Sevginin gücü: İşin sırrı özgür bırakabilmekte gizli

Bu ay sevgi üzerine yazmaya devam edeceğim. Hem kolay hem zor, hatta daha çok “zor” sevgi ile ilişkili olarak yazmak. Hepimizin farklı yaraları var, yaşanmışlıkları veya “bilincimizde kalıplaşmış” inançları var. İşte bu yüzden zor aslında sevgiyi yorumlamak. Ama ben bu yazımda istiyorum ki, sizlerle tarafsızca ve olduğu gibi o “kalıplaşmış” inançlarımızın üzerine çıkarak sevgiyi yorumlamaya çalışalım…

Tabi ki ilk olarak aşk ilişkilerimizden bahsedeceğiz. “Sevgi nedir?” diye soracak olsak, çok farklı cevaplar alırız, kimimiz aşık olmak deriz, kimimiz birlikte olmak, kimimiz hep yanında olmak deriz, kimimiz çok heyecanlanmak… İşte tüm bu anlatımlar aslında “birliktelik” veya “diğerine dayanan” bir akış içerir. Oysa bu doğru mudur? İçimizden bir kişi çıkıp şöyle bir tanım yapmış olsaydı “görmesek de, bakmasak da, dokunmasak da, o olduğu için şükredebilmek ve olduğu gibi aşk olmaya izin vermek”

Sizce bu son tanım “olağanüstü” bir tanım mıdır? İmkansız mıdır? 

Bazıları “o sevgi değildir” diyebilir, “ben sevgiyi yaşamak isterim”. Peki tek başına yaşanamaz mı, yani eğer sevdiğiniz kişi yanınızda değilse “daha az sever” veya “daha çok sever” mi olursunuz? Bu gerçek bir karşılaştırma mıdır?

Sevgiyle ilgili inanç ve bilincimiz “birlikte olmak” odağında olduğundan, “aşk” ve “sevgi” kavramlarını diğer kişiye daha da bağımlı hale getirir. Oysa ki işin sırrı o kişiden “bağımsız” olduğumuzu bilmektedir. Sevgimizi kimse içimizden alamaz, kimse zorla bir sevgiyi içimize sokamaz ve kalbimize bir ateş düştü ise asıl olan o kişinin “sürekli bizim” olmasını istemek değildir, çünkü o kişinin “varlığı” bile bizim şansımızdır… Sevgi bu yüzden “kişiseldir”, yani bize aittir. Bizler bırakmamayı, sevdik diye o kişinin hayatını yaşamasına izin vermemeyi, “gidersen biter” demeyi “benimle gelmiyorsun beni sevmiyor musun” diye sormayı yani “bağımlı” olmadığımızda “sevmiyor” diye benimseyivermeyi seçeriz…

Oysa bu sevgi değildir… Eğer gerçekten seviyorsanız, “bırakmak” sizi üzmeyecektir, çünkü aşk olma hali budur, bu hal diğer kişinin size “karşılık” vermesinden, bu durumdan memnun olmasından ve hatta bu durumdan “haberdar” olup olmamasından çok daha ileridedir… Gerçek sevgide o bizim çok sevdiğimiz “sahibi ben olayım” demek yoktur, çokça alçakgönüllülük vardır, eğer gerçekten aşk olmuşsanız bırakabilirsiniz, izin verebilirsiniz, yaşamasını istersiniz, kendi gibi olması sizi endişelendirmez, bağımlı olmazsınız ve her şeyden güzel olan, siz bunu yaptıkça hem daha çok sever hem de bu duygunun daha da derin güzelliklerine varırsınız…

Peki bu anne baba ilişkimize veya arkadaşlık ilişkilerimize nasıl yansır? Bu süreçte özellikle anne veya babası tarafından “reddedildiğini” düşünen, sevilmediğine inanan ve hikayesinde bir babanın gidişini, bir anneden ayrılışı veya aileden uzaklaşmayı içeren birçok kişi ile karşılaştım… Bugün bu satırları okuyan sizler de belki örneklerini gördünüz… Biz bir kişinin seçimini sadece “yorumlarız”. Örneğin baba olmak. Evet baba olmak bir sorumluluktur, fakat neticede o kişi de insandır ve insan “hata” yapabilir, seçim yapabilir, evet baba olur ve bunun sorumluluğunu kaldıramamış da olabilir ve gitmeyi tercih etmiş olabilir… Ama bu “sevilmediğiniz” anlamına gelmez. Evet sizi uzaktan sevmektedir ve eğer bu hayata geldiniz ise “onun ne yaşadığını” ve hangi aşamalardan sonra gitme noktasına geldiğini bilemeyeceğiniz için sadece kendi düşünceleriniz ile “yargılarsınız”…

Sevilmediğimizi düşünmek çok kolaydır. Ya sevgi anlayışımızı tersine çevirsek ne olur? Evet babamız belki yirmi yıldır bizimle değildi fakat bizi çok sevdi. Bu yanlış mıdır? Sevdiği için araması gerekir miydi, belki evet… fakat belki de “cesaret” edemedi, belki baba olmak eylemini yeterince yapamayacağını ve buna layık olmadığını düşündü. Veya sadece korktu… Bunların hepsi sevgi kadar insani duygulardır…

Peki her şeye rağmen biz sevemez miyiz? Yani bir baba bizi bırakmış olduğu için bizim sevgimize layık değil midir? Ondan bu sevgiyi esirgemeli miyiz? İçimizdekileri gömmeli miyiz? Bizim bu hayata gelişimize yol olmuş bu kişiye kin mi beslemeliyiz? Cevap kocaman bir hayırdır; halen sevmek gerçeği, sevebilme şansımız ve bu sevgimizi her nerede olursa olsun ona iletebilmek şansımız vardır… Ve bu dünyadaki en güzel duygudur… Biz üzerini kapatmaya çalışsak da o sevgi doğumumuz itibarıyla içimizde olacaktır…

Osho, Sevginin Gücü isimli eserinde bakın sevgiyi nasıl yorumluyor;

“…Ben insanların evliliklerden ve evlilik cüzdanlarından tamamen özgür olmalarını isterim. Birlikte olmalarının tek sebebi sevgileri olmalıdır, yasalar değil. Tek yasa sevgi olmalıdır; o zaman sorduğun şey mümkündür. Sevgi bittiği an, birbirinize elveda deyin. Uğrunda savaşacak bir şey yoktur: Sevgi varoluşun bir armağanıdır: Rüzgar gibi gelir, rüzgar gibi gider. Birbirinize minnettar olursunuz. Ayrılabilirsiniz ama birlikte yaşadığınız o güzel anları hatırlarsınız. Sevgili olmasanız da arkadaş kalabilirsiniz.

…Aşktan yükselen insan asla aşktan olmaz, çünkü yükselmek senin gayretindir ve kendi gayretinle büyüyen aşk senin ellerindedir…

…Sevgi sessizliğinden, farkındalığından, meditasyonlarından gelmelidir. Sevgi yumuşaktır; özgürleştiricidir – çünkü sevgi nasıl sevilen için prangalar yaratabilir ki? Sevgi birbirine özgürlük vermektir, hep daha fazla. Sevgi derinleştikçe özgürlük de büyür. Sevgi derinleştikçe, sen karşındakini olduğu gibi kabullenmeye başlarsın. O kişiyi değiştirmeye çalışmayı bırakırsın.

Sevgililerin sürekli birbirlerini değiştirmeye çalışmaları dünyanın gizemlerinden biridir. O kişi gerçekten değişse aşklarının da kaybolacağını bilmezler. Çünkü aşık oldukları insan zaten o değişmiş insan değildir. Onlar ‘onu değiştir, bunu değiştir’ düşüncelerinin henüz değmediği bir insana aşık olmuşlardır.

Aşkta yükseldiğin zaman o kişinin kendine ait bir alanı olduğunu fark edersin ve haddini aşmazsın.”

Sevmek anlayışımız incecik iplerle bizi sevilene bağlar aslında. Fakat bu iplerin uzunluğu, sıkılığı ve hayatımıza yarattığı “kısıtlılık” veya “kısıtsızlık” sevgilerimizin niteliğini değiştirir… Hepimiz sevebilme yetisiyle yaratıldık ve sevgi ile bu dünyaya geldik. Ne kendimizi ne de başka birini sevgisizlikle yargılamaya, suçlamaya veya yorumlamaya gücümüz yeter… Tek yapabileceğimiz sevmektir, çok ama çok kalpten ve çok ama çok severek sevmek…

Yazarın diğer yazıları için tıklayın.

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam