Varoluşçu Terapi: Özgürlük için yaşamının sorumluluğunu almaya hazır mısın? 

“İnsanlar yaşam güçlükleri üzerindeki kendi rollerini fark ettiğinde, bu durumu değiştirebilecek gücü de kendilerinde görebilirler.” Irvin Yalom

Temel konuları yaşam, ölüm, sorumluluk ve özgürlük olan varoluşçuluk, insan olmanın ne demek olduğu üzerine kurulmuş felsefi bir yaklaşımdır. Varoluşçuluk, bireylere duyulan saygıyı, insan davranışlarının yeni yönlerini araştırmayı ve insanları anlamak için farklı yöntemler kullanmayı destekler. Buna göre varlığımızın değeri asla bir kerede ve tüm yaşam için belirlenemez. Aksine, kendimizi hedeflerimiz doğrultusunda sürekli yeniden yaratırız. İnsanlar kendini şekillendirme, değişme ve olma durumlarında bir süreklilik içindedir. Birey olmak, sürekli varlığımızı keşfettiğimizi ve anlamlı hale getirdiğimizi gösterir. Sürekli kendimizi, diğerlerini ve dünyayı sorgularız. Belirli sorular yaşamdaki gelişimsel aşamamıza göre çeşitlilik gösterse de, ana konu hiçbir zaman değişmez: “Ben kimim?”, “Kimdim?” ve “Nereye gidiyorum?”

Varoluşçu yaklaşıma göre ne olacağımızı büyük ölçüde kendimiz belirleriz ve koşulların kurbanı değiliz. Bu terapi yaklaşımı temelde yaşam üzerinde düşünme, çeşitli olasılıkların farkına varma ve bunlar arasından birine karar verme konusunda insanları cesaretlendirir. Terapötik ilişki içinde birinci adım sorumlulukları kabul etmektir. Problemlerin ve zorlukların var olduğunu kabul ettiğimizde, yaşamımız da bilinçli olarak değişmeye başlar (paradoksal değişim kuramı).

Varoluşçu terapi, hem psikanalizin ortaya attığı insan doğasına yönelik deterministik bakışı hem de radikal davranışçı görüşü reddeder. Psikanalistler özgürlüğün bilinçaltı güçlerle, akılcı olmayan güdülerle ve geçmiş yaşantılarla sınırlandırıldığını savunurken; davranışçılar özgürlüğün sosyokültürel koşullar tarafından sınırlandırıldığını ileri sürer. Varoluşçu terapistler ise insanların bulunduğu koşullarla ilgili bu gerçeklerin bir kısmını kabullenseler de özgürlüğün kendi koşullarını seçmek olduğunu savunur.

Bu yaklaşım, eylemlerimizden sorumlu ve özgür olduğumuz varsayımına dayanır. Varoluşçu terapi, kişileri tedavi edilecek vakalar (hasta) olarak değil, yaşamdan sıkılmış ve uyum güçlüğü yaşayan bireyler olarak görür. İnsanların tedavi edilmeye değil, ait oldukları yeri bulmaya, izleyecekleri en iyi yola karar vermeye ve böylece sonuç olarak kendi yollarını keşfetmeye ihtiyaçları vardır. Varoluşçu terapi yaşamda bir değer ve anlam arama sürecidir. Terapistin temel görevi, anlamlı bir varoluş yaratmak için seçenekleri araştırmak konusunda danışanı teşvik etmektir. İçinde bulunduğumuz koşulların edilgen kurbanı olmaktan çıkıp yaşamımızın sürekli mimarı olduğumuzun bilincinde olmak başlangıç noktasıdır.

Varoluşçuluğa göre insanın içinde bulunduğu koşulların temel boyutları; kendi farkındalığına varma kapasitesi, özgürlük ve sorumluluk, kendi kimliğini oluşturması ve diğerleriyle anlamlı ilişkiler kurması, anlam, amaç, değerler ve hedeflerin araştırılması, yaşamın bir koşulu olarak kaygı, ölümün ve yok olmanın farkına varılmasıdır. Hepimiz ölümlüyüz ve yaşamımızda istediğimiz her şeyi yapacak kadar zamanımız yok. Eyleme geçme veya hiçbir eylemde bulunmama potansiyeline sahibiz, dolayısıyla eylemsizlik de bir seçimdir.

Eylemlerimizi kendimiz seçeriz, buna göre aslında kaderimiz üzerinde etkimiz vardır. Hayatın anlamı bize hazır olarak verilmemiştir, bu anlama ancak kendi amaçlarımızın ne olduğunu keşfederek ulaşabiliriz. Varoluş kaygısı yaşamın temelidir, bize verilen seçeneklerle ilgili farkındalığımızı artırdığımız oranda bu seçimlerin sonuçlarına ait sorumluluk duygumuz da artar. Yalnızlığa, anlamsızlığa, boşluğa, suçluluk duygusuna ve izolasyona maruz kalabiliriz, bunlar hayatın gerçekleridir. Bu nedenle, diğer insanlarla ilişki kurma fırsatımız olsa bile, temelde yalnızız. Yalnız olduğumuza göre yapabileceğimiz en iyi şey, kişisel farkındalığımızı artırmaktır.

Kişisel farkındalık, kendimizle yüzleşmeyi gerektirir. Bu, beraberinde kaygı ve korkuyu getirir. Çünkü belirsizlik korkutur. Her zaman güvende olacağımız ve her şeyin yolunda gideceği düşüncesi maalesef kendimizi kandırmaktır. Sürekli konfor alanında kalmak kaygıyı azaltabilir ama bu, büyüme fırsatını kaçırmak demektir. Özgürlük ve kaygı madalyonun iki yüzü gibidir: Bilinenden bilinmeyene geçme özgürlüğünü kullandığımızda kaygı da kaçınılmaz olarak ortaya çıkar.

Ölüm diye bir şeyin olduğunu bilmek, insan olmanın farkıdır. Eğer yaşamı düşünüyorsak, ölümü de düşünmemiz gerekir. Eğer sürekli ölüm gerçeğinden kaçınıyorsak, panik içinde yaşamın ne kadar zor ve anlamsız olduğunu düşünür dururuz. Ancak ölümlü olduğumuzu kabul ediyorsak, hedeflerimizi gerçekleştirmek için sonsuz zamanımız olmadığını ve geçen her dakikanın ne kadar kıymetli olduğunu biliriz. Ölümlü olduğumuzu bilmek aslında yaşam ve yaratıcılığın da esin kaynağıdır. Zaten sınırlılık ve kaygı, ünlü yaratıcı kişilerin de ortak özelliğidir. Bu açıdan bakıldığında yaşamda sınırlı zamanımız olduğunu bilmek, bize verilmiş bir hediye bile olabilir. Peki, siz bu hediyeyi nasıl kullanmak isterdiniz? Bu konuyla ilgili yüz yüze veya online psikolojik danışmanlık almak isterseniz bana [email protected] vasıtasıyla ulaşabilirsiniz. Sevgiyle kalın.

Kaynak:
Corey, G. (2008). Psikolojik Danışma Kuram ve Uygulamaları (T. Ergene, Çeviren). Ankara: Mentis Yayıncılık. (Orijinal eser 2005 yılında basılmıştır.)

İlginizi çekebilir: Düşüncelerimiz hayatımızı şekillendirir: Aaron Beck’in bilişsel terapisi

Aysel Keskin Psikolojik Danışman
Merhaba ben Aysel Keskin. Psikolojik Danışman ve Psikoterapistim. 2006 yılında Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra, Türk Deniz Kuvvetlerinde yedi senelik bir ... Devam