X

“Çapulcu musun vay vay”: Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Boğaziçi Caz Korosu, yakın dönemde kazandığı başarılar ve aldığı ödüllerle tanınırlığını arttırırken; Gezi Parkı direnişine destek için türküleri yeniden düzenleyerek söyledikleri “Çapulcu musun vay vay” ve “Gaz maskesi ala benziyor” şarkılarıyla da adlarından sıkça söz ettirdiler. Direnişin marşı haline gelen bu şarkılar, sosyal medyada paylaşım rekorları kırdı.

Uplifers olarak Boğaziçi Caz Korosu’nun şefi olan Masis Aram Gözbek’le, koro, direniş ve direnişin marşları haline gelen şarkıları hakkında konuştuk. Röportaj sırasında Uplifers için yeniden söyledikleri şarkıların videolarını da izleyebilirsiniz.

Boğaziçi Caz Korosu nasıl kuruldu?

Koronun kuruluş aşaması aslında biraz karışık. Caz korosunun geçmişi 1994 yılında Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü bünyesinde kurulan üç korodan birine dayanıyor. 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi Matematik bölümünü kazanıyorum ve caz korosuyla tanışarak şarkı söylemeye başlıyorum.

2005’ten 2007’ye kadar koroda şarkı söyledikten sonra, 2007’de benden önceki koro şefi Cihan’ın eğitimine devam etmek için Amerika’ya gitmesiyle koronun şefliğini yapmaya başlıyorum.

2007-2011 arasında da üniversitenin müzik kulübü çatısı altında çalışmalarımızı devam ettirdik. 4 sene içerisinde çok farklı kadrolarla, 5 kişi başladığımız kadroyu farklı farklı insanlarla ve caz, çoksesli türküler, çağdaş Türkçe eserler ve dünya literatürlerinden eserler gibi çok farklı stillerle geliştirdik.

2011 yılında da üniversite ile yollarımızı ayırdık ve 2011’den itibaren Boğaziçi Caz Korosu adıyla, bağımsız bir şekilde yolumuza devam ediyoruz.

Boğaziçi Caz Korosu’nun kazandığı başarılardan da biraz bahsedebilir misin?

Birçok uluslararası festivalden güzel ödüllerle döndük. 2008 yılında dünyanın en prestijli a cappella yarışmalarından biri olan Vocal Total’de, hem pop hem caz kategorisinde gümüş diploma aldık. Vocal Total bizim ilk yurt dışı tecrübemiz oldu.

2012’da Çin’de düzenlenen Dünya Koro Olimpiyatları’na katıldık, ki bu yaklaşık 90 ülkeden 400 koro ve 30 binin üzerinde katılımcıyla gerçekleşen dünyanın en büyük oral müzik etkinliği olarak gösterilen bir organizasyon. Karma oda koroları, caz ve çağdaş müzik olmak üzere 3 kategoride yarıştık. Çağdaş müzik ve karma oda koroların kategorilerinde iki tane dünya ikinciliğimiz, caz kategorisinde de dünya üçüncülüğümüz var.

Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Çin, bizim için çok büyük bir deneyim oldu çünkü katıldığımız organizasyon dünyanın dört bir yanından insanlarla tanışmamızı sağladı. Bizim gibi, bizden çok çok daha ileride ve çok çok farklı kültürlere sahip ülkelerden korolar dinleme şansına sahip olduk. Oradan birçok tecrübe ve arkadaş edindik. Şu an ben biliyorum ki, dünyanın neresine gidersem gideyim mutlaka kalacak bir yerim var.

2011’de büyüyerek 30-35 kişiye ulaşan koromuzla, Avusturya’nın Graz şehrinde düzenlenen Dünya Koro Şampiyonası’na gittik. Orada çağdaş müzik ve folklor kategorisinde iki dünya şampiyonluğu aldık. Oda koroları kategorisinde de dünya ikinciliğimiz var.

Geçen sene üç tane festivale katıldık. Amerika’da düzenlenen Koro Olimpiyatları, özel olarak davet edildiğimiz İtalya’da düzenlenen bir festival ve Macaristan’da düzenlenen bir koro festivali. Amerika’da ve Macaristan’da toplam 4 adet altın madalya aldık. Ama o dönemin bizim için en önemli noktası, sponsor desteği bulamamamız ve devletten gelecek desteğin son anda iptal olmasıyla büyük bir borca girmiş olmamız. Şu an eşimize, dostumuza ve organizasyona borcumuz var. Yaptığımız konserlerden ne kadar biriktirebilirsek, hepsini borç ödemek için kullanıyoruz.

Onun dışında koro, birçok üniversiteden davet alarak Türkiye’yi geziyor. İstanbul’da “Bu Kampüste Çok Ses Var” isminde çok özel bir proje yaptık. Bir ayda yaklaşık 20 okula gidip, hiçbir şey beklemeden gündüzleri söyleşi ve atölye çalışması, akşamları konser yaptık. Farklı üniversitelerden 20 bine yakın insanla buluştuk.

httpv://www.youtube.com/HotDuppnans

Gezi Parkı direnişine destek olmak için şarkı söylemeye nasıl karar verdiniz?

Buradaki olaylar başladığında 5 farklı konser vermek için 10 günlüğüne Paris’teydik. Turnein bitmesine 2 konser kala, bir akşam kaldığımız yerde bir araya geldiğimizde arkadaşlarımızdan biri “İlginç bir şeyler oluyor Türkiye’de baksanıza, bu nedir?” dedi. Facebook ve Twitter’dan sürekli bir şeyler paylaşılıyordu. Biz gördüklerimize ve okuduklarımıza inanamadık. Burada olmayı çok istedik ve olamadığımız için de içimiz içimizi yiyordu.

Koronun bir kısmı İstanbul’daydı aslında, biz ufak bir kısmıyla Paris’e gitmiştik. İstanbul’da kalan kısmımız zaten farklı yerlerde direnişe destek veriyordu. İşin ilginci şunun da haberini alıyorduk; Türk medyası hiçbir şeyi göstermiyordu. Ama biz Fransız radyolarında bütün buradaki haberleri almaya başlamıştık direnişin 2. ve 3. günlerinde.

Konsere beraber çıkacağımız Fransız korolardan insanlar da kuliste olayları soruyorlardı. İlginçtir Türk medyası bir şey yayınlamazken, bir sürü farklı ülkedeki medyanın daha fazla bilgi vermesi garibimize gitti tabii.

3 Haziran Pazartesi İstanbul’a döndük. Ve aynı günün akşamı bir konserimiz vardı. O konserde de sahneye gaz maskeleriyle çıktık. Ve bir önceki hafta yine Salı gününden itibaren de sürekli Gezi Parkı’ndayız.

Birazcık “Çapulcu Musun Vay Vay” şarkısından bahsedelim mi? Bu şarkıyı ne zaman yapma kararı aldınız, nasıl gelişti, sözleri nasıl oluştu? Sözleri çok güzel ve içinde mizah da var.

Çarşamba günü için Taksim Dayanışması sahnesinde bir konser organize ettik. Ben de bir önceki gün normalde Çarşamba günleri yaptığımız rutin provamız için kendi haberleşme ağımıza “Arkadaşlar bu Çarşamba günü provamızı Gezi Parkı’nda yapacağız. O yüzden herkesi buraya bekliyorum.” yazdım. Konser için herkes yavaş yavaş toplanırken, koronun en eskilerinden Kürşat iş yerinde “Kızılcıklar oldu mu” türküsüne yazdığı sözleri internetten bize yolladı .“Arkadaşlar türküyü bu sözlerle söylesek güzel olur mu sizce? Bir çalışın bakın haber verin” diye.

Performansınızı nasıl gerçekleştirdiniz? Paylaşılan video da telefonla çekilmiş. Süreç nasıl gelişti?

Aslında şu an internete çok yayılmış olan videodaki parçayı “Kızılcıklar Oldu Mu” parçasından sonra seslendirdik, o başka bir parça. Kürşat’ın sözlerini yazdığı “Kızılcıklar Oldu mu”yu insanlar çalıştı ve buradaki sahnedeki konserde söyledik.

Kürşat o performansa yetişmeye çalışırken yolda bir kaza olduğundan trafikte kalmış. Konserden bir saat kadar önce bir mesaj daha geldi ve bu sefer “Entarisi ala benziyor” türküsüne söz yazmış. “Bir şeyler daha karaladım arkadaşlar, belki bunu da yetiştirebiliriz” diye yolladı.

Sahnede “Kızılcıklar Oldu Mu – Çapulcular Oldu Mu”yu söylediğimizde derkes “bir daha bir daha” diye büyük bir coşkuyla tepki verdi. Kürşat son parçaya yetişti, aynı parçayı bir daha söyleyerek konseri bitirdik.

Bu arada Kürşat ikinci parçaya yazdığı sözlerin gelmeden önce çıktısını almış ve bize dağıttı. Gece 2:30 civarı bizim korodan da büyük bir kalabalık gitmişti ve 12-14 kişi kalmıştık. Tenha bir köşede kendi kendimize, repertuarımızdan şarkılar söylerken bir anda insanlar etrafımıza toplandı. Öyle olunca biz de açıldık ve mini bir konsere dönüştü. Sonra ben o zamana kadar hiç söylemediğimiz “Entarisi Ala Benziyor – Çapulcu Musun Vay Vay”ı da söyleyelim hadi dedim ve parçayı söyledik. Tesadüfen konseri kaydeden İrem isimli bir arkadaşım da şarkıyı tekrar söylememizi istedi ve sabaha karşı bir saatte Youtube’a koydu. Sabah bir baktık ki herkes paylaşır olmuş.

Olay, kendi kendimize ufak bir kalabalığa şarkı söylerken ve karanlıkta söz okumaya çalışırken çok doğal gelişti ve belki de o yüzden bu kadar güzel oldu.

httpv://www.youtube.com/RarmhcKS_HM

Şarkının sözleri parktaki halka da dağıtıldı mı?

Hayır. Ama başka bir iki röportajda ortaya çıktığına göre, biz şarkıyı söylerken korodaki arkadaşlarımızın elinden sözleri kapmışlar. Zaten sonra herkes söylemeye başladı.

Bu şarkıyı insanların şu anda söylüyor olması size nasıl hissettiriyor? Halk  sizin farkınızda mı, sizi tanıyorlar mı, biliyorlar mı?

Buna benzer bir deneyimi iki sene önce de yaşadık aslında. O zamanlar biraz önce bahsettiğim, iki tane dünya şampiyonluğu aldığımız şampiyonaya katılmak için sponsor arıyorduk. Son saniyeye kadar sponsorumuz hala olmadığı için sesimizi ne şekilde duyurabiliriz derken bir video çekme fikri ortaya çıktı ve İstanbul metrosunda aynı spontanelikle bir flashmob çektik.

Benzeri bir süreçten geçtik ve dolayısıyla insanlar o videoyla insanlar adımızı büyük ölçüde duydu. Ama bu seferki olay bambaşkaydı.

O süreç ve  Gezi Parkı süreci arasındaki  farklılıkları nasıl tanımlıyorsun?

Bu seferki üretimin sebebi ve yola çıkış hikayesi çok farklıydı. Burada yaşanan birkaç ağacın kesilip kesilmemesi mücadelesi değil, çok büyük bir hak ve özgürlük mücadelesi aslında. Kesinlikle bizim olmayan bir yaşam stilinizi bize dayatmak isteyenlere karşı bir uyanış diye özetleyebilirim, ama konuşulacak çok şey var.

Biz, bunu yaşayan gençliğin bir parçası olarak aslında kendi hislerimizi görüşümüzü, olan bitene karşı duruşumuzu ve mesajımızı kendimizi en iyi ifade edebileceğimiz alanda ilettik. Kendi yaptığımız işi yapıp çok sade, net, aynı zamanda hiçbir şekilde hakaret içermeyen ve çok akıllıca bir yöntemle bu mesajımızı bu direnişi desteklemeyen insanların bile evine sokup onları da gülümsettik. Ve bu sayede de düşündürebildik.

Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Kendimi bildim bileli aynı şeyi söylerim, ki bu daha lisedeki tiyatro yıllarımdan bana kalan bir birikim: “Sanat söyleyecek sözü olanın işidir”. Eğer bir derdin, anlatmak istediğin bir şey, çevrende olan bitene karşı bir tavrın, duruşun ve dünya görüşün yoksa, yaptığın şey son derece anlamsız. Çünkü sanat çağlar boyunca hep yöneten kesimin en korktuğu şey olmuştur. Bugüne kadar önüne geçilmek ve sansürlenmek istenen ilk şey sanat oldu. Dolayısıyla direnişin ilk günlerinde sesini fazla çıkaramayan ve “sanatçı” diye adlandırılan kesimi ben pek anlayamıyorum. Çünkü aslında aynı şekilde onun da hakları elinden alınıyor ama nasıl bir kaygıyla Twitter’a bir tek mesaj bile yazmıyor ya da bunun için hiçbir katkıda bulunmuyor, bunu anlamak güç.

Şu anda mesela yıllardır süren bir mücadele var zaten, Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi kapatılmak isteniyor. Bunun için de imza toplanıyor. Bazı insanlar standın yanından geçip gidiyor ve onları da anlayamıyorum. Çünkü bu direniş aslında çok fazla şeyi kapsıyor ve hiçbir zaman unutmamalıyız ki bir milletin sanatının ve sanatçısının özgürlüğü kısıtlanırsa en büyük silahımızı kaybetmiş olacağız.

Biraz önce dediğim gibi, mesajımızı en etkili şekilde iletebileceğimiz yol sanatımız. Biz müzikle dile getiriyoruz bunu, bir ressam kendi eseriyle ya da bir tiyatrocu işlediği metinle bunu dile getiriyor. Dolayısıyla Türkiye’deki herkesi bu konuda biraz daha duyarlılığa davet ediyorum. Çünkü sanatımız bu darbeleri yemeye devam ederse işimiz pek kolay olmayacak.

Türkiye’de sanatçı olmak belli kısıtlamalara maruz kalmak mı demek? Kısıtlandığınız konulardan birine bir örnek verebilir misin?

Ben yine kendi deneyimimden böyle bir örneklendirme yapayım. Lise yıllarında ciddi zaman ayırdığımız ve iyi seviyelere getirdiğimiz bir tiyatro topluluğumuz vardı. 14-15 yaşındayken bile gençlik sorunlarımızın yanı sıra siyasal metinleri de işliyorduk. Şimdiki hükümetin bir getirisi olarak bütün liselerin özellikle yönetimleri değişmeye başladı. Yönetim değiştikçe okuldaki öğrenci profili tektipleştirilmeye, sivrilikler yuvarlanmaya, sanatla alakalı konularda törpüleme mantığı bize de yansıdı. Zamanla topluluğun seçtiği oyunlara karışılır oldu. Ben mezun olduktan sonra, topluluğun artık eski heyecanı ve ateşi kalmadı çünkü imkanları ve seslerini duyurabilecekleri mecraları ellerinden alınmaya başladı. Ben bunu yaşadım, bunun gibi Türkiye’nin her yerinde liselerde, üniversitelerde, bağımsız topluluklarda birçok bu tarz uygulamalar yapıldı.

Şarkıya dönecek olursak, şarkının şu an herkes tarafından biliniyor olması ve neredeyse direnişin marşı haline gelmiş olması sana nasıl hissettiriyor?

Bu çok büyük bir mutluluk tabii ki. Şarkının bu kadar yayılmasının ve bu kadar insan tarafından söylenebilmesinin sebebi de samimi olması. Biz hiç çekinmeden, hiçbir kaygıya kapılmadan başka hiçbir konu hakkında düşünmeden, sadece söylemek istediğimiz şeyi söyledik. Mesajımızı bu kadar kişiye ulaştırabilmiş olmak, biraz önce söylediğim gibi bu direnişi pek tasvip etmeyen kesime de bu parçanın sirayet edebilmiş olması, çok büyük bir başarı demek aslında. Buna vesile olduğumuz için çok mutluyuz.

Bizim yaptıklarımızın dışında da çok fazla üretim oldu. Biraz düşünecek olursak, henüz bu uyanış olmamışken kısıtlanmış olan özgürlüğümüzün, aslında bizim düşüncemizi de kısıtlayarak bir çerçeve içine aldığını görüyoruz. Dolayısıyla üretimimiz de kısıtlanıyor, ufkumuz sınırlanıyor. Bu uyanış aslında buradaki, burada olamayan ama aklı burada olan, buraya destek olmak isteyen, Türkiye’nin birçok farklı şehrinde bir araya gelen ve bu üretimlerine orada devam eden herkesin ufkunu bir anda açtı ve akla hayale gelmeyecek üretimler ortaya çıktı. Bu direniş bir şekilde kendi sanat akımını yarattı diyebilirim.

Boğaziçi Caz Korosu söyleşisi

Şu anda bu direnişten nasıl bir beklentin var?

Beklentimiz çok ama gerçekleşmesi çok kolay gözükmüyor. Şunu çok net bir kazanım olarak gösterebilirim, bir daha bu hükümet ya da herhangi bir hükümet hiçbir şekilde kendi insanına ve halkına danışmadan biz bu kararı aldık ve uyguluyoruz deme rahatlığına sahip olamayacak. Çünkü en ufak bir mesaj geldiği zaman bu insanlar burada veya başka bir yerde yine bir araya gelecek ve kesinlikle buna evet demeyecek.

Şu an burada Türkiye’nin daha önce yaşamamış olduğu bir ortam söz konusu. Biz zaten daha önce görmedik ama bizden çok çok daha büyüklerin de anlatmış olduğu üzere böyle bir şey daha önce hiç yaşanmamış. Belki birbirine 100 metre mesafede bile iken bile rahat duramayacak iki zıt görüşlü grubun burada kol kola verip halay çekebiliyor olması, herhangi bir acil durumda birbirinin yardımına hiçbir şey düşünmeden koşabiliyor olması…

“Apolitik” olarak nitelendirilen neslimiz şu an en politik duruşlardan birini sergiliyor aslında. Bu demek değil ki bir görüşün mensubu olmak veya sadece bir amaç uğruna başının dikine gitmek. Şu an burada inanılmaz bir dayanışma var; yemekhanesiyle, kütüphanesiyle, reviriyle ve her şeyiyle, bu direniş ve uyanıştan önce aklımıza hayalimize gelmeyecek bir yaşam alanı burası.

Aslında mesele Gezi Parkı ve kesilecek olan birkaç ağaçtan çıktı. Ama belki de ağaçların kesilmesine, parkın yıkılmasına karşı olan, en doğal haklarını ve kendi yaşam alanlarını savunan bu insanlara nispeten ufak bir topluluğa, polisin insanlık dışı ve son derece kanunsuz müdahalesi olmasaydı; biz yıllardır alıştığımız gibi belki de hiçbir şekilde ses çıkaramayacak ve bu harekete dur demek adına uyanamayacaktık. O yüzden ben şu an burada görmüş olduğumuz bu ortamı yaratan, bütün bu dayanışmayı bize bu ortamı sergileyen ve ihtiyacı olan birine anında her şeyimizi bırakıp koşmamızı, birbirimize gülümseyerek selam vermeyi, daha doğrusu kısaca bizi bize hatırlatan çok saygıdeğer devlet büyüklerimize teşekkürü bir borç biliyorum. Bunu da hep söylüyorum bugünlerde.

Bir şeyler yapmak isteyen birçok kişi para veya zaman bulamadıklarından amaçlarından vazgeçiyorlar. Boğaziçi Caz Korosu’na dönecek olursak, maddi zorluklarınız olduğunda ve sponsorunuz yokken devam etme motivasyonunu kendinizde nasıl buldunuz?

Bizim geçen yaz edindiğimiz ve bu döneme kadar sarkan borçlar aslında aklıselim insanın girişeceği, cesaret edebileceği bir boyutta değil. 2008’den bu yana biz hep aynı sıkıntıyı çektik. 2010’da Çin’e giderken de son saniyeye kadar sponsor bulamamıştık ve büyük bir sıkıntı çekmiştik. Hatta Çin’e gideceğiz dediğimde de para yüzünden kimse sıcak bakmamıştı. Çalışma yaptığımız ortamı hiç unutmayacağım; her çalışmanın sonunda toplantı yaparak eksikleri yazdığımız tahtada, nereden ne kadar kısabiliriz diye düşünüp duruyorduk. Son toplantının sonunda “Gidemeyeceksek kabul edelim, bu kadar zorlamanın alemi yok” şeklinde sesler yükselmeye başladığında, ben “Hayır gideceğiz, yapacağız. Siz yılmayın, mutlaka bir çözüm yolu olacak” dedim.

Bir dönem devletle ve Kültür Bakanlığı’yla birebir ilişkilerimiz olmuştu ve bir fon için başvurmuştuk. Biz aldığımız duyumlara göre hazırlıklarımızı fonun çıkacağı yönünde toplantı yapılıp desteğin çıkmadığını öğrendik. Çok sayıda “gitmeyelim – gidelim” tartışması yaşadıktan sonra başladık eşten dosttan para bulmaya. Uçak biletlerini kısım kısım tamamladık. Son bileti ilk uçacak grubun uçuş saatine beş saat kala aldığımızı görüp beş dakika boyunca gülerek havaya baktığım da oldu.

O zaman senin içinde bir sezgi vardı bunun iyi olacağına dair. Nasıl devam edebildin bu zorluklara rağmen?

Bunu ben de bilmiyorum. Ben, özellikle koro hakkındaki konularda hayatımın belki hiçbir alanında olmadığı kadar sağlam bir evliya sabrım olduğunu düşünüyorum. Bu tükenmeyen motivasyonun neye bağlı olduğunu bilmiyorum ama biliyorum ki, bir şeyi istiyorsam onu gerçekten istiyorum. Hayatımın herhangi bir alanında sorun varsa nasıl çözebilirim diye düşünürüm.

Tamam bitti demiyorsun yani?

Evet, kesinlikle demiyorum. Cuma gecesi tesadüfen internette rastladığım bir büyükelçi tanıdığımız vasıtasıyla ertesi gün sabah 11’de vizeyi Avusturya konsolosunun elinden alıp 2’deki uçağıma yetişip Avusturya’ya gittiğimi bilirim.

Uplifers okuyucuları için motivasyon konusunda bir tavsiye alabilir miyiz?

En başta kendinize karşı dürüst olmanız çok önemli. Yapabileceklerini ve kapasiteni çok iyi analiz etmiş olmak önemli.

Bir şeyi istemek yetmiyor. Gerçekten altından kalkabileceğini düşünüyorsan, kesinlikle peşini bırakmamalısın. Mesela gitmemiş olsak, şu an borç ödemiyor ya da bunun sıkıntısını çekmiyor olurduk ama orada kazandığımız deneyimi de hiçbir şekilde başka bir yerden alamayacaktık. Biraz cesaret, biraz cesur olmak lazım. Uğraşmaktan didinmekten, problemler çıktığında çözüm aramaktan vazgeçmeyip, onu çözebilecek gücün var olduğundan  şüphe duymamamız lazım.

Eda Günay: Eda Günay, Paris IV Celsa Sorbonne ve Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde lisans eğitimi aldı. Ecole Normale Superieur de Lyon'da psikoloji dergilerinin sosyal temsili üzerine iletişim ve medya araştırmaları yükseklisansını tamamladıktan sonra Türkiye'ye dönüp Uplifers projesini hayata geçirdi. Uzak Doğu dövüş sanatları, yoga, extreme sporlar, kediler, köpekler ve doğayla iç içe olmak favorileri arasında. Sağlığın ve hayatın kıymetini genç yaşta öğrenmiş olup doya doya yaşıyor.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 

Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 

Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale