X

Dünyanın en yüksek gölünde, güneşe komşu bir ada: Isla Del Sol

Bu adada yol ve elektrik yok. Araç da yok. Eşekler var. Sabah erken saatlerde göl kenarında duruyor, yüklerini sırtlanıyor, tepeye çıkarıyorlar. Sonra iniyorlar, tekrar yükleniyorlar, tekrar çıkarıyorlar. Bütün günleri böyle geçiyor. Bir de yıldızlar var, ay var, ayın doğuşu, güneşin batışı var.

Sınırdan bir şey beklemeyin. Toprak bir yol, kenarda derme çatma bir yapı. Pasaport kontrolleri orada yapılıyor,” diyor arkadaşımız bizi Calca’dan Titicaca Gölü’ne doğru uğurlarken ve ekliyor: “Hızlı ilerliyor, hemen damgayı basıyorlar.

Gerçekten dediği gibi oluyor. Puno’dan bindiğimiz otobüs Bolivya sınırına geliyor ve şu anons yapılıyor otobüsten: “Burada Peru’dan çıkışınızı yaptıracaksınız. Ardından yürüyerek diğer tarafa geçeceksiniz. Orada da Bolivya’ya giriş yapacaksınız. Otobüs sizi Bolivya tarafında bekleyecek.” Peru çıkışı için kuyruğa giriyoruz. Biraz sıra var. Yaklaşık iki otobüs dolusu insan. Ortalardayız biz. Çok beklemiyoruz. Pasaportumuza Peru’dan çıkış damgası basılıyor. Bolivya girişi için toprak yoldan yürüyoruz. Anonsta söylendiği gibi.

Yol kenarında futbol sahası var. Çocuklar maç yapıyor. Perulular futbolu çok seviyor. Buldukları her boşluğa hemen bir saha yerleştiriyorlar.
Buraya bile saha yapmışlar.
Evet, hangi ülkeye ait acaba?
Bilmem…

Bir yandan önümüzdekileri takip ederek ilerliyor, bir yandan sohbetimize devam ediyoruz.
Şimdi bizim çantalara bakmayacaklar mı yani?
Öyle görünüyor.
O halde istediğimiz her şeyi geçirebiliriz sınırdan.
Evet…

Sınıra varıyoruz. Yine sıraya giriyoruz. Bu sefer daha öndeyiz. Yolda fotoğraf çekmekle oyalananlar vardı. Onları geçtik. Sıra hemen bize geliyor. Bolivya’ya giriş damgası basılıyor pasaportumuza. Otuz günlük. Bizse sadece beş gece kalacağız burada. Otobüsün yanına gidiyoruz. Kapısı kapalı. Herkesin işlemi bitene kadar açmayacaklar sanırım. İşimizi halletmiş olmanın rahatlığıyla bekliyoruz. Yolun karşısından el arabasıyla taşınan bir sürü bagaj geçiyor.

Acaba?” diyorum kendi kendime. “Ama imkansız. Adamların x-ray’i bile yok. Bunca valizi elleriyle tek tek arayacak değiller. Çok uzun sürer.

Pasaport kontrolleri bittikten sonra otobüsün kapısı açılıyor. Yerlerimize geçiyoruz. Muavin kontrolünü yapıyor, herkesin araçta olduğuna emin oluyor ve yola devam ediyoruz.

Gerçekten çok kolaymış.
Böylesi daha iyi…
Peki ama neden böyle acaba?
Ben de anlam veremedim… Boşver, bunu sorgulamasak da olur bence.” 
Sorgulamaktan değil de, merak ettim.
Bunları konuşuyoruz otobüs Copacabhana’ya doğru ilerlerken.

On beş dakika sonra yeni bir anons yapılıyor. “Tura dahil olanlar burada iniyor.” Koreliler var otobüste. Turla gelmişler. Onlar iniyor, biz beş dakika daha devam ediyoruz yolculuğumuza. Camdan bakıyorum. Solda Titicaca Gölü boylu boyunca uzanıyor. Üstünde tekneler, deniz bisikletleri, kanolar. Sağ taraftaysa bir sürü kafe. Çoğunu Gringolar işletiyor. Arkadaşımız bunu da söylemişti bizi uğurlarken. Hoşumuza gidiyor bu durum. Dil konusunda sıkıntı yaşamayacağız demek ki. Otobüs acentenin önünde duruyor, iniyoruz. Copacabhana’da kalma niyetimiz yok. Hemen Isla Del Sol’a geçeceğiz. Acenteden sahile doğru giderken sürekli yolumuzu kesiyorlar. Kimisi kafelerinde oturup bir şeyler yiyip içmemiz için, kimisi Isla Del Sol’a bilet satmak için. Otomatiğe bağlamış bir şekilde, “Gracias (Teşekkür ederim),” diyoruz her birine. Sadece tekne saatleriyle ilgileniyoruz. Yine biri sesleniyor.

