Yalnız yaşamak insanı bencilleştirir mi: Öncelik sende mi, arkadaşlarında mı?

Süresini unuttuğum kadar bir süredir yalnız yaşıyorum. Yalnız yaşayan, hayatta kendinden başka pek de sorumluluğu olmayan insanların geliştirmeye çalıştıkları birtakım durumlar olduğunu düşünüyorum. Ben de kendimde gözlemlediğim bu durumları sizlerle dertleşme niyetinde oturdum klavyenin başına.

Hepimizin kişilik özelliklerini sıralarken pek çok tanımlama yaparız, dost canlısı, kibar, iyi niyetli, pozitif, dışa dönük, içe dönük, bencil, nankör… Liste uzar da gider.

Ben kendimden bahsedilirken en çok korktuğum iki sıfatla yüzleşmek zorunda kaldım geçenlerde: Bencil ve nankör.

Bu iki kelime benim sözlüğümde, beni tanımlamak için kullanılacak listede işaretlenebilir kutucuklar değildi. Olamazdı, zira listeye almazdım. Ama hiç lügatımda olmayan bu iki sözcüğün en beklemediğim anda karşıma çıkması hem hoşuma gitmedi, hem de içimdeki “Özeleştiri makamının” “acil durum” toplantısı yapmasını sağladı. Ne oldu da ben bu iki kelimeyle karşılaştım. Duyduğum bu iki kelime bana yapılmış haklı bir eleştiri miydi? Yoksa bunu bana yöneltenin kendi eksikliğini benim üzerimden kapatma telaşı mıydı? Bu sorulara cevap aramadım, bulmaya çalıştığım şey başkaydı. Kendimi hemen yoklamam gerekti, bu eleştiri haklı olabilir miydi?

Bu araştırma yolculuğuna çıktığımda bulacağım cevaptan her ne kadar korksam da yine de geri dönmedim, cevaptan hala çok emin olamasam da, yolda başka sapaklara çıktım, tıpkı her içe dönüş yolculuğumda olduğu gibi…

Yazının başında bahsettiğim gibi, yalnız yaşayan insanların bir noktada bencilleşip bencilleşmediğini merak ettim. Acaba yalnız yaşayan insan bencilliği diye bir şey var mıdır?

Bu benim için çok hassas bir konu. Zira etrafımdaki insanlar –zaman zaman bu durum bana zarar verse bile– her zaman önceliğim olmuştur. Bir arkadaşımın derdi, sıkıntısı her zaman benim sıkıntım olmuştur.

Onların sıkıntısını çözmeden ya da yüklerini hafifletmeden asla rahat edemem, mutlaka hayatlarının bir noktasında, ellerini her uzattıklarında ilk uzanan elin benim elim olması gerektiğini düşünür, harekete geçerim.

Dediğim gibi de bu durum geçmişte benim çok daha üzücü şeyler yaşamama, pek çok hayal kırıklığına uğramama sebep olsa da, başkalarının yanlışları hiçbir zaman beni değiştirememiş, beni ben yapan bu kıymetli özelliğimden vazgeçirememiştir.

Ancak geçen hafta, sevdiğim bir arkadaşımın yaşadığı sıkıntıyı görmezden gelmiş, o bana dile getirse de onun sıkıntısını paylaşamamıştım. Bu durumu fark ettiğimde de maalesef epey bir zaman geçmişti. Kendimi, sıkıntımla o kadar dış dünyaya kapatmıştım ki maalesef bana dışarıdan gelen yardım et çığlıklarını duyamamıştım. Ne olmuştu da bu kadar kendimi kapatmıştım? Nasıl olur da, bunca zaman destek vermenin birinci önceliğim olduğu bir karaktere sahipken, bir anda yanımdaki yardım et sesini duyamamıştım?

Oturdum ve düşündüm. Sanırım epey bir zamandır, kendimi hayatımın merkezine koymamıştım. Bu durum da benim biraz bocalamama sebep olmuştu. Hep benim mi sorunum, mutluluğum öncelikli olsun, sadece onlar konuşulsun istemiştim? İşte bu sorunun cevabının “evet” olma ihtimali bile, benim epey bir telaşlanmama sebep oldu. Bencilleştim mi diye panik alarmları çaldı durdu içimde.

Sonra arkadaşıma koştum. Hemen özür diledim. Cevabı şu oldu: “Kendini kapatmıştın bize, ama biliyordum ki bu sen değildin ve fark etmeni bekledim.”

Şimdi derin bir oh  zamanı… Fark etmiştim!

Dostlarımın derdi, sıkıntısı, sevinçleri hala benim için önemli. Onlarla üzülüp, onlarla sevinebilme özelliğimden bir şey kaybetmedim. Sadece kısa bir süre kendi önceliklerimle bir arada yürütememiştim. Alışma süreci her zaman kolay olmuyor, hayatta her şeyde olduğu gibi.

Bütün bu yaşadıklarımı neden anlattım sizlere, neden dertleştim peki?

Hepinizin bildiği ama günlük koşturmalarda görmezden geldiği çok önemli birkaç ana başlığın altını fosforlu kalemle çizmek istedim.

Bu dünyada hepimiz ama hepimiz kıymetliyiz. Hayatınızdaki kıymetlilerinizin yanında yol alırken, kendi önceliklerinizi de unutmayın. Kendi hayatınızın mimarı olurken, yol arkadaşlarınızın da o mimarinin süsleri olmasına izin verin. Onları da parlatabildiğiniz kadar parlatın ki geleceğe bırakacağınız eşsiz “hayat” eseriniz de gelecek nesillere ilham olsun.

Ve ayrıca…

Hatalar da insanlar için. Hata yapmaktan en çok korktuğum şey, onu telafi edecek zamanın kalmayışı olur. Etrafınızda kırdığınız kalpler varsa onları tamir etmek için zamanınız olmamasından daha çok korkmalısınız bence…

Eğer, hayat devam ediyorsa her kırılan kalbi onarmak için bir çare var demektir. Ben şanslıyım ki, kırdığım kalpleri telafi edecek zamanı değerlendirebildim. Geç olmadan farkına varabildim. Sizin de var ise kırdığınız kalpler, hadi hemen yola koyulun ve af dileyin. Sizden af dileyenleri de affedin. En doğru gün bugün çünkü, unutmayın!

Eğer, benim de hala var ise telafisini yapamadığım kırık kalplerim, bu yazı o kırık kalplere ithaf olsun… Onlar kendilerini biliyor!

İlginizi çekebilir: 80 yaşınızdan mektup var: Size ne yazmasını isterdiniz?

Pınar Tümkaya
Selamlar, ben Pınar Tümkaya. 1984 senesinde sevimli bir Akdeniz kenti olan İskenderun’da doğdum. Çukurova Üniversitesi İktisat Bölümünden 2007 senesinde mezun olmadan hemen önce hep ... Devam