Hayatımızın gizemi dönemeçlerimiz: Seçen ben, yazan ben

Çokça tartışmalı bir konudur; genel olarak insan kavrayışının üzerinde olduğunu düşünüyorum, kader var mıdır? Eğer gerçek bir kader var ise çizilmiş bir hayatı yaşamaya mı geldik? Gerçekten yaşayacaklarımız önceden belirli ise “özgür irade” bunun neresindedir? Özgür irademizin olmadığı bir hayat akışımız var ise neden hepimiz aynı hayatı yaşamayız, neden bazılarımız bazı konularda sınanırken, bazılarımız sağlık, bazılarımız bolluk veya bazılarımız ayrılıkları yaşarken diğerlerimiz sadece mutlu bir hayat sürer? Bu durumda adalet bunun neresindedir?

Ben bu yazımda sizlerle birlikte biraz kendi hayatlarımızı ve “dönemeçler” diye nitelendirdiğimiz önemli seçim anlarımızı inceleyelim istiyorum. Bu konuda hepimizin farklı din inançları da mevcuttur; fakat bu yazım din üzerine değil, salt olarak bilinçli bir inceleme üzerine. O an neden, neyi tercih ettik ve hayatımız bunun ertesinde nasıl evrimleşti? Başka türlü olabilir miydi, eğer cevap “evet” ise kaybetmiş sayılır mıyız veya kazanan bizsek geriye dönmek ister miydik?

Başka türlü olabilir miydi; eğer cevap evetse kaybetmiş sayılır mıyız veya kazanan bizsek geriye dönmek ister miydik?

Şimdi bir örnek ile başlamak istiyorum, bundan 10 yıl önce önüme muhteşem bir tercih hakkı çıkmıştı; bölümün dönem birincisi olarak mezun olmuş (ve hatta iki bölümü aynı anda tamamlamıştım) ve bir önceki yıl Almanya’da staj yaptığım enstitüde doktora yapmak üzere kabul almıştım. Evet, henüz 24 yaşımdaydım ve önümde muhteşem bir hayat, parlak bir akademik kariyer ve yurt dışında sürdürebileceğim yirmili yaş yıllarım beni beklemekteydi.

Diğer tarafta ne vardı diye soracaksınız? Ailem ve en önemlisi tertemiz bir kalple âşık olduğum adam… Eğer bir tercih yapacaksam ve Türkiye’den yıllar boyunca sürecek bu süreç için ayrılmayı seçeceksem 18 yaşında çokça âşık olduğum bu adamı da kaybedecektim. İşte “her tercih bir vazgeçiştir” noktasına gelmiştim bile…

Sonra ne oldu? Hocalarımın çokça ısrarlarına ve hatta bir firmada çalışmaya başlamış olmama rağmen ve hatta üzerinden 6 ay daha geçmiş olmasına rağmen, beni ısrarla istemelerine karşın tek cevabım vardı; hayır. Ben Türkiye’de kalacaktım ve hayatım boyu sevdiğim adamla olacaktım. Sonu her ne olursa olsun sevgi, kalbim ve içten hissettiklerim önemliydi. Kariyer her zaman bulunabilirdi ama sevgi, kariyer için öyle kolayca bir kenara konulamazdı… Ben tercihimi yapmıştım…

İşte burada “özgür irade” dediğimiz kavram hayatımızda tezahür ediyor. Bugün tam tersini seçmiş olsaydım (ki bu aşk olduğum adam ile evlenmiş olmamıza rağmen bugün ayrıyız) çok daha önce ilişkimin sonlanmış olacağını görüyorum. Bugün yine aynı sonuca ulaştım, fakat bu oldukça yorucu, üzüntülü ve yıpratıcı bir süreçle ilerledi…

Diğer yandan, burada kalmama vesile olan bu seçim bugün beni muhteşem kelimeler ile buluşturdu. Her an yazarak paylaşabilmek, belki içten içe benim yandıklarım ile yananlara biraz olsun yüreklerine serpecekleri bir bardak su olabilmek üzere evirilmemi de sağladı. Beni büyüttü, egolarımdan arındırdı, kaybetmeyi öğretti, sonra hiçbir şeyin aslında kaybolmadığını, aşkın her an birlikte olmak değil kalpte olmak olduğunu öğretti, gerçek sevginin ne denli karşılık “beklememek” olduğunu ve ancak kendimizi gerçekten sevdiğimizde dünyaya sevgi verebileceğimizi…

Hiçbir seçim rastlantı değildir; bir başlangıca ve bu başlangıç dolayısıyla başka bir sona işaret eder.

Hayatımız aslında binlerce olay ile kurgulanmıştır fakat işte “özgür irademiz” bize verilmiş seçim hakkımızın her an korunmasına yol olur ve aslında her anımızda bir seçim ve bir sonuç oluşur. Dolayısıyla sonucun da ek sonucu ve ardından gelecek “olası” sonuçları. Bakın sevgili Bedri Ruhselman, Sertaç Mehmet Temizel tarafından yeniden yorumlanan Kader ve Zorunluluk isimli muhteşem çalışmasında bunu nasıl açıklıyor;

“…Şu halde dünyamızda, bir çocuğun küçük parmağının ateşte yanmasından, bir sineğin kanadının hareket etmesinden, bir tek yaprağın sallanışından ve önemsiz gördüğümüz ya da gözümüzden kaçan sayısız olaydan tutunuz da; aklımızın alamayacağı kadar muazzam dünyaların sarsıntılarıyla, yıkıntılarıyla ve yeniden kurulmalarıyla ilgili bütün olaylar tamamen birbirine bağlanmıştır. Bu bir nizamdır, bir ahenktir, bir düzendir. Ve bunun dışına hiçbir şey çıkamaz. İşte nedensellik ilkesinin kapsamı buradadır. Bunun önemini kavrayabilecek duruma gelen insan, en küçük ve en önemsiz görünen herhangi bir şeyin dahi, kâinatta boş, anlamsız, abes ve alakasız olamayacağına inanma kudretine erişmiş bir kişidir.

…Dünyada her hareketin kendine mahsus bir hedefi vardır. En ufak bir işin etkisinin; yıllar sonra meydana gelecek bir olayın başlangıcı olabilir. Bunun yansıması mümkündür.”

Hayatımızda karşımıza çıkan hiçbir seçim rastlantı değildir, bir başlangıcın ve bu başlangıç dolayısıyla başka bir sonun oluşuna işaret eder. Bu noktada insana yani bizlere düşen tüm anlarımızın, tüm seçimlerimizin ve fiillerimizin farkında olmak ve sorumluluklarını alabilmek cesaretini göstermektir. Bizler sebep ve sonuçları anladıkça “elimde olmayan”, “benim dışımda gelişen” veya “değiştiremeyeceğim” gerçekler sınırlanırken, hayata katabileceklerim, çabalayabileceklerim ve en önemlisi “değiştirebileceklerim” de artacaktır.

Eğer sadece bize verileni yaşamak üzere burada bulunuyorsak oluşumuzun ve bu dünyaya katacaklarımızın anlamı kalmazdı. Bir robot gibi sadece bize yazılmış olanı yaşamaya mahkûm edilmişsek neden hepimiz için farklı senaryolar söz konusu ve bunca çeşitliliğe neden ihtiyaç var? Sorulara cevaplar yine kendimizde başlar ve bizlerde biter, her an kendi hayatımızı yaratmakta olduğumuz gerçeği kalbimizle bildiğimizde hayatımız da değişecektir, tercihlerimiz de…

Bugün bu yazımı okuyorsanız düşünmenizi dilerim, bugününüzü yarına bağlayan nedir?

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam