X

Seyahat günlükleri: Paris

Sisli bir Eylül sabahında Paris’in 80 km kuzeyindeki Beauvais Havalimanı’na iniş yaptık. Barcelona’dan tişört – şort ile uçağa binen ben, Paris’in ayazında titreyince havalimanından ayrılamadan kışlık kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Paris’e giden shuttle’ların €17 olduğunu görünce ‘’€19’ya Barcelona’dan uçakla geldim’’ diyerek otostop çekmeye karar verdim. Açıkçası daha seyahatime başlamadan önce otostop hayalleri kurmuştum ve http://hitchwiki.org/tr/ isimli web siteden biraz araştırma yapmıştım. Başarısızlıkla sonuçlanan yaklaşık 30 otostop denemesinin ardından tam da umudumu yitirmişken bir araba durdu ve Viktor isimli Moldovalı biri beni aldı. Viktor İngilizce, ben de Fransızca bilemediğim için akıcı olmasa da sohbet eşliğinde olaysız Paris’e vardık.

Paris’te, couchsurfing’den tanıştığım Adrien’in evinde 4 gün kalacaktım. Triatlona yeni başlamış olan Adrien, normalde evinin müsait olmadığını belirtti fakat kendisine spor ile alakalı yardımcı olmamı umarak ‘’Sen Ironman’sin sana her zaman yerim var! :)’’ diyerek beni kabul etti. Eğer couchsurfing yapmayı planlıyorsanız unutmayın ki ev sahibine bir şeyler sunmanız gerekir. Aksi takdirde ev sahibine ‘’beleş hostel’’ muamelesi yapmış olursunuz ki hiç tavsiye etmem.

Şehrin kuzey yakasında Viktor’un arabasından indikten sonra metro ile Adrien’in evine gittim. Sadece Cumartesi ve Pazar günleri geçerli olan ‘’1 günlük sınırsız bilet’’ler €3.75 gibi gayet makul bir fiyatla hayat kurtarıyor. Adrien’le buluştuktan sonra beraber yüzme antrenmanı yaptık ve bir kafeye geçerek yemek yedik. Her ne kadar Paris’te restoran ve kafeler pahalı olsa da birçok kafe ‘’ana yemek + tatlı’’ gibi menüleri ana yemekle neredeyse aynı fiyata sunuyor. Tatlı yerine peynir tabağı güzel bir deneyim olabilir.

Eiffel, Saint Germain ve Odeon gibi ünlü semtleri dolaştıktan sonra eve döndüm ve bir süpermarketten alışveriş yaptım. Eğer uzun bir tatil planladıysanız ve bütçenizi iyi ayarlamanız gerekiyorsa kahvaltı ve akşam yemeklerinizi market alışverişi ile gidermeniz akıllıca olacaktır. Nitekim €20’luk market alışverişi beni 4 gün götürmüştü.

Pazar sabahı, ESSEC Business School’da Erasmus yapan sınıf arkadaşım Uğur ve yine Boğaziçi’nden interrail yapan arkadaşım Fatih ile beraber Louvre Müzesi’ne gittik. Daha önce Interrail Türkiye facebook sayfasında gördüğüm Louvre’a kaçak girme taktiğiyle içeri giriş yaptık. 2 saate sığdırmak zorunda kaldığımız Louvre gezintisini detaylı yapmak isterseniz muhakkak 5-6 saatinizi ayırın.

Öğlen yemeği için bütçeye uygun bir şeyler yiyelim derken €1’luk hamburger kampanyasını görünce McDonalds’a girdik ve 6’şar tane sipariş verdik. Bu arada aynı masayı paylaştığımız Bassirou isimli Senegalli adam ile tanıştık ve muhabbeti öyle ilerlettik ki adam bizi Zone 2’deki evine dahi davet etti. Zamanımız olmadığı için bir sonraki Paris ziyareti için sözleştik ve telefon numaralarımızı kaydettik.

 

Akşamüstü Montmartre tepesindeki Sacre Coeur Bazilikası’na gittik. Paris manzarasını keyifle izledikten sonra kilisenin akşam ayinine katıldık. Aşağı inerken Macaron tattık ve Arc de Triomphe’a doğru yola koyulduk. Anıtın, Champs Elysees ve Eiffel manzaralı terasına çıkış ücretli, ancak Avrupa Birliği öğrencilerine bedava. İlk önce Uğur’un Erasmus kimlik kartı ile 3 tane bilet almayı düşünsek de bilet gişesindeki görevli pasaport talep edince hiç bilet alamadık. Bunun üzerine anıta kaçak çıkmaya karar verdik ve strateji geliştirdik: Uğur bilet bahanesiyle görevlileri oyaladı, Fatih doğru zamanlama için işaret verdi ve ben de merdivenlere daldım! Bu arada Uğur görevlileri ikna ederek yukarı çıktı, Fatih’i ise kullanılmış bir bilet ile ‘’yukarıda cüzdanımı kaybettim’’ taktiği ile yukarı çıkarttık.

 

Heyecanlı anlar sonrasında ayrıldık ve ben de 14. arrondissement’daki (14.bölge) Adrien’in evine döndüm. Pernety metro istasyonundan çıkarken bilet kontrolüne denk geldim. Neyse ki biletim vardı. Fakat yine de denemek için Cumartesi’den kalma bileti gösterdim ve görevlilerden ‘’üzerine ismini yazmalısın’’ dışında bir uyarı almadım. Her ne kadar ben sorun yaşamamış olsam da bu kesin bilgi değil, sonra senin yüzünden ceza yedik filan olmasın 🙂

Ertesi gün Fatih ile beraber Disneyland’a gitmeye karar verdik. Yine Interrail Turkiye’den gördüğümüz bir giriş taktiğini uygulamayı planlıyorduk. RER treni ile 1 saatlik yolculuğun ardından Disney’e vardık. Etrafa göz gezdirdikten sonra kendi taktiğimizi geliştirdik ve ben gişelerden sakince giriş yaptım. Fatih dışarıda kalınca görevliyi oyalamak zorunda kaldım ama sonunda yakalanmadan içeri girdik. Zamanımız kısıtlı olduğu için Walt Disney Studios’a giremedik, ama Disneyland Park’ı baştan aşağı dolaştık ve fazla çocuksu bulduk. Roller coaster gibi eğlence makinaları ise adrenalinden yoksun. Açıkçası €55’luk bileti alarak giriş yapsaydık Paris sokaklarında ağıt yakardık. Hava kararırken şehre döndük ve Moulin Rouge’u ziyaret ettik, ardından Fatih’i Türkiye’ye göndermeden önce Eiffel’e vardık ve çimlerde anın tadını çıkardık.

Salı sabahı tek başıma Versailles Sarayı’na gittim ve ‘’ücretsiz’’ giriş yaptım. Eğer Fransız eserlerini görmek istiyorsanız Louvre’dan ziyade Versailles’a gitmenizi tavsiye ederim. Çünkü Louvre’daki Rönesans İtalyası’na ve diğer ülkelere ait eserlerin aksine Versailles’tekiler çoğunlukla 18. ve 19. yy Fransa tarihi hakkında. Sarayın meşhur arka bahçesine ‘’ücretsiz’’ girmeye çalışırken görevliler tarafından fark edildim, ama bir sıkıntı yaşamadım. Zamanım daraldığı için yenilgiyi kabullendim ve şehre dönmeye karar verdim.

Şehre dönerken Boğaziçi’nden arkadaşım Begüm’ün de Paris’te Erasmus yaptığını öğrenince akşamüstü Eiffel’de buluşmaya karar verdik. Notre Dame Katedrali ve Ponte des Arts’ı (Aşıklar Köprüsü) ziyaret ettikten sonra Begüm ve bir diğer Boğaziçili, Ecehan ile buluştuk. Eiffel’e kaçak çıkmaya karar verdik ama 2. kata kadar olan merdivenler akşam kullanıma kapandığı için çıkamadık. Bunun üzerine en azından 2. kata kadar asansörle çıkmaya karar verdim. Kulenin tepesine çıkmak için 2. katta yeniden ücretli asansöre biniyorsunuz. Ben de kuleye çıkmanın bir yolunu bulurum diyerek 2. kata vardım. Bir süre şehri seyrettikten sonra kuleye çıkış planları yapmaya koyuldum. Asansörlerin iniş çıkış döngüsünü ölçtüm, kattaki görevlileri saydım, yüzleri ile gezinti rotalarını ezberledim ve hediye dükkanının yanındaki asansöre 4. denemede binebildim.

Kuleye çıkmaktan ziyade, operasyonu başarmanın sevinciyle havalara uçarken Paris manzarasının keyfini çıkardım. Eğer kuleye çıkmayı planlıyorsanız güneş batmadan önce çıkmanızı tavsiye ederim, zira gece pek bir şey görülmüyor. (Ayrıca, bilet gişesinin önündeki 1 saatlik kuyruğu da hesaba katın.) Eiffel’in önündeki Champ de Mars parkında Boğaziçili kızlarımızla sohbet ettikten sonra eve döndüm.

Seyahat planıma göre car-sharing yöntemi ile Çarşamba günü Brüksel, Perşembe Brugges ve Cuma günü de Amsterdam’a gidecektim. Fakat carpooling.com ve blablacar.com gibi sitelerde tarihlere uygun sefer bulamadım. Otobüs seferleri ise hem çok yavaş hem de (son gün aldığım için) biraz pahalıydı. Kararsız kaldığım için çözüm üretmeyi yarına erteledim ve bir gün daha Paris’te kalmaya karar verdim. Palais Garnier (Opera House)’a giderek casus rahatlığıyla kaçak giriş yaptım. Öğlen vakti Ecehan ve bir diğer Boğaziçili, Ece ile Pompideou Modern Sanat Müzesi’ne gittik. Kızların Erasmus öğrenci kimlikleri sayesinde bana da ücretsiz biletlerden aldık. Ben yine de biletim yokmuş gibi kaçak girmeye çalıştım ama sistemin açığını bulamadım, helal olsun iyi tasarlamışlar. Akşama doğru Musee d’Orsay’a gittik, bu sefer kendi öğrenci kimliğimle giriş yapmayı denedim, görevliler kabul etmeyince uğraşmaktan vazgeçtim. Açlığımızı bastırmak için falafel yedik, Pantheon’u ziyaret ettik ve Champ de Mars’a geçerek Eiffel’e karşı sohbete daldık.

O gece, Adrien’le anlaştığımız süre dolduğu için Begüm, Ece ve Ecehan’ların evinde kalacaktım. Fakat bir sorun vardı: evin tek bir anahtarı vardı ve o anahtarı da Begüm kaybetmişti. Ertesi sabah Ecehan’ın sınavı olduğu için evden kitaplarını alması gerekiyordu. 2. kattaki dairenin açık penceresine ulaşarak içeri girmeyi planlasam da başaramadım ve gece 1 sularında çilingiri aradık. €130’luk çılgın fiyata rağmen Begüm çağırmaya karar verdi, adamla anlaştıktan 5 dakika sonra Begüm ve Ecehan’ı vazgeçmeye ikna ettik ama artık çok geçti. Çilingiri vazgeçtiğimizi söylemek için aradığımızda adam ‘’Burası Paris, €60 evden çıktı parası isterim’’ deyince bir an için evin önünden koşarak kaçmaya başlasak da ‘’yoksa da polise şikayet ederim numaranızı’’ sözü üzerine durduk ve ‘’paramız yok, öğrenciyiz’’ diyerek €80’ya gelmeye ikna ettik.

*Bir ek bilgi: çilingir diyince aklınıza sakın maymuncukla kapıyı açan insanlar gelmesin, adam hem kilidi hem de kapıyı kırdı… Tabi kapı ve kilit için sonrasında ayrı bir tamirat masrafı gerekecek.

Ertesi gün yine Belçika’ya gidiş problemimi yine çözemedim fakat carpooling.comdan Cuma sabahı Paris’ten Amsterdam’a giden biriyle anlaştım. Bunun üzerine Begüm ve Ece ile şehri dolaşmaya çıktık. Bu arada ben hafta başından beri metroya biletsiz biniyordum ve ‘’kendimce’’ bu işin sırrını çözmüştüm. İşi o kadar abarttım ki artık istasyonda kontrolör var mı bakmıyordum… İşte tam da böyle bir boş anımda turnikeden atlıyordum ki sivil bir görevliye denk geldim. 60 yaşındaki kadın görevliden koşarak kaçsaydım kesinlikle kurtulurdum ama ben ilk anlarda şaşkınlığın etkisiyle derdimi anlatmaya çalıştım. Sonradan aklıma kaçmak geldi ve tam harekete geçiyordum ki bir anda 10 tane görevli tarafından çembere alındım. Her ne kadar bana dokunma hakları olmasa da çember içinde olduğum için beni köşeye çektiler ve €50 ceza kestiler. Cezayı ödemediğim takdirde polis çağıracaklarını ve cezanın €180’ya çıkacağını söyleyince €50 ödemek zorunda kaldım.

Aslında başından beri bir yerde yakalanacağımı biliyordum ve açıkçası €50 ile kurtardığım için kendimi şanslı sayıyordum. Yakalanmış olmanın etkisiyle canım sıkılsa da şehri gezmeye devam ettik ( Evet, o gün metroya biletsiz binmeye devam ettim, ama diken üstünde ). Akşam Begüm’ün Science Po’daki koro provasına misafir olarak katıldım.

Bu arada Begüm’ün evinde bir sıkıntı olduğu için kalamadım, buna rağmen Begüm’ün Koç’tan arkadaşı Onat, evinin kapısını bizlere açtı. Ev dediysem yanlış anlamayın hani, 10 metrekarelik tek bir oda aslında 🙂 Odada bir yatak, bir masa-sandalye ve bir de paspas boyutunda halı var. Ben backpack’imi yastık olarak kullanarak paspasın üzerine kıvrılırken, Begüm ise sırf ben yalnız kalmayayım diye sandalyede sabahladı.

Sabah 6’da kalkarak carpooling yapmak için Paris’in kuzeyine, Porte de Clignancourt’a gittim. Buluşma noktasında tanıştığım Avusturalyalı gezgin, Jimmy, şoförün attığı ‘’arabam bozuldu gelemiyorum’’ mesajını gösterdi. Bunun üzerine hemen web sitesine girerek 1 km öteden kalkan başka bir araba buldum. Hemen oraya gittik ve orda da İsveçli Andreas ve onun Parisli sevgilisi Lea ile tanıştık. Şoförü beklerken ilginç bir şekilde şoförden ‘’arabam bozuldu, tamir ediyorum 10 dakika bekleyin’’ mesajı geldi. Yaklaşık 1 saatlik bekleyişin ardından Asyalı bir şoför geldi, fakat bizi görünce ‘’ben sadece tek bir kız gidecek sanmıştım, siz 4 kişisiniz, bu arabaya sığmayız, 10 dakika bekleyin başka bir araba ile geleyim’’ dedi. (1 kişi beklemesinin sebebi Andreas yerine Lea’nın adamla görüşmesi, ve bizlerin piyangodan çıkmasıydı) Bizim kafamızın karıştığını görünce de ‘’Ben carpooling’i iş olarak yapıyorum’’ dedi. Ayrıldıktan sonra yine yaklaşık 1 saat boyunca her 10 dakikada bir ‘’geliyorum, bekleyin’’ mesajı attı. Bu arada, artık yorulmuş ve dalgın hale gelmiştik. Andreas’ın, çantasını bizimle bırakarak yanımızdan ayrıldığını bile fark etmemiştik. Bir an, Andreas’ın çantasını inanılmaz sakince yürüyen bir adamın elinde gördüm. Adam o kadar sakindi ki çanta onun sandım ama yine de adamı izlemeye başladım. Bu arada çantasının alındığını gören Andreas adamla göz göze geldi. Tam bu noktada hırsız bir anda ‘’aa, bu çanta benim mi ya??’’ şeklinde jest ve mimiklerle çantayı yere bıraktı ve yine inanılmaz sakinlikte uzaklaşarak gitti. Adamın hareketleri o kadar profesyoneldi ki kendi çantam olsa bile hırsız diye adamın üzerine atlamak için iki kere düşünürdüm.

Çantayı kurtarmanın heyecanı ile derin bir nefes aldık ama benim kafamda bir şeyler şekillenmeye başladı. Bu arada yanımızda dolaşan turuncu kafalı bir adamı, şoför geldiği zaman da gördüğümü fark ettim ve etrafımı incelediğimde 2-3 tane gezgin tipli insanlar ( sırt çantalı filan ) gördüm. Bir anda zihnimde 1 saat önceki tablo canlandı: şoför geldiğinde de bu tarz gezgin tipler ortalıkta dolanıyordu ama ne hikmetse şoförle beraber ortalıktan kaybolmuşlardı…

İşte o anda yap-boz’un parçalarını birleştirdim: Organize çete carpoling.com üzerinden sahte hesaplar ile kurban buluyorlardı, eğer kurban tek başına ise buluşma noktasında diğer sahte gezginler ile beraber arabaya biniyor ve şehir dışında tenhaya götürülüyordu. Tenhada ise ( muhtemelen başka çete üyelerinin de katılımı ile ) hırsızlık, tecavüz veya ölümle karşılaşıyordu. Fakat daha olası bir ihtimal ise insan veya organ ticaretine kurban gitmesi. Nitekim hırsızlık, tecavüz veya öldürme eylemi 5-6 kişiye ne kadar bir kazanç sağlayabilir ki? Öte yandan, eğer kurbanlar birden fazlaysa, şoför bekletme taktiği ile dikkatlerinin dağılmasını sağlıyor ve çetenin diğer elemanları da çanta, cüzdan gibi eşyalarını çalıyor.

Her ne kadar Hercule Poirot edasıyla olayın gizem perdesini aralamış olsam da Jimmy ile Andreas’ı meselenin vahametine ikna etmem yarım saati buldu… Sonunda gece 11’deki otobüse binmeye karar verdik. Şunu da eklemeliyim ki, 1 hafta öncesine kadar alındığı takdirde €15 olan biletler aynı gün €50’dan satışa sunuluyor, ki çok pişman oluyorsunuz…

Bunca olaydan sonra Amsterdam’da neler yaşanacak acaba?

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

Göktuğ Kral: Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü öğrencisiyim, aynı zamanda Boğaziçi Triathlon Takımı Kurucu Kaptanı’yım ve BÜMK Klasik Müzik Korosu’nda koristim. 16 Ağustos 2014’te IRONMAN İsveç Triathlonu’na katılarak 3.8 km yüzme + 180 km bisiklet + 42 km’lik maraton koşusunu 11 saat 56 dakikada tamamlayarak ‘’En Genç Türk IRONMAN’’ ünvanı aldım. Seyahat etmeyi, görülmemiş yerleri keşfetmeyi, yeni lezzetleri tatmayı çok severim. Seyahatlerimde ‘’turist’’ değil ‘’gezgin’’imdir. Adrenalin ve macera bağımlısıyımdır. Piyano, Kürek, Tenis, Kick-Box, Kaya Tırmanışı ve Bikram Yoga hobilerim arasındadır. En büyük hayalim ’’80 Günde Devr-i Alem’’ yapmak.

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale