylemek isterim: Yeme bozukluklarının insanı hayattan çekip alan, güçten düşüren, sosyal hayatını sürdüremez duruma getiren ve çektiği kuyunun dipsizliği ölçüsünde ölüme kadar götüren diğer fiziksel ve psikolojik kronik hastalıklardan çok büyük bir farkı yok. En az onlar kadar tehlikeli, öldürücü. Tıpkı onlar gibi hayatımızın hırsızı.

Yazımın bundan sonrasında Trunzo’nun sözlerine yer vereceğim. Haydi, onu dinleyelim:

Donna, Parkinson hastası olduğunu öğrenmeden önce, yani 58 yaşına kadar kendini müzisyen, yoğun bir profesyonel, gönüllü, anne ve büyük anne olarak tanımlıyordu. Teşhisten sonra ise kendisini bir hasta olarak düşünmeye başladı. O zamana kadar hayatına anlam veren faaliyetlere ayırdığı vakit artık bambaşka şeylerin kontrolündeydi: Doktor randevuları, teşhis amaçlı testler, aldığı ilaçların etkileri, hastalık belirtilerinin sürekli gözlem altında tutulması… Donna inanılmaz ve yadsınamaz bir kayıp yaşıyordu.

Ne yazık ki Donna’nın içinde bulunduğu gibi bir durumla mücadele eden çok sayıda insan var. İnsanlığı etkileyen kronik hastalıkların ancak kısa bir listesini verebilirim: Kalp hastalıkları, eklem iltihabı, doku sertleşmeleri, diyabet, depresyon, kanser, astım, Crohn hastalığı, kistik fibrozis, otoimmün hastalıklar, kronik yorgunluk hastalığı… Dünyada beş ölümden üçünün kalp hastalıkları, kronik akciğer hastalıkları, kanser ya da diyabetle ilişkili olduğu biliniyor. Dahası, yetişkinlerin neredeyse üçte biri birden fazla kronik hastalık belirtisi taşırken bir yandan da yetersiz sağlık hizmetlerine ve güç mali koşullara rağmen tedavi görmeye çalışıyor.

Bu hastalıklar nasıl engellenir ve dünyadaki sağlık krizini nasıl çözeriz? Elbette bu soruların cevabı bende değil. Ya da bunlara karşı kökten çözümlerim olduğunu iddia edemem. Epidemiyolojist, sağlık uzmanı, ekonomist ya da hekim değilim. Ama klinik psikolog kimliğimle her gün kronik hastalıkların kıskacında yaşamlarını sürdürmeye çalışan pek çok insanla bir araya geliyorum. İster kanser, Parkinson, kistik fibrozis, obezite veya kalp rahatsızlıkları gibi hastalıklar ister depresyon, kaygı bozukluğu, travma, bipolar bozukluk gibi ruhsal sağlık sorunları olsun bu türden kronik hastalıklarla mücadele eden insanların daha iyi, daha anlamlı yaşamlar sürmesini sağlayacak bazı birleştirici ilkeler var. Benim yaklaşımım kabullenme ve kararlılık olarak bilinen terapötik bakış açısından besleniyor.

Kronik hastalıklarla mücadele ederken daha iyi bir hayat yaşamak için her şeyden önce psikolojik esnekliğe sahip olmamız gerekiyor. Kronik hastalıklar, kişiyi sıkı kalıplar içine hapsetmesiyle bilinir ve belli başlı düşünce şekillerinin ve davranışlarının dışına çıkılmasını neredeyse imkânsız hale getirir. Hepimiz belli bir dereceye kadar planlamayı ve rutini sever, dahası bunun faydasını görürüz. Fakat kronik hastalıklarla yaşarken bırakın yarının nasıl olacağını, bir saat sonra bile nasıl hissedeceğinizi, ne kadar süre dinlenmeye ihtiyaç duyacağınızı, aldığınız ilacın nasıl bir etki yaratacağını vb. durumları öngörmeniz çok zor. Bu noktada psikolojik esneklik denilen yetinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Psikolojik esnekliği kısaca açıklarsak: Şu anda yaşananları herhangi bir yargılamada bulunmadan kabullenmek ve hissettiğimiz duygu, korku ve endişelere hapsolmaktansa önümüze bakmak ve bu hislerden kurtulmak için kendimize dönmemizi, farkındalığa kavuşmamızı sağlayacak şekilde davranmak. Bu, zamanla ve pratikle geliştirilebilecek bir yeti. Şimdi psikolojik esnekliği geliştirmeye yardımcı olacak, kronik hastalıklarla mücadele ederken hayatınızdan ödün vermeden yaşamanızı sağlayacak bazı tekniklerden bahsetmek istiyorum.

Siz düşünceniz değil, düşünen tarafsınız: Bu ifadeden kasıt, tüm gün susmaksızın konuşan iç sesimizin yorum ve yargılarına nasıl tepki verdiğimizdir. İç sesimiz maalesef son derece yargılayıcı, eleştirici hatta çoğu zaman zalim olabilir. Zihnimiz bize bir şey söylediğinde onun doğru olduğuna inanmaya meyilliyizdir. İnsanın doğası böyle. Bu eğilim, gerçekliği nasıl algıladığımız üzerinde büyük bir etki yaratır ve bizi çoğu zaman zor durumlarda bırakan yönlere çeker, tepki ve davranışlarımızı kontrol altında tutar.
Siz düşünceniz değil, düşünen tarafsınız; yani, düşüncelerinizin farkına varıp düşünce ile gerçeklik arasına belli bir mesafe koymalı, bu mesafeden gözlem yaparak düşüncenize göre nasıl bir tavrın ya da tepkinin size iyi geleceğine karar verebilmelisiniz.
Peki, bu nasıl olacak?

Elbette ki düşüncelerinizi tamamen silin ya da onları kontrol edin demiyorum; bu nafile bir çaba olurdu. Daha çok, düşünceyi fark edin ve kendinizi ondan ayrı tutarak nasıl davranacağınıza karar verin diyorum. Söz gelimi, kronik bir hastalıkla mücadele ediyor ve ailenize, çevrenize “yük” olduğunuzu düşünüyorsunuz. “Çevreme yüküm” diye düşünmek ile “çevreme yüküm” düşüncesine sahip olmak arasında nasıl bir fark var diye sorsam?

Evet, aradaki fark davranışlarınızı ve tepkilerinizi etkileyerek sizi daha iyi, daha huzurlu bir yöne çekebilir. Yeter ki bu farkı siz de fark edin. Düşünceniz sizin için faydalıysa, söz gelimi ailenizin sizi sevdiğini ve önemsediğini, dolayısıyla ilaçlarınızı alıp kendinize iyi bakarak onları da mutlu edeceğinizi düşünüyorsanız, bu düşünceye sıkı sıkı yapışın ve bu doğrultuda hareket edin. Ama çevreme yüküm düşüncesinin size ne kadar yardımcı bir düşünce olduğunu sorguladığınız noktada, işte ancak o zaman, düşünce şeklinizi daha faydalı, daha besleyici bir tarafa çekmek üzere adım atabilirsiniz.

Kısacası, düşüncelerinizle sonu belirsiz tartışmalara girmek, onları değiştirmeye ya da ortadan kaldırmaya çalışmak işe yaramaz ama işlevsel ve faydalı olmadıklarını fark ettiğiniz anda onları başka türde –daha olumlu daha yapıcı ve daha az yargılayıcı– düşüncelerle değiştirmeyi, bakış açınızı farklı bir yöne çekmeyi deneyin.

Kabullenmeye açık olun. Hissettiğiniz duyguları kabullenmek, bu duygulardan uzaklaşarak daha anlamlı bir hayat yaşayacak şekilde davranmanıza ve kararlar almanıza yardım eder. Her gününüzü her anınızı hastalığınızın olumsuz sonuçları ve tahribatıyla cebelleşerek ya da olumsuz hisleriniz, düşünceleriniz, korku ve kaygılarınızla kavga ederek geçirmektense şu anda nerede ve nasıl olduğunuzu kabul edin. Böylece, kendinizle kavga etmekle ya da duygularınızı yadsımakla geçireceğiniz zamanı bulunduğunuz noktadan daha iyi, daha huzurlu bir “ben” yaratmak için neler yapabileceğinizi düşünerek geçirebilirsiniz. Enerjinizi ve vaktinizi ailenizle, arkadaşlarınızla, yapmaktan zevk aldığınız uğraşılarla değerlendirdiğinizde artık eskisi kadar “hasta” olduğunuzu düşünmezsiniz.

Donna’nın öyküsünden devam edelim. Donna bir müzisyen ve son derece yetenekli bir gitarist. Parkinson nedeniyle yeteneklerinin bir kısmını kaybetti, hatta bazı zamanlar gitarı çalamaz oldu. Bunun onun üzerindeki yıkıcı etkisini hayal etmek zor olmasa gerek. Gitarı eline alınca hissettiği stres, öfke, kaygı gibi duygulardan kaçmak için gitarını bir köşeye kaldırdı ve hayatta ona en fazla zevk veren yeteneğine küstü.

Hâlbuki yeniden çalabilmek için kaybettiği şeyleri kabullenmesi ve elinde kalanlarla neler başarabileceğini düşünmesi gerekiyordu. Bu, daha dönüştürücü ve daha iyi bir hayat için atılacak en doğru adımdı. Donna beklentilerini daha gerçekçi bir düzeye oturttu, tatsız duygulardan kaçmak yerine onları kabullendi ve yeniden gitar çalmaya başladı. Hastalığın getirdiği kısıtlamalar yüzünden eskisi gibi çalamasa da bu kısıtlamalara rağmen gitar çalmanın yeni yollarını, olasılıklarını keşfetti. Yenilik, keşif, dönüşüm…

Eskiden neler yapabildiğini hatırladığında elbette üzülüyor ama acının, kendisi üzerinde hâkimiyet kurmasına izin vermediği ölçüde ve duygularını kabullendikçe gitara küsmek zorunda olmadığını, bu şekilde de ondan keyif alabileceğini fark etti.

Kabullenme ve Kararlılık yaklaşımına göre, ânı fark etmek tam da şu anda neler olduğunu, nasıl hissettiğinizi, aklınızda hangi düşüncelerin dönüp durduğunu gözlemlemek anlamına geliyor. Yaşadığınız anda değilseniz, geçmişe ya da geleceğe saplanıp kaldıysanız, mevcut koşullarınızı doğru bir şekilde algılayamaz, olumsuzlukların üzerinden gelecek şekilde davranamazsınız.

Psikolojik esneklik için düşünceleri fark etmenin ve kabullenmenin öneminden bahsetmiştim, bunun için de yaşanılan ânın ayırdında olmak çok önemli. Önünüzde ne var, işte bunlarla yüzleşmelisiniz. Acı, öfke, pişmanlık, suçluluk, neşe, korku ya da sevgi. Hepsi size ait. Unutmayın, ânınızdan uzaklaşmak düşünce ve duygularınızdan kaçmak demektir. Onlardan kaçmayın, onları yadsımayın ki sizi daha iyi edecek, daha anlamlı bir hayata taşıyacak faydalı düşüncelere ve olumlu hislere yer açılsın.

Şimdi ve burada olun, çünkü orası geçmişte kaldı. Hiç kimse hasta olmayı istemez ama hastalandığımızda da geçmişteki bizi, eski günlerimizde neler yapabildiğimizi düşünmekten ve geleceği hayal etmekten kendimizi alıkoyamayız. Elbette geçmişi hatırlamanın ya da geleceğe dair planlar yapmanın kendi başına kötü bir yanı yok ama bunun üzerimizde moral bozucu bir etki yaratmaması mühim.

Eskiden son derece enerjik ve üretken biriydiniz belki ama hastalandığınızdan beri vücudunuz enerjisiyle sizi eskisi kadar desteklemiyor olabilir, bu durumda halen eskisi kadar aktif olmayı beklerseniz ciddi sorunlarla karşılaşırsanız. Birkaç saatlik zorlama sizi tamamen halsiz bırakabilir, günlerce yatağa hapsedebilir ve daha düşük bir tempoda kendinizle, ailenizle ve arkadaşlarınızla geçireceğiniz zamanları elinizden alabilir. Şimdi ve burada olmaktan kasıt, şu anki haliniz ve koşullarınız ile geçmişteki ve gelecekteki siz arasında farklar olduğunu unutmamak ve mevcut koşullarınızı en iyi, size en keyif verecek şekilde değerlendirmenin yolunu bulmaktır.

Düşüncelerimizi zihnimizden silemeyiz ama bu düşüncelerin bize fayda getirip getirmediğini fark edip davranışlarımızı bu doğrultuda şekillendirebiliriz. Yani zihnimizde düşünceler dönüp duracak ama bu bizim her düşünceye inanmamız, bize zarar vermeleri pahasına onlara göre davranmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Sizin için önemli olan nedir? Sağlığınız mı? O halde her şeyden önce, her şeyden fazla tedavinize odaklanın. Randevularınızı atlamayın. Yeterince uyuyun ve dinlenin. Önemli bulduğunuz ve sağlığınızı olumsuz etkilemeyeceğini bildiğiniz faaliyetlerde bulunun. Kimseyi kırmamak ya da reddetmemek için kendinizden ödün vermeyin. Aile, sağlık, maneviyat, hobiler, tatiller… Tüm bunları ve daha fazlasını önünüze koyun, hangileri sizin için önemli karar verin ve mevcut koşullarınıza göre bunlardan en iyi şekilde yararlanmaya bakın.

Donna gitar çalmayı çok seviyordu ama bu sevginin kökeninde müzik vardı. Gitarı artık istediği kadar çalamaz olduğunda, müzikle ilgilenmenin başka biçimlerini keşfetti. Sevdiğiniz faaliyetlerin altında yatan değeri bulmanız önemli; daha önceden zevkle ve zorlanmaksızın yaptığınız şeyler artık sizi zorluyor olabilir ama bu yüzden sizin için anlamı olan değerlerden vazgeçmeniz gerekmez. Resim mi yapmak istiyorsunuz? Durmayın yapın. Ama sağlığınız buna izin vermiyorsa, sanat eserlerini inceleyin, galerileri gezin. Okuyun. Değerleriniz çerçevesinde kendinizi iyi hissedeceğiniz faaliyetlerde bulunurken daima bunların size yararlı olup olmayacağını sorgulayın.

Öfkelenmek, kızgın ve kırgın hissetmekte haklısınız. Kimse de çıkıp bunun aksini söyleyemez. Hisleriniz gerçek ama bu hislerin ya da onları kontrol etme çabasının hayatınıza emirler yağdırmasına izin vermemek de sizin elinizde. Psikolojik olarak daha uyumlu ve esnek olursanız, kronik hastalıkların neden olduğu boğucu duygulara hapsolmaktan kurtulur, hem kendiniz hem de sevdikleriniz için daha iyi ve anlamlı bir yaşam sürdürürsünüz.

Joseph Trunzo’nun yazdıklarını ve tedavi yöntemini siz nasıl buldunuz bilmiyorum ama özellikle psikolojik uyumluluk fikri üzerine düşünmeye değer gibi geliyor bana. Gerçekten de düşüncelerimizi, sürekli konuşan zihnimizi asla susturamıyoruz. Hatta biz onları kontrol etmeye çabaladıkça sanki daha da güçleniyorlar, yargılayıcı iç sesimiz daha da acımasızlaşıyor. Gerek Trunzo’nun bahsettiği kronik hastalıklarla, gerek yeme bozuklukları, depresyon, kaygı bozukluğu gibi psikolojik temelli hastalıklarla mücadele ediyor olalım öncelikle şu andaki halimizi, nasıl koşullara sahip olduğumuzu ve iyileşmek için adımlar atarken elimizde olanları en iyi şekilde nasıl değerlendireceğimizi düşünelim. Sanırım en iyisi bu.

Trunzo’nun yazısı hayli uzun ve kapsamlıydı, sizler için elimden geldiğince anlamlı bir şekilde özetleyerek aktarmaya çalıştım. Son olarak Trunzo’nun makalesini okurken ve ardından bu yazıyı hazırlarken yeme bozukluklarıyla ilişkilendirdiğim kimi noktalarla ilgili bazı bağlantılar eklemek istiyorum. Özellikle yeme bozuklukları yaşayanlarınız ya da ailesinde, çevresinde bu hastalıklarla mücadele edenlere yardımcı olmak isteyenleriniz için faydalı olacaktır:

https://www.uplifers.com/yeme-bozukluklarini-taniyin-bu-tur-bir-rahatsizlik-yasayan-birine-nasil-yardimci-olabilirsiniz/
https://www.uplifers.com/yeme-bozuklugu-genclere-ozgu-bir-hastalik-degildir-orta-yas-ve-yaslilik-doneminde-yeme-bozukluklari/
https://www.uplifers.com/yeme-bozukluklari-ve-duygularimiz-arasindaki-iliski-duygusal-dengenizi-bulmaya-yardimci-olacak-bir-kriya-pratigi/
https://www.uplifers.com/yeme-bozukluklariyla-mucadeleye-yeni-bir-bakis-yeme-bozuklugunuz-aslinda-bir-aliskanlik-olabilir-mi/
https://www.uplifers.com/degisimin-baslangic-noktasi-kendiniz-olma-aliskanligini-kirmak/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2019/11/12/bir-dinlesek-asil-sesimiz-ne-derdi-acaba/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2018/11/08/yeme-bozukluklari-uzerine-istatistikler/
https://yalnizanoreksi.wordpress.com/2020/02/20/kendi-dusuncelerimizin-esiri-oldugumuzda/

Kaynak:
Joseph Trunzo’nun yazısı için:
https://aeon.co/essays/it-takes-psychological-flexibility-to-thrive-with-chronic-illness

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale