Değişimin başlangıç noktası: Kendiniz olma alışkanlığını kırmak

Bilinçaltındaki kalıplaşmış düşünce ve hislerin ötesinde düşünmek… Değişebiliriz!

Etrafımızdakilerin beklentilerini fazlaca önemsiyor ve bu uğurda kendimize sürekli hedefler koyuyoruz. İnsanın hedeflerinin olması elbette güzel bir şey, ama “Bu hedefler aslında ne kadar kendi arzularımı yansıtıyor?” diye sormaya başladığınızda işin rengi değişiyor. Çalışır çabalarsınız, uzun ve zor bir yolun sonunda hedefinize ulaşırsınız ama büyük ihtimalle daha o an bir sonraki hedefi düşünüp strese girmeye başlarsınız. Bu en azından benim için hep böyle oldu…

İlkokula başladığımda dersleri, öğretmenlerimin yorumlarını, ailedekilerin ağzından duymaya alıştığım “Yine takdirle geçersin tabii, tersi mümkün mü?” türünden cümleleri, arkadaşlarımla ilişkilerimi ve atışmalarımı çok önemsedim. Sonra hangi liseye gireceğim kaygısı geldi. Lisede de sınavları ve notları her şeyin öncesine koymama rağmen güzel arkadaşlıklar kurdum ama kaybettim. Ne de olsa üniversite sınavına hazırlanmak ve gecelere kadar kurslardan çıkmamak daha önemliydi! Üniversiteye girdim ama hâlâ rahat değildim. Vizeler, finaller, sunumlar, bitirme tezi, gelecek kaygısı, yurtdışında yüksek lisans hayalleri…

Bu sırada yine uzun ömürlü olabilecek arkadaşlıkların kıymetini bilemedim tabii. Şimdi de çok farklı değilim; stres kaynaklarım biraz değişti ama önceliğim hiçbir zaman kendim ya da sevdiklerim olamadı. Anlayacağınız hep kaygı havuzunda kulaç atan biri oldum. Bu dayatmacı, yetinmesini ve mutlu olmasını bilmeyen kişiliğim yetmezmiş gibi, bir de üzerine anoreksiya nervoza eklendi. Yedi senedir mücadele ettiğim anoreksiya yüzünden stres kaynaklarım hızla çoğaldı, kaygı havuzu yetmedi, engin kaygı denizine açıldım. Psikoloğuma bir keresinde, “Anoreksiya benim için yalnızca kısıtladığım yiyecekler, verdiğim kilolar, eriyen kaslarım ve kemiklerim değil; beynimde hiç durmadan ‘hak etmiyorsun’, ‘yeterli değilsin’ diye bağıran ses de aynı zamanda,” demiştim. Anoreksiya benim için kendi hislerime ve isteklerime rağmen başkalarına hayır diyememek. Vücudumun ve ruhumun çığlıklarına kulak tıkayıp onu beslemeyi şiddetle reddetmek.

Anoreksiyanın basitçe “zayıflık tutkusu yüzünden az yemek” olmadığını, insanın belki kendisinin bile bilemediği bir boşluğu doldurmak için tutunduğu çürük bir dal olduğunu anladığımdan beri tedavi sürecime de daha bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşıyorum. Şayet anoreksiya beni değil de, ben onu yeneceksem bu sürenin sonunda sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da sağlığıma kavuşmalıyım. Hayati fonksiyonlarım için hızla ve çokça kilo almam gerektiğini biliyorum ama anoreksiya nervozadan iyileşmek sadece bununla sınırlı olamaz. Beni anoreksiyaya iten boşluğun ne olduğunu da keşfetmeliyim. Kişiliğimin kaygıya, kontrole ve katı kurallara yatkın taraflarını törpülemeliyim. Kontrol edemediğim durumların bedenime ve zihnime işkence etmesine izin vermemeyi öğrenmem gerek.

Kısacası dönüşmek… Bilinçaltıma kök salan olumsuz düşünceleri ve yaşantıları beni iyi edecek olanlarla değiştirmek. Geçtiğimiz haftalarda okuduğum Joe Dispenza’nın Breaking the Habit of Being Yourself adlı kitabını bu düşüncelerle boğuştuğum sırada okuduğum için şanslıyım. Çünkü Dispenza bu kitapta temel olarak kendimiz olmayı nasıl bırakacağımızdan ve nasıl daha iyi bir benlik yaratacağımızdan bahsediyor.

Altını çizdiğim bölümlere bakınca Dispenza’nın fikirlerini daha çok yeme bozukluğumla ilişkilendirerek okuduğumu fark ettim. Fakat eminim ki bilinçaltını kazıyıp oraya daha mutlu ve daha yaratıcı bir benliğin tohumlarını atmak isteyen herkes bu kitaptan yararlanabilir. Söz gelimi, ilk vurulduğum fikir Dispenza’nın “zihinsel prova” olarak adlandırdığı ve değişime hazırlık olarak düşünebileceğimiz evre oldu. Zihinsel prova, Dispenza’nın belirttiği üzere, kendimiz olma alışkanlığını kırmak için önemli bir araç. Diğer her şeyi devreden çıkarıp sürekli olarak yalnızca belli bir şey üzerine odaklanırsak, bir süre sonra bu düşünceyi yaşantı haline getirebiliriz. Diğer bir deyişle, sinirler arasındaki bağıntılar, söz konusu düşüncenin gerçek hayatta tecrübe edildiği hissini yaratacak şekilde yeniden düzenlenir. “Düşünme şeklimizin beynimizi ve böylece zihinlerimizi değiştirmeye başladığı an burasıdır.” (Kitaptan alıntı)

Yıllar boyu belli düşüncelere bağlı kaldığımızda bu düşüncelere paralel şekilde hisseder oluyoruz ve bir süre sonra düşüncelerimiz ile hislerimiz birbirine eşitlenerek “kalıplaşmış” bir benlik hali oluşturuyor. “’Hep tembel olmuşumdur; gergin bir insanım; kendinden emin biri değilim; değerli olup olmadığım konusunda sıkıntılar yaşıyorum; çabuk öfkelenirim ve sabırsızım; çok zeki sayılmam,’ gibi cümleler kurduğumuzda,” diyor Dispenza, “düşüncelerimiz kalıplaşmış duygular şeklinde mizacımızda yer bulur.”

Değişimin sırrı da burada gizli aslında. Hislerimizden daha aşkın şekilde düşünemediğimizde, asla değişemeyiz. “Değişmek, hislerimizin ötesinde düşünmektir. …Değişmek, ezberlenen benliğin alışıldık hislerini aşarak düşünmektir.” (Kitaptan alıntı)

Benliğin anlamlarının keşfedildiği ilk bölüm değişimin mümkün olduğunun ve insanın kendini yeniden yaratabileceğinin altını çizerek sona eriyor. Dispenza’ya göre yıllardır sürdürdüğümüz düşünce ve duygu şekilleri öylesine benliğimize katılmış ve kalıplaşmıştır ki onları sorgulamayız ve otomatik olarak davranışlarımıza ve bedenimizin tepkilerine yansıtırız. Bilinçaltına köklenen bu düşünce ve duygu şekillerini (tabii bunları değiştirmek istediğimizi varsayıyoruz) önce gözlemlemeliyiz. Ancak farkına vardıktan sonra bunları unutmak için adım atabiliriz. Sonrasında, beynimizi yeni şekillerde düşünmeye sevk etmek için sorular sormaya, böylece sorgulamaya, tasarlamaya, olasılıkları değerlendirmeye başlarız. Dispenza akıcı bir bilinç halinin yaratılması için açık uçlu soruların sorulması gerektiğini belirtiyor. Örneğin, unuttuğum –ezberimizden çıkardığımız da diyebiliriz– bu kalıplaşmış düşünce ve duyguların yerine ne koymak istiyorum? Kim olmak, nasıl biri olmak istiyorum? Tarihten hayran olduğum kim var ve bu kişinin beni cezbeden özellikleri neler?

Elbette kitabı okurken zaman zaman şüpheye kapılmadım değil. Bilinçaltına yerleşmiş düşünce ve duyguların farkına varılsa bile bunları değiştirmek, yani beyni yeni şekillerde düşünmesi için yeniden “yapılandırmak” mümkün müydü? Yukarıdaki soruları sormak işe yarayacak mıydı? Dispenza, bu sorulara gerçekten içten olarak cevap verdiğimizde beynin yeni biçimlerde çalışmaya başlayacağını ve bir süre sonra zihnimizin kendiliğinden yeniden şekilleneceğini belirtiyor. Yeni bir benlik için ne kadar fazla zihin provası yaparsak, bedenimizin tepkileri ve yeni şekillenmekte olan zihnimiz de birbiriyle aynı derecede uyumlu hale gelecektir. Diğer bir ifadeyle, beynimiz de, hayatımız da gittikçe değişecektir. (Kitaptan alıntı)

Anoreksiya hastası olduğumu kabul edip tedavi sürecine başladığımdan beri hem hastalığımla, hem de kişiliğimle ilgili öyle şaşırtıcı gerçekler keşfettim ki aslında Dispenza’nın bahsettiği bilinçaltına yerleşen düşünce ve hislerim yüzünden ezbere yaptığım, kendime ve çevreme zarar veren davranışlarımı fark eder oldum. Beynim iki parçaya bölünmüş gibi. Tepkilerimin çoğunu anoreksik tarafım yönetiyor ve onun kalıplarına göre hareket ediyorum. Bunların çoğu da zarar verici davranışlar. Hâlâ makul düşünebilen ve iyiliğimi isteyen tarafın sesi ise çok cılız kalıyor. Dispenza’nın kitabını okurken gözlemleme-fark etme aşamasını tamamladığımı ama bir türlü o soruları soramadığımı, benliğime kattığım anoreksiyadan kurtulup değişmek yönünde “eylemsel” bir adım atmaya cesaret edemediğimi fark ettim.

“…Geçmişinizle olan kökleri koparmadığınızda, yeni bir gelecek yaratmak imkânsızdır,” diyor Dispenza. “Ancak bahçedeki (zihindeki) izleri sildikten sonra yeni bir hayat için yeni düşünce, davranış ve duygu tohumları ekerek yeni bir benlik oluşturabilirsiniz.” (Kitaptan alıntı)

Cümlelere döküldüğü ölçüde kolay olmasa gerek. Çabalamak, zorlu ve uzun bir yolu kat etmek gerekiyor. Benim için bu yola çıkalı yedi sene oldu ve özellikle son iki senedir köprü çıkışlarını fark edip yanlış çıkışa yönelmemek için çabalıyorum. Anoreksik yanımın sinsiliğini gittikçe daha iyi fark ediyor, onun dayattığı düşünce ve davranış kalıplarını kırmak için –anoreksiyaya karşı gelerek yediğim bir bisküvi bile olsa– adımlar atıyorum. Yoga ve meditasyonla bedenimi yeniden hissetmeye, onu sevmeye ve tanımaya çalışıyorum. Bence kaygılarımız ve yeme bozuklukları gibi zihinsel rahatsızlıklarımız da bedenimizle ruhumuzun birbirini duymayı unutmuş olmasından kaynaklanıyor. Dönüşüm sürecinde derin derin düşünmeye, derin derin nefes almaya ihtiyacımız var. Çünkü değişmek mümkün. Daha iyi bir ben olmak; kendimize daha iyi gelecek bir benlik inşa etmek mümkün.

Not: Yazıda Dispenza’nın kitabına ve fikirlerine atıf yaptığım yerlerin çevirisi bana aittir. Kitap Türkçe olarak Butik Yayınları tarafından “Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak” adıyla yayımlanmıştır.

Kaynak:
-Dr. Joe Dispenza, Breaking the Habit of Being Yourself: How to Lose Your Mind and Create a New One, Hay House Publications.
-Dr. Joe Dispenza’nın Youtube Kanalı
-Dr. Joe Dispenza’nın İnternet Sitesi
Okuma önerisi:
-Brené Brown, The Gifts of Imperfection: Let Go of Who You Think You’re Supposed to Be and Embrace Who You Are
(https://www.amazon.com/Gifts-Imperfection-Think-Supposed-Embrace/dp/159285849X)
-Osho, Yoga – Bireyin Doğuşu, çev. Nilüfer Epçeli, Omega Yayınları.

İlginizi çekebilir: Yeme bozukluklarını tanıyın: Bu tür bir rahatsızlık yaşayan birine nasıl yardımcı olabilirsiniz?

Burcu Uluçay
Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar ... Devam