X

Rahminiz özgür değilse: Bir endometriozis (çikolata kisti) hikayesi

Bu yazı Uplifers konuk yazarlarından Başak Gürbüz Bilsel tarafından kaleme alınmıştır.

“Rahminiz özgür değil” dedi gözlerimin içine bakarak. “Dokular onu olduğu yere yapıştırmış, ilerlemiş bir endometriozis vakasıyla karşı karşıya…’’

Kalbim sıkıştı. Aslında bu cümlenin öncesinde, ilk teşhisten bu yana geçen 8 yıl içinde, farklı doktorların haklı endişelerini taşıyan birçok şey duymuştum. Çocuk sahibi olamayabilirdim, ameliyat gerekli olabilirdi, tüp bebek bile zor görünüyordu, yaşım giderek ilerliyordu, kim bilir şansım ne kadar azalıyordu…

Ama hiçbiri canımı bu kadar acıtmamıştı.

Ne demek, özgür değildi?

Doktorum aslında yalnızca teknik bir durumu ifade ederek, rahim içi dokuların olmaması gereken yerlere ulaştığını ve bunun sonucunda onu olduğu yere yapıştırdığını anlatıyordu. Normalde hareket alanı özgür olan bu organ, endometriozis nedeniyle yetisini kaybetmişti. Tamamen fiziksel olarak.

Her şeyi duymuştum, tüm risklerin farkındaydım, hatta bu ciddi durumun yıllardır çok da üzerinde durmuyordum ama bu “özgür olmama” meselesi tadımı çok kaçırmıştı. Tamamen ruhsal olarak.

Endometriozis, rahim hücrelerinin olmaması gereken yerlere yerleşmesiyle oluşan bir hastalık. Nedeni tam olarak bilinmiyor. Halk arasında “çikolata kisti” olarak da bilinen bu hastalık çok ciddi ağrılara, düzensizliklere, hayat kalitesinin bozulmasına neden olurken, bebek sahibi olmanıza da engel olabiliyor. Üstelik tüm tedavi yöntemlerine rağmen tekrarlama riski çok yüksek. Hatta, rahminiz bütünüyle alınsa bile yarattığı ağrıların geri dönme ihtimali büyük. Bu hücreler, bir kere yola çıktılar mı, yayılarak ilerlemeyi sürdürüyorlar. Ve neredeyse hakkında hiç konuşulmayan bu hastalık, üreme çağındaki her 10 kadından 1’inde kendisini gösteriyor.

Uzun yıllardır delirtici ağrıları ve türlü can sıkıcı halleriyle endometriozis, hayatımın bir parçasıydı. Regl, yumurtlama gibi döngülerimin yanı sıra, sıradan günler bile doğurganlık diyarımda depremler yaratıyordu. 4–5 saat sürebilen ağrıdan hastanelik oluyor, konuşamayacak hale geliyordum. Bir ağrı atağını takip eden iki gün boyunca yürümem, sıradan işleri yapmam, kedilerimi kucağıma almam bile mümkün olmuyordu. Yine de bu durumu bozguna uğratılması gereken bir düşman gibi görmedim. Çocuk doğurmama engel olabileceği ihtimaliyle barışıktım. Dışarıdan gelecek tüm müdahalelere de direndim. Ama özgürlük ayrı bir meseleydi.

Endometriozis ile kendi özgürlüğümü mercek altına aldım

Özgürlükle ilgili, aklıma lise yıllarımdan kalan tek bir hatıra geliyor: Zorlukla okula vardığımız ve henüz ilk dersin sonlarına gelmeden diz boyu karların okul bahçesini kapladığı o bembeyaz sabah. Zilin çalmasıyla, küçük nüfuslu okulun teneffüse çıkan öğrencilerini bir bir geçerek merdivenlerden koşarak aşağıya indiğimi; okul kapısını kapatmakta olan ve dışarı çıkılmasının yasak olduğunu bağıran müdürümüzü şaşırtarak pencereye yöneldiğimi, tek hamlede camı açıp, zıplayarak kendimi hiç dokunulmamış karların içine attığımı hatırlıyorum.

O kocaman sessizlik, gözümü alan beyazlık ve ben… Bu, ömrümde hissettiğim en özgür andı.

Çünkü ben söylenenin dışına çıkan bir çocuk değildim. Müdürümüz, benim o koridoru çınlatan “Hayır”a itaat edeceğimden emindi. Camdan atlayacak bir Başak göreceğini hiç tahmin etmemişti. Ama 35 yılda hatırladığım bir tek o an, kimin, benim için ne düşündüğünü önemsemediğim tek andı.

Bunca yıl, böylesine önemli bir hissi çok nadir deneyimlemiş olmamda bir tuhaflık yok muydu? Endometriozis, yani bedenim, elimden aldığı özgürlüklerle bana bir şey anlatmaya çalışıyor olabilir miydi?

Böylece sürekli çevresinde gezindiğim ve uzaktan izlediğim bu hastalığa daha yakından bakmaya karar verdim. Ve daha yakından bakınca gördüm ki, özgürlüğümü geri almak için aşamadığım ve aynı zamanda aşılmasına izin verdiğim sınırlarla, görmezden geldiğim yaralarla, kısacası kendimle yüzleşmekten başka çarem yok.

Mercek altında her şey hızla belirgin hale geldi. Aslında hastalığımı görmezden geldiğimi kısa süre içinde anladım. Evet, çocuk sahibi olmama ihtimalimle barışıktım fakat bunun hastalıkla bir yere kadar ilgisi vardı. Ama bu, başka bir hikayedir, başka zaman anlatılmalı.

Hastalıkla barışık olmak ile onu yok saymak arasında büyük bir fark vardı. Barışık olmak bir miktar çabayı, anlayışı, bütünsel bir kabulü ve şefkati içerirken; yok saymak aslında bunların tam tersini kapsayan, öfke temelli bir tavrı işaret ediyordu. Vücudumun hastalandığı gerçeğini kabul etmekte zorlanıyor olabilir miydim? Bunu “sistemsel bir hata” olarak görüp, aslında ona yukarıdan mı bakıyordum? Yoksa hastalık bana başarısız olduğumu mu hissettiriyordu?

Yıllarca hakkında nadiren konuşmam, doktor görüşmelerimi ve bana iyi gelecek yöntemleri aksatmam bu yüzdendi. Onu yok sayıyor, görmezden geliyordum. Bir yanımın hiçbir şey yapmadan tüm bu ağrıların ve sorunların, bir anda kendiliğinden yok olmasını neden dilediğini anladım.

Burada durup, küçük bir parantez açmam gerekiyor.

Hiçbir şey yapmadığımı tam olarak söyleyemem. Çünkü hastalığın kendisine gösterdiğim kısmi duyarsızlığa karşın, kendi gücüme olan inancımdan hiçbir zaman şüphe etmedim.

Hastalık, benim bir parçamdı ama tamamım değildi. Doğru adımlarla vücudumun kendisini iyileştirebileceğine inanıyordum. Bu adımlardan bazılarını attım, bazılarına ise direndim. Bir şeyleri doğru yaptığımı biliyordum. Şu anda birlikte yol aldığımız doktorumun beni ilk gün görüp söylediği gibi; ameliyat edilmesi gereken bir noktada olmama rağmen genel halim, şaşılacak şekilde, iyiydi.

Çünkü bu görmezden gelme/kendi gücünü görme kombinasyonu bir yere kadar işe yaramış ama beni bütünsel şifaya tam olarak ulaştıramamıştı. Gücümle meydan okurken, kendime şefkatten uzaklaşmıştım. İşte bu noktada uzun isimli, adı gibi karışık hastalığımla barışmaya karar verdim.

Kolları sıvadım ve birbirinden ayırmamızın aslında hiç de mümkün olmadığı 3 katmanda daha derin çalışmaya başladım:

  • Beden: Bedenimin ihtiyaçlarını hissetmek ve onu dinlemek, en zor atladığım eşik olabilir. 1,50 cm’lik bedenimin farkına varmam, ne yaptığında/neyi yediğinde hastalandığını veya şifalandığını anlayıp uygulamam epey zor oldu. Ona verdiğim sözleri tutmaya çalıştım. Glutenden, şekerden uzak kalmak için uğraştım. Dinlenmeyi öğredim. Bunları başardığım ve başaramadığım zamanlar oldu. Çünkü bir noktada aslında aşağıdaki iki yetkilinin de sözlerini dinlemem ve ruhumun gerçekten ihtiyacı varsa, 3 dilim pizzayı bir güzel yemem gerektiğini de öğrendim.
  • Zihin: Zararlı şeyleri yalnızca vücudumuzda biriktirmiyoruz. Zihin, yıllarca topladığı (ve yarattığı) verilerle bizi idare etmek için büyük bir çaba sarfediyor. Beden, kontrolünü de topladığı bu verilerle sağladığı için, onu temiz ve dingin tutmak çok önemli. Böyle bir dünyada yaşayıp, bir de üstüne kendimizle mücadele ederken bu çok zor, biliyorum. Ama istediğimiz hayata ulaşmak için, sağlıklı, mutlu, huzurlu… İstediğimiz her neyse, zihnin ürettiklerine, koyduğu sınırlara bir dokunuş yapmak şart.
  • Ruh: Eğer kadın bedenindeki yaratıcılık merkezinizle ilgili bir sorun yaşıyorsanız, en derin tutkularınıza şöyle bir yakından bakmanız gerekiyor. Ruh, bu noktada (ve her noktada!) sizinle konuşmak için dört gözle bekliyor. Kalbinizi gerçekten çarptıran şeyi bulmak ve onu hayata geçirmek; üretmek, yaratmak veya hali hazırla mutlu olmadan ürettiklerinizle temas etmek şifalandırıcı bir güce sahip. Tam da bu yüzden, ruhunuzu/iç sesinizi duymak için kendinize zaman ayırmak, içeriye dönmek için size iyi gelen çalışmayı bulmak çok önemli.

Bu farkındalık üç büyük yetkilinin bir arada, ahenkle yol alabileceği, bana iyi gelen alanları keşfetmemle başladı. Yoga, meditasyon, masaj, buhar banyosu, enerji çalışmaları, sesle şifa gibi bedenimde, zihnimde ve ruhumda iyileştirici etkileri olan yöntemleri kucakladım. Kontrolü dengeli bir şekilde dağıtmak ve beni en sevdiğim yetkili olan ruha yakınlaştırmak için eşi bulunmaz bir yöntem oldu meditasyon. Onun sesini çok daha net duyar oldum. Ayrıca, bedenimin gevşeyip rahatlamasına da yardımcı olduğu için, ağrı ataklarının arasının uzamasında da büyük faydasını gördüm.

Ve en sonunda da batı tıbbının yardımını kabul ettim, ilaca başladım. Bu da kendime şefkatin bir parçasıydı; bedenimden ihtiyacı olan desteği esirgememek. Yargılarımı gözden geçirmek, beni kabule daha da yaklaştırdı. Güvenerek ilerlemek bana yeni şeyler öğretti. Vücudum da benimle işbirliği yaptı, oldukça umutlandıran tepkiler verdi.

Bunların hiçbirini tabii ki kendi başıma yapmadım. Mind Over Medicine’in yazarı Lissa Rankin’in söylediği gibi “Kendinizi iyileştirebilirsiniz, ama kendinizi yalnız başınıza iyileştiremezsiniz.” Çok iyi öğretmenlerim, rehberlerim oldu. Beni anladığını, dinlediğini hissettiğim doktorlarla karşılaştım. Bütünsel iyiliğimi isteyen şifacıların ellerine kendimi teslim ettim. İçime sinmeyen hiç kimseyi ve hiçbir yöntemi kabul etmedim. Aileme, dostlarıma sırtımı yasladım. Esnemeyi ve her şeyi de bilmediğimi kabul ettim. Yani kavga dövüş, bağırış çığırış hep ruhumun sesini dinledim. Daima şükrettim. Düştüm, kalktım ama kendime inanmaktan hiç vazgeçmedim. Herkese ve kendime, minnettarım.

“Peki tamamen iyileştin mi Başak?” diye sorarsanız, cevabım “Hayır.” Endometriozis hastalık seyrinde kesin bir iyileşme ön görülmüyor. Ama nihai sonucu kim bilebilir? Bu bir yolculuk ve henüz bitmedi.

“Peki katettiğin yolda kendinle gurur duyuyor musun?”, diye sorarsanız, cevabım “Evet.” Hem de kocaman bir evet.

Çünkü endometriozis vücudumda tıpkı okul bahçesine yağan kar gibi yayılmış durumdayken, içimde kocaman bir pencereyi açtım, korkmadan atladım ve gördüm ki orada aslında hep özgürüm.

Gerisi, yalnızca bir hikaye…

Bana basakgurbuz@gmail.com adresinden veya Instagram hesabımdanbasakgurbuz@gmail.com  ulaşabilirsiniz. 

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Lezzetli ve eşsiz tatlarla dolu bir deneyim: Macroonline’da keşif dolu bir yolculuk

Şüphesiz ki söz konusu sofralarımız olduğunda hepimiz ‘en iyisi’nin peşindeyiz. Market alışverişlerimizi yaparken de gözümüz, elimiz hep en iyisinde, en kalitelisinde. Her şeyin en iyisini aldığımızdan emin olmak istiyoruz. Ancak, böylesi bir çabanın çok fazla zaman ve enerji gerektirdiği de aşikar. Hele ki büyük şehirlerde yaşıyorsak, iş çıkış saatinde markette olmak; kalabalıklar, trafik, koşturmaca gibi dertleri de beraberinde getirebiliyor. E peki bunca yorgunluk ve zamansızlığın içerisinde mesai bitimine dakikalar kalmışken her gün zihnimizde dönen o ‘Akşam ne pişirsem’ sorularına nasıl yanıt bulacağız? Hele bir de evde hazırlamak istediğimiz tarifin malzemeleri yoksa.



Güzel haber; artık bu soru da zihnimizi kurcalamayacak, yorgun argın market sırasında beklemek zorunda da kalmayacağız. Macroonline ile yorucu market gezileri, ev konforunda keşifler yapabileceğimiz bir fırsata dönüşüyor.

Macrocenter ayrıcalıkları aynı hizmet anlayışıyla Macroonline’da

Macrocenter’ı tercih edenler bilir; Macrocenter’da alışveriş yapmak, eşsiz bir deneyimdir. Ürün çeşitliliği, yeni keşifler, taptaze lezzetler, baş döndüren kokular ve başka yerde olmayan ürünler… Macroonline da tüm bu deneyimi, bizlere online olarak sunuyor. Aynı uzmanlık, aynı lezzet ve aynı hizmet anlayışıyla tüm Macrocenter ayrıcalıkları, artık Macroonline’da. Kısacası, hayatı güzelleştirecek her şey Macroonline’da. Peki siz neredesiniz; yoksa hala kasa sırasında mı? 🙂 Gelin, Macroonline’Macroonline’Macroonline’da neler neler var biraz daha yakından bakalım… (Ne yok ki! demek serbest.)

Ev konforunda kaliteli bir alışveriş deneyimi

Hangimiz istemeyiz ki raflardaki en taze meyve-sebzeler yer alsın mutfak tezgahımızda, kendi ellerimizle seçtiğimiz.. Ama zamanımız ve enerjimiz yoksa ne yapacağız? Merak etmeyin, en iyilerden vazgeçmek zorunda değiliz. Macroonline, her şeyin en iyisini bizim için seçip evimize kadar getiriyor. İhtiyacımız olan her şey, sanki raflardan kendimiz seçiyormuşuz gibi aynı titizlik ve özenle seçilip bize ulaştırılıyor. Ev konforunda kusursuz ve kaliteli bir alışverişi deneyimi, Macroonline ile artık kapımıza geliyor.

Benzersiz tatlar, otantik lezzetler, yeni keşifler

Macroonline’da dilediğimiz ülkenin lezzetlerini bulmak mümkün. Bugün İtalyan, yarın Fransız Mutfağı, haftaya ise Japon, ne dersiniz? Macroonline dünyasında alışveriş yapmak, adeta geniş bir coğrafyada gezintiye çıkmak gibi. Uzak Doğu’nun egzotik sosları, ithal çikolatalar, artizan ürün çeşitliliği, her yerde bulunmayan lezzetli atıştırmalıklar, profesyonellere özgü ürün seçkileri, taptaze deniz ürünleri ve çok daha fazlası… Hepsi, premium hizmet kalitesi, zengin ürün çeşitliliği ve kolay erişim imkanıyla Macroonline’da. Tek yapmamız gereken bir tıkla sepete eklemek.

Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler

Dünya mutfağının yanı sıra Türkiye’nin özgün tatlarını da sunan Macroconline’da Homemade lezzetler de var. Şeflerin özgün tarifleriyle hazırlanan Homemade lezzetler, Macroonline’ın beklentileri aşan hizmet kalitesini evlerimize taşıyor. Hep ne pişireceğimizi düşünecek değiliz ya bazen de ne yiyeceğimizi düşünelim, öyle değil mi… Sağlıklı, lezzetli ve zahmetsiz alternatifler arayanların en gözde seçimleri, Macroonline Homemade kategorisinde.

Keyifli, pratik ve konforlu bir alışveriş deneyiminin yanı sıra keşiflerle dolu bir yolculuğa da hazırsak; istikamet: Macroonline. Üstelik, Macroonline’dan verdiğimiz siparişler 45 dakikada teslimat seçeneğiyle ve +4 dereceli araçlarla soğuk zincir kırılmadan dilediğimiz saatte bize ulaşıyor. Macrocenter’ın ayrıcalıklı dünyasını ev konforunda keşfetmek ve Macroonline’da ilk alışverişlerinize özel indirimden de faydalanmak için siz de hemen tıklayın.

*Bu yazı Macrocenter katkılarıyla hazırlanmıştır.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.

Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

İlgili Makale