Sıradan biri olmak mı, yoksa sıradışı olmak mı?

Deneyimlerimle öğrendim ki insan farkındalığının odağı neredeyse, yaşamındaki her şey onun etrafında şekilleniyor. Farkındalığın odağından kastımsa olan veya oldurmaya yönelen kişiliğin yönü… Genelde iki esas temaya dayanan bir merak etme haliyle çalışıyor; bilinçli olarak sıradan davranışlarla diğerlerinin kendisini nasıl yorumladığını merak etmek ya da kendi eşsiz potansiyeliyle henüz sıradan olmayan benliğini merak etmek. Farkındalığın odağında kendisinin nasıl yorumlandığına öncelik verenler sıradan, kendi benliğinin nasıl işlediğine öncelik verenlerse kişisel farklılıklarıyla sıradışı yaşıyorlar. Bu farkındalığı edinmenin ve kişisel yaşamı bilinçli olarak iyileştirip güzelleştirmenin yolu da zihni anlamaktan geçiyor.

Zihnin asıl görevi odağın sözcülüğünü yaparak farkındalık yaratmak, durumu gözlemlemek ve duruma dair tespit ettiği en olası olasılıkları göstermek. Bulduğu olasılıklarla bir sonuç çıkarmak, kurgular hazırlamak zihnin görevi değil. İnsanın olmazsa olmazı zihin değerlendirme yapabilen en kıymetli mekanizması olsa da, karar veren olmamalı; bir sonuç çıkaran…

Günümüzde zihin, ezber edilmiş alışkanlıklarla kurgular oluşturan karar mercii gibi kullanılıyor. Odak doğrultusunda alışkanlıklarla bağlantılar kuran, benzer emsalleri arayan, bulduğu emsallerle odağa yakın veya benzer olasılıklarla kurgular oluşturan, şaşırtıcı bağlantıları şaşırtıcı bir hızla tek bir olasılığa bağlayan, kaygılar üreten ve tüm hayatı yöneterek insanı sıradanlaştıran bir güç olarak kullanılıyor… Yönü de kendisinin nasıl yorumlanacağı merakıyla beliriyor.

Zihni anlamak hayatını yenilemenin sırlarını veriyor.

Senin zihnin, düşünce akışına, olasılıkları mı getiriyor, yoksa seni kurgularla yönetiyor mu?

Davranış biçimi, zihnin ezberine ve zihnin çıkardığı sonuçlara göre gelişiyorsa, bu yaşamda yeni olasılıkları deneyimlemek için var olmamışız gibi tek ve emsali olan bir olasılığa kancayı atıyor ve o olasılığın etrafında dolanmaya başlıyor. Tamamen ezberden ve kopyala-yapıştır bir işleyişle çalışıyor. Olmadık kararlar alıp merakı dışında kalan her şeyi görmez/duymaz oluyor. Herkes gibi olmaya başlıyor, sıradanlaştığını ve önemsizleştiğini dahi göremiyor. Amacı ne kadar önemli ve değerli olduğunun geri dönüşümlerini alma beklentisiyle bir iyilik yaptığını sanmak oluyor.

Çoğu insan bu beklentisinin dahi farkında olmadan “onun iyiliği için”, “bunun yararına” veya “Allah için yapıyorum” demektedir, çünkü ezberindeki amaç iyi insan olmaktır, yardımsever ve kazanan olmaktır, sağlıklı ve sevilen biri olmaktır ancak hiçbiri olmaz ve tüm beklentiler çöküşe geçerek kaygı bozuklukları artışa geçer.

Zihnin ezberleriyle sıradanlaştıkça, çoğunluk kabul ettiği için normalleşen yorumların içine sıkışınca, “Kim ne diyecek/ne düşünecek/ne hissedecek/aman kimse yanlış anlamasın” gibi bakış açılarıyla hayatla mücadele bitmek bilmediği gibi gerekçeler, bahaneler de tükenmiyor.

Hal böyle olunca da zihin ve ezberleri, insanın doğuştan sahip olduğu eşsiz, farklı, sıradışı birçok potansiyeline körleşiyor. Kendini görmeyen, duymayan, kendine bakmayan, ne hissettiğinden bihaber… Ve yine hal böyle olunca kişisel potansiyel, körleşen zihnin yorumlarıyla, haklı çıkmaya, sevilmeye, saygı görülmeye, herkes gibi olmaya, kendi değerini bulmaya, sahip olmaya, kudretli görünmeye, iyi insan olmaya, hükmetmeye, güzel/önemli görünmeye çabalıyor.

Çabalar karşılıksız kaldıkça kurgular dramatikleşmeye ve bitmek tükenmek bilmeyen şikayetlerle sıradan, yani herkes gibi davranmaya başlıyor. Sıradanlığını görmeden, kendini her şeyden ve herkesten üstün görerek “Mutlu olmak benim de hakkım” “Sahip olmak/sevilmek benim de hakkım” kararıyla ruhu, bedeni, zihni çığlıklar atmaya başlıyor. Kendine dair şikâyetler ve eksiklikler bitmek bilmiyor.

Tüm aynılığın içinde hep farklı olduğunu sanarak çok ciddi çabalar sarf ediliyor ancak tüm bu çabaya rağmen hak edilen her neyse bir türlü elde edilemiyor. Yine de dönüp kendi potansiyelindeki farklılıklara bakmıyor… Kendini önemsiyor, ancak önemsenmenin peşine düşüyor. Kendine bakmadıkça içinde büyük beklentilere dönüşen kararlar hep sonuçsuz kalıyor ve daha da mutsuzlaşıyor. İçindeki o yüksek hüsranla, acıyla, öfkeyle (tatminsizlik, başarısızlık, kırgınlık) bu kez çevre koşullarından ve alanındaki her şeyden şikâyet başlıyor: “Param olsaydı, işim olsaydı, ailem olsaydı, desteklenseydim, okutsalardı, devlet devlet olsaydı, evim olsaydı, sevseydi, sağlıklı olsaydım, o böyle yapmasaydı, bu şöyle yapsaydı, fedakarlığım anlaşılsaydı, kimse beni anlamıyor, bunun hesabını verecek” şarkıları çalmaya başlıyor.

Hal böyle olunca da kendi dışında her şeye bir yargı çalışıyor. Sadece yanlışı, bozuğu, olumsuzu gören algılar çalışıyor. Diğerlerinin yanlışlarıyla kendi doğrularını kıyaslayan, ancak aynı yanlışları kendisinin yaptığını da asla görmeyen ve kabullenmeyen bir hal gelişiyor; ne kadar sıradan bir yaklaşımda bulunduğunu fark etmeden kendini önemli hissettirmenin peşine düşüyor.

Oysa kendi davranışlarını görebilse, söylediklerini ve arkasındaki beklentileri fark etse, kendi eşsiz potansiyelini bir fark edebilse, sıradan olmayı bırakabilse, daha da önemlisi davranışlarının bilincinde olsa, zihnin kurgusal kararlar vermesine razı olmasa, ne kadar önemli olduğunu, ne kadar sıradışı olduğunu ve herkes gibi olmadığını görecek. Kendi farklılığını fark edip herkesle paylaşabilecek. Aradığı kudretin, huzurun herkesteki gibi kendinde olmadığını, ancak içindeki kudreti ve huzuru gördüğünde çözecek.

Kendini iyi hissetme sürekliliğinin sadece “kendi potansiyelini bilen” olduğunda ne kadar yakınında durduğunu keşfedecek. Gözünü diktiği uzaklardan çok daha yakında olduğunu, sarf ettiği çabalardan çok daha kolay erişebildiğini…

9-10 yıl kadar önce, 8 yaşında hiç uyumayan, bedeni uykuya çektiğinde ise bilinçsizce tekmeler, yumruklar savuran bir çocuğu getirmişlerdi. Çocukla baş başa konuştuğumuzda bana verdiği cevap şuydu: Uyursam herkes gibi olurum, o zaman benim farkım nasıl anlaşılacak?

Farklı olduğunu bilerek doğan ve büyürken bu farkı nasıl kullanacağını öğrenmek yerine, “Herkes gibi ol” baskısıyla öğrenilen yanlışların kurbanı olmaya bir son vermek zorundayız.

Farkındalığın odağı, “Ben ne diyorum/ne düşünüyorum/ne hissediyorum?” olmalı, yani zihin dışarıda kendisiyle olan bağlantıları değil, kendisinin dışarıyla olan bağlantılarını merak etmeli. Kurgularla karar vermeyi bırakıp, tek bir olasılığa kilitlemeden tüm olasılıkları göstermeli: Sıradışı olduğunun, herkesle aynı olmadığının bilinciyle kendi farklılıklarını keşfetmeli. Kendi potansiyelini görmeye başladığında hayatındaki tüm çelişkilerden arınır. Kendi ruhunun, zihninin ve bedeninin keyfini huzurla sürer. Ne kadar özel, güzel ve değerli olduğunu fark eder. Deneyimlenmiştir.

Bazılarınız “Bu kadın ne diyor? Ben bir şey anlamadım” diye çoktan okumayı bırakmış bile olabilir. Çünkü zihnin merak ettiği kendi potansiyelini keşfetmek yerine, kendisinin nasıl yorumlandığını keşfetmek olunca, söylenenleri anlamakta zorlanır, bir şeyleri suçlar veya ilgiyi, alakayı geri çeker. “Bilmiyorum, hadi öğreneyim” diyemez, “Anlamadım” diyerek ilgiyi keser veya “Anlatamadı” diye diğerini yargılamaya başlar. Ezberden giden zihin, ezberinde olmayana “işe yaramaz” diye bakar. İsterseniz bana ezber bozan kadın diye bakabilirsiniz.

Zihnin, ikilik kargaşasını görmenin ve kendine uyanmanın bilgi kaynağı benim nazarımda Human Design bilgi akışı. Human Design bilgileriyle, bu ikilik arasındaki çelişkileri görmek ve değiştirip dönüştürerek kendi farklılıklarını ortaya çıkarmak mümkün. Zihnin karar verme sürecinden çıkmak ve bilinçli karar verme sürecinde zihnin olasılıklarının ışık tutmasını sağlamak da mümkün. Zihnin olmazsa olmaz olduğunu, ancak karar vermek için değil, olasılıkları tespit etmek için tasarlanmış olduğunu öğrenmenin ve zihni anlamanın, dolayısıyla kendini keşfetmenin yolu da Human Design ile mümkün.

Aslında kendi bilgeliğine sığınabilen insanın başka bilgi kaynağına da ihtiyacı yok. Sadece davranışlar ezberden mi, içten mi diye dönüp kendine bakmak ve düşünce akışını izlemek gerekir. Parmak izleri gibi farklı olduğunu, herkes gibi davranarak bu farklılıklardan uzaklaştığını görebilir.

Kendi bilgeliğine sığınmanın desteğine ihtiyaç duyanlar için Human Design “Tasarımını Yaşamak” eğitimini öneririm. Kitaplarla, tanıtım kaynaklarıyla, kulaktan dolma bilgilerle yapılan tasarım yorumlarıyla ezbere giden yeni kurgular yüklenmeden, bilgelik kaynağınıza erişim yolunu Human Design ile keşfedin diye naçizane bir öneri.

Bir diğer naçizane önerim de kendi tasarımına vakıf eğitmenlerden, yani profesyonel lisanslı bir eğitmenden alın ki zihninizi besleyen değil, zihninizi anlayan yolda yürümenin keyfini çıkarın.

Herkes gibi davranarak sıradan olmak ya da sıradışı olmayı göze alarak kendin olmak bir seçim değil; tüm mesele kendi potansiyelinin bilincinde olmak ya da olmamaktır.

Zihnini anlamak hayatını yenilemenin tüm sırlarını veriyor olacaktır.

İki hafta sonraki yeni paylaşım konusunu belirlemek ister misiniz?
Cevabınız “evet” ise sizi, aşağıdaki sorulardan birini veya ilginizi çeken herhangi bir soruyu yorumlara yazmaya davet ediyorum.

  • İnsan farkındalığının odağı neredeyse, yaşamındaki her şey onun etrafında nasıl şekilleniyor?
  • Olan veya oldurmaya yönelen kişiliğimin yönünü nasıl öğrenebilirim?
  • Kararlarımı nasıl verebilirim?

Ezberlerinizi bozmaya hazırsanız günlük post akışlarımı Instagram’dan takip edebilir, sorularınızı sorabilirsiniz:

@humandesignizmir, @nalan_kahraman

Kendi potansiyelinizle kalın…

İlginizi çekebilir: Human Design nedir: İnsan Tasarımı Sistemi ile tanışın

Nalan Kahraman Human Design ve Zihin Eğitmeni
Merhaba, Ben kimim? – Neden varım? – Önemli olan akıllı olmaksa hissettiklerim niye var? türünden bitmek bilmeyen sorularımın cevaplarını 2008 yılında tanıştığım Human Design ... Devam