Isla Del Sol, Isla Del Luna…
Quento es?
20 soles.

Düşünüyoruz. Acaba her yerde aynı mı fiyatlar?
Fiyatlar her yerde aynı,” diyor adam ne düşündüğümüzü anlamış gibi.
Saat kaçta var?
13:30’da…
Tamam,” diyoruz ve biletimizi alıyoruz.
Çantalarımızı buraya bırakabilir miyiz?
“Tabii, şu köşeye koyabilirsiniz. 13:15’te burada olun.”
Peki…

Tekne için epey zamanımız var. Yani şimdilik öyle sanıyoruz. Önce sahilde biraz yürüyoruz. Bolivyalıların işlettiği yerel lokantalar görmüştük otobüsle geçerken, onlara bakıyoruz. Sonra bir şeyler içmek için sahil kenarında bir kafeye oturuyoruz. Gözüm telefonun saatine takılıyor. 12:45. Bolivya, Peru’dan bir saat ileride. Meğer çok zamanımız yokmuş. Çaylarımızı içiyor ve kalkıyoruz. Acenteye doğru yürürken yine yolumuzu kesiyorlar ellerinde mönülerle. Buralarda böyle. Yerel halk da, Gringolar da, ya sizi görünce seslenirler “Trucha, Sopa De Quinoa, “ diye, ya broşür ile yanınıza yaklaşırlar ve “massage,” derler ya da ellerindeki kolyeleri, bileklikleri satmaya çalışırlar. Aynı sokaktan beş dakika içinde onlarca kez geçseniz de durum değişmez. Artık simanızı tanısalar ve onlara para kazandırmayacağınızı bilseler bile hep yanınıza gelirler. Siz de her seferinde teşekkür edersiniz içten bir gülümsemeyle.

İki saat sürüyor Copacabhana’dan Isla Del Sol’a (Güneş Adası) ulaşmamız. İskeleye iner inmez Aymaralı biri karşımıza çıkıyor. Elinde makbuzu, başında fötr şapkasıyla.
Geçmek için ödeme yapmanız gerekiyor,
Neden?
Komuniteye giriş parası.

Önce karşı çıkıyoruz. Çok saçma geliyor adaya girebilmek için para vermek zorunda olmak. Adam İspanyolca bir şeyler söylüyor. Dediklerini kelimesi kelimesine anlamasak da biliyoruz ki ödeme yapmamızı bekliyor.
Adayı gezebilmek için neden para vermemiz gerekiyor?
Çünkü adayı gezebilmek için para vermeniz gerekiyor.

Daha fazla üstelemiyoruz. Parayı veriyor, makbuzu alıyor ve geçiyoruz.
Isla Del Sol’da iki tane komunite var. Teknelerin yanaştığı ve bizim kaldığımız Yumani Komunitesi. Komuniteler birbirleriyle kavgalı. Gringoları pek sevmiyorlar. Hatta duyduğumuza göre diğeri Gringoları hiç kabul etmiyormuş.

İskeleye yakın bir yere yerleşiyor ve hemen dışarı çıkıyoruz. Bu adada araba, motosiklet, bisiklet vs. yok. Sadece eşekler var. Onlar da yük taşımak için kullanılıyor. Adaya gelen turisti yukarıya çıkarmak için değil. Yani tek ulaşım yolu yürümek. Yollar irili ufaklı düzensiz taşlardan oluşuyor. Taşların bazıları sağlam ve hareketsiz dururken, bazılarına bastığınızda ayağınızın altından kayıp gidebiliyor. Düz yol pek yok.Genelde hem yokuş, hem dönemeçli. Karşınıza her an eşekler çıkabilir. Yukarı çıkanlar sırtlarında yükleriyle, aşağıya inenlerse yüksüz, rahat. Onlar yollarını değiştirmediklerinden, eğer yol darsa kenara çekilip kendilerine yol vermelisiniz. Üstelik yol boyunca bir sürü eşek pisliği var. Bu yüzden yürürken bastığınız yere dikkat etmeniz gerekiyor. Böyle bir yolda, eşek pisliklerine basmadan yürümeye çalışmaksa şekilden şekle girmek anlamına geliyor. 4000 metre irtifalı adada çıkışlar yorucu, inişlerse biraz daha rahat. Herkes için böyle. Yerel halk için de, turistler için de, eşekler için de…

Güneş Adası’nda olduğumuza göre, buraya gelen herkesin ilk aklına geleni yapacağız Adanın tepesine çıkıp günbatımını izleyeceğiz. Biraz hislerimizi biraz da nispeten daha kolay görünen yolları takip ederek ilerliyoruz. Tabii ki bol bol mola vererek. Hava yağmurlu. Yerler çamurlu ve taşlar biraz kaygan. Buralarda ne zaman güneş açacağı ne zaman yağmur yağacağı belli olmuyor. Sıcağı çok sıcak, soğuğuysa çok soğuk. Bu nedenle hep dört mevsim kıyafetle gezmek gerekiyor.

Adanın en tepesine ulaştık. Güneş karşımızda. Tahminimize göre batmasına bir, iki saat var. Yavaş yavaş göle doğru inecek, turuncu bir topa dönüşecek, etrafını renklendirecek ve gidecek sanıyoruz. Öyle olmuyor. Önce hava bulutlanıyor, arkamızda kocaman bir gri bulut beliriyor. Gelmiş, adanın en tepesine oturmuş. Toprak ile arasında hiç boşluk yok neredeyse. Sanki ne kadar yüksekte olduğumuzu göstermek istiyor. O halde biz de başkalarına gösteririz belki diyor, bulutun fotoğrafını çekiyoruz. Sadece bir fotoğraf. Daha fazla değil.

Tekrar güneşe dönüyoruz. Beyaz bulutların renkleri değişmiş. Parça parça turunculaşmışlar. Buraya kadar her şey çok normal gözüküyor olabilir. Bizim için pek öyle değil. Öncelikle şunu belirtelim, bulutlardan dolayı şu an güneşin tam olarak nerede olduğunu bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, güneşi son gördüğümüz yer ile turunculaşan bulutlar arasındaki mesafe. Bulutları görmek için başımızı sola çevirmemiz gerekiyor. Güneş tam karşımızdayken, günbatımı solumuzda gerçekleşiyor. Biz güneş göle inecek diye beklerken, sola kaydı, bulutlara yayıldı ve gitti. Sonuna kadar beklemedik. Hava bulutlu olduğu için pek ilgimizi çekmedi. Nasıl olsa daha buradayız. Güzeline denk gelir, onu seyrederiz. Üstelik bu yolun daha inişi var. Karanlıkta. Kafa lambalarıyla, el fenerleriyle.

Tabii ki adada sokak lambası yok. Evlerden ya da otellerden gelen tek tük loş ışıklar aydınlatıyor sokakları sadece. Bir de karşıdan gelenin kafa lambası. Bazı yerlerse zifiri karanlık. Lambalarımızı açıyor, yolumuza devam ediyoruz. Basacağımız yeri görmek yetiyor bize, daha fazla ışık istemiyoruz.

Burada elektrikler kesilse ne güzel olur,” diye düşünüyorum. Son gecemizde, biz otelin balkonunda otururken kesiliyor. Çok güzel oluyor. Fener ışıkları, ayın doğuşu, elini uzatsan dokunabilecek kadar yakın olduğun yıldızlar… Seyrediyoruz. Hiç konuşmadan. Belki on dakika, belki de saatlerce. Uykumuzun geldiğini fark edene kadar.
Biz ne zamandır buradayız?
Bilmem…
Çok güzel değil mi?
Evet. Dönmek istemiyorum. Dönünce bir şeylerin bozulmasından korkuyorum. Şehrin beni içine çekip yok etmesinden…
Sen zaten tekrar geleceksin buralara, orası kesin.

Yine susuyoruz. Başımı kaldırıyor, yıldızlara bakıyorum. Hiçbir şey düşünmeden, kaysalar diye beklemeden. Sadece bakıyorum. Gri bulutlar gelene, yağmur başlayana kadar.

İlginizi çekebilir: Pasifik kıyılarından Ekvador’a doğru bir yolculuk hikayesi

Nihan Yığın: Yazmayı, seyahat etmeyi, başkalarının hayatlarına tanık olmayı, hikayeler dinlemeyi, bu hikayeleri yazarak paylaşmayı sever. “Issız bir adaya düşsen yanına ne alırsın?” deseler, ilk söyleyeceği defter ve kalem olur. Issız bir adaya düşmeyi çok ister. Doğayı, dağları, yüksekleri, yürümeyi, tırmanmayı sever. Aldığı eğitimlerle, yaptıklarıyla ön plana çıkmaktan hoşlanmaz. Yoga yapar, yoga öğretir. İnsanların kalbine dokunmak, birilerine iyi gelmek ister. Yazarak, dinleyerek, paylaşarak...

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale