X

Büyük dönüşümlerin habercisi olan çağrılara kulak veriyor musunuz?

Hayatımızdaki büyük dönüşümler genelde bir “çağrı” ile başlar. İçsel yolculuğumuza bir “zorlanma” sonucunda çıkarız. Zihinsel ya da fiziksel bir sağlık sorunu, acı bir kayıp, terk edilmek, reddedilmek, aldatılmak, başarısız olmak ve benzer niceleri… Bu çağrı başlarda genelde daha hafif, üstü kapalı şekillerde gelir. Biz ondan kaçıp, mesajını görmezden geldikçe ise yoğunluğunu arttırır. Ve sonunda bir çeşit bir krizle bizi uykumuzdan uyandırır. Pes edip, “artık ne olursa olsun değişeceğim” dediğimiz noktada ise ruhun karanlık gecesi başlar. Ve biz kendimizle gerçek anlamda yüzleşmeye başlarız.

Peki bu kimin çağrısı? Bize ne anlatmaya çalışıyor? Dönüşmek için illa dibe çökmeye veya hayatımızda bir kriz oluşmasını beklememize gerek var mı?

Kendi deneyimlerim üzerinden ve Nita Scherler hocamdan aldığım Gestalt eğitiminden yararlanarak anlatacağım.

20’li yaşlarımın başında en sert çağrıyı romantik ilişkiler üzerinden aldım. Üst üste yaşadığım hayal kırıklıklarıyla, hayatımda en büyük zorlanmayı yaşadığım alandı. Kendimi farklı partnerle, hep aynı deneyimlerin içinde buldum. Belirsizlik, tutarsız davranışlar, yalanlar, ani terk edilmeler… Bu olumsuz deneyimler, psikoloji ve kişisel gelişim konularıyla ilgilenmeme vesile olsa da “çağrıya” tam olarak cevap vermiş değildim. Umudumu kaybetmemiş, hala beyaz atlı prensimin bir gün gelip beni kurtaracağına inanıyordum. Tabi hikaye öyle ilerlemedi. Bana çok iyi bildiğim deneyimi tekrar (belki de en acı haliyle) yaşatan “sözde” beyaz atlı prensim sonrasında, değişmekten başka bir şansım olmadığını idrak ettim. Kendime daha fazla bunu yapamazdım. Ve beni bugün burada yazmaya kadar getiren, büyük dönüşümüm başladı.

Çağrım, öncelikli olarak kendimi sevmekti. Kendi değerimi bilmekti. Dışarıda aradığım, beni kurtaracağına inandığım beyaz atlı prensi kendi kalbimde keşfetmekti.

Hayatımdaki bir diğer büyük çağrı ise daha yakın bir dönemde sağlığım üzerinden geldi. Başta huzursuz bağırsak gibi görece daha hafif ve dönemsel ataklarla kendini gösteren şey bir süre sonra kronik ve daha ciddi sindirim sistemi problemlerine dönüştü. Bu sürece, anksiyete, yeme bozukluğu, uyku problemleri gibi zihin sağlığı problemleri de eşlik etti. Nitekim beden ve zihin bir bütün olarak çalışıyor. Biri iyi olmadan diğeri de tam işlev gösteremiyor.

Semptomlarımın gitgide daha fazla kötüleşmesinin sebebi, mesajı bir türlü duymak istemememdi. Aksine onun varlığına kızıp, ondan kurtulmaya çalıştım. Tabii ben onu bastırmaya çalıştıkça, o sesini yükseltti. Gabor Mate’nin hep ifade ettiği gibi; biz bir şeyleri kendi irademizle harekete geçiremeyince, bedenimiz bizim için yapıyor. Duramadığımızda biri durduruyor. Biz hayır diyemediğimizde o bizim için demek zorunda kalıyor.

Bu sefer çağrım, hayatın içinde var olma şeklimi değiştirmekti. Ya da Joe Dispenza’nın deyişiyle, “kendim olma alışkanlığını”. Bedenim yıllardır, bir başa çıkma yöntemi olan “aşırı telafi” tepkisinde ve yıkıcı eril bir tutum içinde yaşamaktan çıkma yıpranmıştı. Bir HSP olarak ekstra hassas olan sinir sistemim, kronik stres içinde ve savaş-kaç modunda yaşamaktan dengesizleşmişti. “Başarılı” kimliğimi kaybetmemek ve etrafımdakileri memnun edebilmek adına iş hayatında devamlı olarak kendimden ödün vermek beni bir tükenişe sürüklemişti. Bedenim, zihnim ve ruhum artık bu şekilde yaşamayı kaldıramıyordu. Beni ancak ciddileşmeye başlayan sağlık sorunlarıyla durdurabildi. Diğer türlü muhtemelen onu görmezden gelmeye devam edecektim.

Yıllarca depresyonla mücadele eden oyuncu Jim Carrey de geçenlerde izlediğim söyleşisinde, benzer bir bakış açısını şöyle ifade ediyor; “Depresyon bedenimin bana, artık bu karakteri daha fazla istemiyorum. Senin yarattığın bu avatarı bu dünyada taşımak istemiyorum. Bu benim için çok fazla. deme şekliydi. Oynamaya çalıştığım karakterden dolayı tükenmiş olan bedenimin derin bir dinlenme ihtiyacına yönelik çağrısıydı.”

Dolayısıyla yaşadığımız çoğu zorlanma, aslında ruhumuzdan gelen bir değişim daveti. Evrenin bize, bir şeylerin yolunda gitmediğine yönelik işareti. Üstelik asıl mesele genelde bizi zorlayan dış uyaranın kendisi değil. O uyaranlar sadece birer “araç” (örneğin üst üste olumsuz deneyimler yaşatan partnerler ya da sağlık problemi). Aslolan, bu araçları fark edip, değişim davetini cevaplayabilmek. Nitekim biz değişmediğimiz sürece, deneyimlerimiz de değişmeyecek.

Peki neden zorlayıcı bir noktaya gelene kadar aksiyona geçemiyoruz?

Çünkü ego ne olursa olsun konfor alanında kalmak ister. Yaşadığı deneyimler ona zarar vermeye başlamış olsa bile sıkı sıkıya tuttuğu hikayesini bırakmak, bildiği duygu ve deneyimlerin dışına çıkmak istemez. Zamanında kurduğu güvenli alanın dışındaki “bilinmezlik” onu korkutur. Hayatı kontrolü altında tutmak ister.

Egoya bir noktada hak verebiliriz. Nitekim kendimizle yüzleşmek, konfor alanından çıkmak, bilinmezlik içinde kalmak pek kolay bir süreç değil. Fakat genelde, direnirken gösterdiğimiz enerji, değişim sürecinde göstereceğimiz enerjiden çok daha fazla oluyor. Bizi rahatsız eden duyguları bastırmak için git gide daha yüksek dozda uyarıcıya ihtiyacımız oluyor. Bağımlılıklarımız derinleşiyor. Daha fazla miktarlarda yemeğe, alışverişe, içkiye, sigaraya, sosyal medya/dijital ekran tüketimine ihtiyaç duyuyoruz. Sağlık sorunlarımız ilerliyor. Daha sert deneyimler yaşıyoruz. Mevcut durumu korumak ve kendimizden kaçmak her geçen gün zorlaşıyor.

Egonun anlaması gereken temel şey, bir zamanlar kurguladığı anlamın şu anki gerçekliğimizi tanımlamıyor olması. Artık yetişkiniz ve farklı başa çıkma metotları geliştirebiliriz. Nita hocamın ifadesiyle; “Büyümek, o eski anlamları öldürüp, sisteme yeni anlamlar yükleyebilmeyi gerektiriyor”.  Egoyu korkutan bu “ölümler” aslında bizi otantik kimliğimizle buluşup, özgürleştiriyor. Keşke sıkışmadan ya da kriz yaşamadan bu ölümleri daha rahat bir şekilde gerçekleştirebilsek!

Sen de hayatında zorluk yaşadığın, sıkışmış hissettiğin konulara bir de bu gözle bak.

Daha büyük bir krize dönüşmesine beklemeden, odağını dış uyarandan çekip, ruhunun çağrısını dinle.

Onu cevaplamaya var mısın?

İlginizi çekebilir: Yorgunluğunu bastırmaya çalışmak yerine, onu fark et, onun sana anlatmak istediklerini duy

Siri Kavita: 2018 yılında “kendi gerçeğimi” yaşamak üzere bir yolculuğa çıktım. Gerçi hayat boyu bu yolculuktaymışım da, bunu fark etmem 27 yılımı almış ve artık hızlanmanın zamanı gelmiş. En büyük destekçilerim Kundalini Yoga ve Gestalt öğretileriyle, kendimi değiştirmek için değil, tam tersi daha fazla “ben” olabilmek için yürümeye devam ediyorum. Hem kendimin hem de bu yoldaki diğer kahramanların yoluna ışık tutabilmek, yaralarımızı birlikte dönüştürebilmek için yazıyorum.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?



Lezzetli ve eşsiz tatlarla dolu bir deneyim: Macroonline’da keşif dolu bir yolculuk

Şüphesiz ki söz konusu sofralarımız olduğunda hepimiz ‘en iyisi’nin peşindeyiz. Market alışverişlerimizi yaparken de gözümüz, elimiz hep en iyisinde, en kalitelisinde. Her şeyin en iyisini aldığımızdan emin olmak istiyoruz. Ancak, böylesi bir çabanın çok fazla zaman ve enerji gerektirdiği de aşikar. Hele ki büyük şehirlerde yaşıyorsak, iş çıkış saatinde markette olmak; kalabalıklar, trafik, koşturmaca gibi dertleri de beraberinde getirebiliyor. E peki bunca yorgunluk ve zamansızlığın içerisinde mesai bitimine dakikalar kalmışken her gün zihnimizde dönen o ‘Akşam ne pişirsem’ sorularına nasıl yanıt bulacağız? Hele bir de evde hazırlamak istediğimiz tarifin malzemeleri yoksa.



Güzel haber; artık bu soru da zihnimizi kurcalamayacak, yorgun argın market sırasında beklemek zorunda da kalmayacağız. Macroonline ile yorucu market gezileri, ev konforunda keşifler yapabileceğimiz bir fırsata dönüşüyor.

Macrocenter ayrıcalıkları aynı hizmet anlayışıyla Macroonline’da

Macrocenter’ı tercih edenler bilir; Macrocenter’da alışveriş yapmak, eşsiz bir deneyimdir. Ürün çeşitliliği, yeni keşifler, taptaze lezzetler, baş döndüren kokular ve başka yerde olmayan ürünler… Macroonline da tüm bu deneyimi, bizlere online olarak sunuyor. Aynı uzmanlık, aynı lezzet ve aynı hizmet anlayışıyla tüm Macrocenter ayrıcalıkları, artık Macroonline’da. Kısacası, hayatı güzelleştirecek her şey Macroonline’da. Peki siz neredesiniz; yoksa hala kasa sırasında mı? 🙂 Gelin, Macroonline’Macroonline’Macroonline’da neler neler var biraz daha yakından bakalım… (Ne yok ki! demek serbest.)

Ev konforunda kaliteli bir alışveriş deneyimi

Hangimiz istemeyiz ki raflardaki en taze meyve-sebzeler yer alsın mutfak tezgahımızda, kendi ellerimizle seçtiğimiz.. Ama zamanımız ve enerjimiz yoksa ne yapacağız? Merak etmeyin, en iyilerden vazgeçmek zorunda değiliz. Macroonline, her şeyin en iyisini bizim için seçip evimize kadar getiriyor. İhtiyacımız olan her şey, sanki raflardan kendimiz seçiyormuşuz gibi aynı titizlik ve özenle seçilip bize ulaştırılıyor. Ev konforunda kusursuz ve kaliteli bir alışverişi deneyimi, Macroonline ile artık kapımıza geliyor.

Benzersiz tatlar, otantik lezzetler, yeni keşifler



Macroonline’da dilediğimiz ülkenin lezzetlerini bulmak mümkün. Bugün İtalyan, yarın Fransız Mutfağı, haftaya ise Japon, ne dersiniz? Macroonline dünyasında alışveriş yapmak, adeta geniş bir coğrafyada gezintiye çıkmak gibi. Uzak Doğu’nun egzotik sosları, ithal çikolatalar, artizan ürün çeşitliliği, her yerde bulunmayan lezzetli atıştırmalıklar, profesyonellere özgü ürün seçkileri, taptaze deniz ürünleri ve çok daha fazlası… Hepsi, premium hizmet kalitesi, zengin ürün çeşitliliği ve kolay erişim imkanıyla Macroonline’da. Tek yapmamız gereken bir tıkla sepete eklemek.

Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler

Dünya mutfağının yanı sıra Türkiye’nin özgün tatlarını da sunan Macroconline’da Homemade lezzetler de var. Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler, Macroonline’ın beklentileri aşan hizmet kalitesini evlerimize taşıyor. Hep ne pişireceğimizi düşünecek değiliz ya bazen de ne yiyeceğimizi düşünelim, öyle değil mi… Sağlıklı, lezzetli ve zahmetsiz alternatifler arayanların en gözde seçimleri, Macroonline Homemade kategorisinde.

Keyifli, pratik ve konforlu bir alışveriş deneyiminin yanı sıra keşiflerle dolu bir yolculuğa da hazırsak; istikamet: Macroonline. Üstelik, Macroonline’dan verdiğimiz siparişler 45 dakikada teslimat seçeneğiyle ve +4 dereceli araçlarla soğuk zincir kırılmadan dilediğimiz saatte bize ulaşıyor. Macrocenter’ın ayrıcalıklı dünyasını ev konforunda keşfetmek ve Macroonline’da ilk alışverişlerinize özel indirimden de faydalanmak için siz de hemen tıklayın.

*Bu yazı Macrocenter katkılarıyla hazırlanmıştır.



İlgili Makale