Geçmişten özgürleşin: Hayatınızda sürekli tekrar eden paternlerin farkında mısınız?

Bu aralar ciddi bir temizlik hali. Her yerden çıkıyor biriktirdiklerimiz, anamız, kardeşlerimiz, kadın arkadaşlar ile olan ilişkilerimiz, babalarımız, erkek arkadaşlar…

Temel, kök paternler önemlidir. Aile içinde öğrendiğimiz dinamikler. Bu dinamikler, ailede halihazırda titri olan insanların “anne”, “baba”, “kardeş” titrleri içerisinde sıkışıp kalması, kendimize yer bulamamak veya o yere fazlaca yayılmak, itişip çekişmeler arasında kendi “ilişki algımızı” oluşturur.
Yaşamın her alanında kurduğumuz ilişkiler işte bu kök paternin kopyalanıp çoğaltılmasından oluşur.
Aslında şöyle başlayalım, patern nedir?
Patern “desen”dir.
Büyüdüğümüz çekirdek ailede, o, yaşamı ilk deneyimlemeye başladığımız yerde öğrendiğimiz şeylerdir. Herkesin kendine has, algısına has bir deseni oluşur. Bu desen en aşina olduğumuz, içinde rahat ettiğimiz, kendimizi içinde ifade etmekten en rahat ettiğimiz yerdir. Burada ne kadar acı çektiğimizin, sevilip sevilmediğimizin önemi yoktur. Öğrendiğimiz şey budur. Ve bizler küçücükken dış dünya karşılaştırması yoktu. Dolayısı ile bundan memnuniyetsizlik hali aslında en net, sosyalleşmeye başladığımız zamanlarda ortaya çıktı. Bu da çok küçük yaşlarımıza dayanabilir.

Bizler, “sevgi nedir”, “saygı nedir”, “değer nedir” gibi soruların cevaplarını, aynı bir boyama kitabını boyar gibi, o içi boş yerleri renklendirir gibi aileden öğrendiklerimizle doldurduk.
Sevgi benim için kırmızı dedik mesela ve kırmızı şiddet olsun…
Saygı benim için sarı, o da sessizlik, ifadesizlik olsun… 
Değer benim için mor, o da görünmezlik hali olsun…
Şimdi biz bu renkleri ve anlamları seçerken, bunların bizim için hiçbir sakıncası olmadı. Yani, “a görünmezim” demedik, hemen uyumlandık.
Bir yabancının Karadeniz’de Türkçe öğrendiğini düşünün, yada Ege’de; aksanlı Türkçesini düzgün sanacaktır.
Aynen bu benzetme gibi, edindiğimiz paternin farkına varmadık. Burada egoya falan yüklenmeyelim! Öğrenmenin doğallığı gereği…
Burayı iyi anlamak önemli!
Dolayısı ile, yaşama atıldığımızda bu renk ve paternlerimizle yola çıktık. Sevgiyi sağlıklı bir şekilde veren birisi var ise, bunu anlayamadık.
Sevgi bizim için kırmızı ve şiddet içeren bir şey iken karşımızdaki bize yeşil ve sakin bir hal sunuyordu.
Dedik ki, “bu beni sevmiyor”!
Bize şiddet göstereni çektik kendimize, alışıp öğrendiğimiz şey her ne ise onu.
Burada kendimizi döveceğimiz, ailemize küfür edeceğimiz bir durum yok.
Kaktüs diyor mudur “Neden ben susuz topraklardayım? Milletin çocuğu günde üç defa su isterken ben aylardır susuzum, susamıyorum da gerçi..!
Olduğumuz hal budur. Habitatımız budur.
Bozulmuş bir iç yapı olsa da, doğalımız budur. Bunu kabul etmeden, oradaki paterni, sağı solu suçlamadan kucağımıza almadan dönüştüremiyoruz.

Bu desenimizi, o en temel çekirdek aile desenimizi, kopyalayıp yapıştırmaya başlarız, patates baskısı yapar gibi. Yan yana, üst üste, belirli bir düzenle… Artık herkesin göz zevkine göre değişir!
Bu desen büyüdükçe, yan yana bir sürü basılıp şekil aldıkça hem kafamız karışır hem de, tüm dünya bize bir meydan okumada, herkes bize karşı bir savaşta veya saldırıda gibi hissederiz. Kendi desenimizin versiyonları bizi boğar.

Bu yüzden, aile sorunlarını halletmeye yöneliriz, hani ilk kişisel gelişmeye başlama adımlarında… 
Bana bunu yaptı da, ondan böyle böyle…
Kimse kimseye bir şey yapmadı. Hamurun o.
Hamuru kabul etmek zor zanaat!
Ekşi maya ekmek hamuruyken, kendine “Neden sen tatlı kurabiye hamuru değilsin, nedeen!?” diye bağırdığını hayal etsene!

Basitçe böyle çünkü…

Aileye dönmekteki amaç, onları gözlemlemektir, iyileştirip değiştirmek değil. Desenimizi net hatlarıyla görebilmek. Kaynağa gideriz, ilk madene ve bakarız, biz sevgi diye neyi almışız, saygı diye neyi almışız, değer diye neyi öğrenmişiz.
Sadece izlemeye.
Öfke çıkar elbet, eğer derdimiz iyileşmek değilse, derdimiz büyümek değilse, şimdiye kadar görmekten ve ifade etmekten kaçmış isek… E çok da doğal. İnsanız, çıkacak onlar, sonra dinecek…
Yine söylüyorum, sanki bir resim sergisine gittik ve “Ressam burada ne anlatıyor?” diye izlemeliyiz aile dinamiklerini. Duyguları bir kenara çekerek. Resmi görünce o ilk paterni, o ilk deseni hemen bir aydınger kopyasını alıp, hayatta sıkışıp çözüm bulamadığımız diğer desenlerin üzerine koymalıyız, eşleşip eşleşmediğine bakmak için.
Bingo!
Kesin eşleşir!
Sonra kendi hapishanelerimizi nasıl yarattığımızı görmeye başlarız. O patates baskısı ile nasıl bir kule inşaa etmişiz, nasıl bir hayat çizmişiz görüveririz. Gördüğümüz anda çöker sistem.
Artık bir önemi kalmamıştır, artık büyüsü ve işlevi kalmamıştır çünkü. İzlemekten başka yapacak da bir şey yoktur. Sadece izlemek…
Duygu çıkar tabi, ama geçer gider…
Hıçkırıksız gözyaşı gibi.
Ama için şefkat dolar, gerçek sevgi dolar, hürmet ve saygı dolar. Hem herkese, hem de kendine…

Çalışmak bundan sonra gelir, disiplin bundan sonra elzemdir eğer gördüğün hali değiştirmek istiyorsan. Bu yaşına kadar ki alışkanlıklara gider zihin, beden. Aynı kimyalara çekilir. Her gidişinde, ki bunu sonsuz kere tekrarlar belki, bıkmadan usanmadan o halimizi toplayıp, “yapma çocuğum, gel buraya” deyip şefkatle sarmalıyız. Sabırla.
Kendi anlamaz halimize sabırla…
Olsun güzel kızım, oğlum…
Şefkat iyileştirir. Kokusu büyütür şefkatin, kucağında huzurla, güvenle gelişirsiniz, koklaya koklaya “benim” dediğinize dönüşürsünüz.
Bu çocukluk değildir, acizlik değildir, bu yaşsız insanlıktır. Bu gerçek alçak gönüllülük, huzurdur.
Karşılaştırmada vardır yaşlılıklar, gençlikler, çocukluklar… Burada yok.

Mahşer günü herkes 33 yaşında olacakmış. Mahşer, hiçbir şeyin olmadığı düzlük alan demek. Bazı inanış bedensel olarak çıkıp sorgulanacağımızı zikretse de, burada ezoterik bir anlatım var.
Hepimiz, düzlüğe çıktığımızda, o boşlukta yaşsız ve karşılaştırılamaz eşsizliğimizi kabul ettiğimizde, kendi yaşam hikayemizi yazabilecek yaratıcılılar olacağız.
Ancak boşluklara yazılır hikayeler.
Boşlukları yaratmak için de yaşamdaki tekrarları kaldırmak gerekir.

Hepimize kolay gelsin, yeni bir devir, yeni bir dönemin içinde adımlıyoruz. Dünyalar çoktan ayrıştı, kim bilir paralel bir evrende Atlantis’in yok oluşu gibi, bazılarının yok oluşundan bahsediyorlardır. Oysa hepimiz buradayız!

Sevgi gerçeğiniz olsun!

Yaklaşan inziva detaylarına buradan bakabilirsiniz.

İlginizi çekebilir: Hayat yolunda hep hareket etmek gerek: Yürümeden, mucizeler ayağımıza takılamaz

Esra Uyman
Lise yıllarında başlayan kişisel gelişim, ruhsal gelişim ve metafizik konularına duyduğu yoğun merak onu yurt içi ve yurt dışında birçok özel eğitim çalışmalarına katılmaya ... Devam