X

Olan bitene verdiğin anlam hayatını mahvedebilir

Ya da krallar gibi yaşayabilirsin. Hepsi senin neye ne anlam yüklediğine bağlı. Tam olarak anlaşılmadı sanırım. İyisi mi gel baştan başlayalım: Etrafımızda olan biten ne varsa nötr. Yaşamımızda sevdiğimiz veya sevmediğimiz, insanların bizim hakkımızda söylediği her şey bizim açımızdan aslında nötr. Ne iyiler ne de kötü. Yaşadıklarımızı, duyduklarımızı ve bildiklerimizi “iyi” ya da “kötü” yapan tek bir şey var: Bizim ona verdiğimiz anlam. Gelin bunu bir iki örnekle açalım, sonra hadiseyi geçtiğimiz cuma yaşadığımız sürreal darbeye bağlarız belki kim bilir!

Anlam = Duygu

Herhangi bir olaya verdiğiniz anlam direkt olarak o konuyla ilgili ne hissedeceğinizi belirler. Aranızda çocuğu olanlar ya da ailesinde küçük bir çocuk olanlar bir hafızalarını yoklasınlar isterim. Eminim aşağıda anlatacağım anıya benzer bir duruma şahit olmuşlardır.

Gittiğim yerlerdeki çocuklu ailelerin çocuklarıyla nasıl ilgilendikleri çok ilgimi çeker. Yepyeni bir insan yetişmektedir ve ebeveynlerinin atacağı her adım, söyleyeceği her kelime ve yapacakları her davranış; son derece dayanıklı tuğlalar gibi, bu yepyeni insanın kişiliğini oluşturur.

Geleneksel Türk Kültürü ve şu anda çoğunluğun sahip olduğu bakış açısı; “Biz, çocuklarımızın üstüne titreriz” şeklinde. Bir başka deyişle “çocuk” konusuyla ilgili zihnimizde verdiğimiz anlam; korumamıza muhtaç, bir şekilde isteklerini yerine getirmemize ihtiyaç duyan, biz olmasak fena çuvallayacak, sevilesi yaratıktır.

Örneğin; çocuğumuz parkta oynarken düştüğünde, endişeyle yerimizden fırlayıp yanına gider, yerdeyse ayağa kaldırır ve gözlerimizi büyük büyük açarken kaşlarımızı büzüp endişeli bir ifadeyle sorarız: “İyi misin hayatım? Canın yandı mı?”

Tebrikler! Belki de ağlamayı aklından dahi geçirmeyen çocuğunuzu korku enerjinizle yıkadınız ve muhtemelen çoktan ağlamaya başladı bile. Bir de onu “düşüren”(!) salıncağa da pat pat elinizle vurarak; “Al sana pis salıncak! Sen nasıl düşürürsün benim aslan oğlumu/tatlı prensesimi.” demek suretiyle sorumluluğu da salak bir salıncağa yüklediniz. Böylece çocuğunuza üç çok önemli şey yaptınız:

  • Kendi endişe ve korku enerjinizle; onu, pratikte hiçbir çözüm sağlamayacak ağlama eylemine yönlendirdiniz.
  • Çocuğunuzun salıncakta sallanmak gibi tek başına yaptığı bir işte bile, düşmesinin sorumluluğunu üstlenmesi yerine başka bir şeyi suçlamasına -bunu bizzat yapıp örnek olarak- onay verdiniz.
  • Başkasını suçlayıp kurban rolünde ağlarken onu sevgi ve ilginizle ödüllendirip muhtemelen tüm hayatı boyunca kullanacağı bir “pattern”in tohumunu attınız.

Benim yeğen Los Angeles’ta düştüğünde

Geçen yıl kardeşimi ve ailesini Los Angeles’ta ziyaret ettim. Elbette o zaman 4 yaşında olan yeğenimle de bolca vakit geçirme şansım oldu. Bir gün evlerinin bahçesinde topun peşinden koştururken tökezleyip düştü Vivenne.

Annesi Jennifer, oturduğu yerden kafasını kaldırıp son derece sakin bir şekilde: “Eminim iyisindir tatlım; sen ne dersin?” dedi. Vivienne’nin alt dudağı uzamış ve suratı asılmıştı ama ayağa kalktı. Jennifer, çok içten gülümseyerek “Hadi, o kadar kötü olmadığını sen de biliyorsun” dedi. Vivenne de gülümsemeye başladığında annesi onu yanına çağırdı. Dizine dirseğine bakıp ciddi bir şey olmadığından emin olduktan sonra; “Hayatım heyecanına ve eğlenme isteğine bayılıyorum. Yine de etrafta koşup oynarken dikkatli ol ki, kendinin ve başkalarının canı yanmasın. Anlaştık mı?” Vivenne kafasıyla onaylayıp tekrar oyununa döndü.

Ne bir dramatik sahne, ne manasız bir telaş, ne de kurban rolüne girip avaz avaz ağlayan bir çocuk. Bir dakika bile sürmeyen kısacık bir diyalog, hepsi bu. Sonrasında her şey biraz evvel nasılsa öyle devam ediyordu. Biz Jen ile çay eşliğinde sohbet ederken Vivienne de topun peşinde koşturmaya devam ediyordu.

Fark nerede?

Fark, çocuğa verdiğimiz anlamda. Bu topraklarda, içinde yetiştiğimiz kültürün bir sonucu olarak çocuk bizim için;

  • Üstüne titrememiz,
  • Daima yanında olmamız,
  • Mutlaka çevreden korumamız,
  • Ne olursa olsun incinmemesini sağlamamız ve
  • Hep “ötekilerden” üstün özellikler kazandırmamız gereken bir “uzantımız”

Öte yandan bambaşka bir kültürün yaşandığı farklı bir coğrafya olan Los Angeles’ta çocuk;

  • En kısa zamanda kendi ayakları üstünde duracak,
  • Öncelikle ve özellikle kendi sorumluluğunu almayı TERCİH ETMEYİ öğrenecek,
  • Etrafındakilerle iletişimi doğrultusunda kişiliğini geliştirecek,
  • Kendi seçimlerinin sonuçlarını göğüslemeye hazır ve
  • Ve asıl yarışın kendisini geliştirmek olduğunu bilen bir “birey” olarak yetişecek.
Çocuğunuzu yaşadığı olumsuz durumların üstesinden gelmeyi başarabilecek şekilde yetiştirmeye çalışın.

Sizce bu iki farklı anlayışla yetiştirilen çocuklardan hangisi yaşadığı olumsuz bir durumda, bu durumun içinden nasıl öğrenip gelişerek çıkacağıyla ilgilenir ve hangisi parmağını uzatıp etrafındaki ilk potansiyel suçluyu işaret ederek kurban rolünü seçer?

15 Temmuz 2016

Asla unutulmaması gereken bir tarih. İç savaşın eşiğinden döndüğümüz bir gece. Ve önümüzdeki birkaç yıl çok dikkatli ve son 20 yıldakinden çok daha farklı bir düşünce yapısıyla yaşamamız şart. O gece olan bitene, kimin planıydı, kimin oyunuydu geyiklerine girmeyeceğim. Benzer yorumları sosyal medyada bol bol okumuşsunuzdur. Bunun yerine ben konuya verdiğimiz anlama değinmek ve hiç kimsenin kendini sorumlu bile hissetmeden en yakında sevmediği kim varsa onu suçlamasından bahsetmek istiyorum.

Birbirimize verdiğimiz anlam

Muhafazakâr kesimin insanları için hiç de sevilesi biri değilim, biliyorum. Bunu aynı ortama girdiğimizde kolayca anlayabiliyorum ve yazmaya kalksam onlar hakkında bir sürü olumsuz fikir/görüş sıralayabilirim. Oysa bu insanlar beni ben de bu insanları hiç tanımıyorum. Buna rağmen onlara kolayca dilediğim yaftayı yapıştırıveriyorum ve onlar da bana!

Oysa birbirimize verdiğimiz anlamı değiştirmek de bir seçenek.

Örneğin; bir durup düşünüp; bu insanların nasıl büyük zorluklar çektiğini teslim etmek gerekmiyor mu? Sırf başı örtülü diye üniversiteye alınmayan, mecburen alındığı hastanede dalga geçilen, yabancı ülkelerde tahsil yapmış genç ve zengin insanların bu insanlarla dalga geçtikleri bir dönem var bu insanların hayatında. Gittikleri hiçbir yerden doğru düzgün destek ve anlayış alamadıkları, polise gönül rahatlığıyla güvenemedikleri, her yerde itilip kakıldıkları ve inançları gereği kaderci bir şekilde Allah’a sığındıkları bir dönem var. O dönemde bu insanların yaşadıklarından haberdar olmadığımız gibi; umurumuzda da değildi!

Onlara yaşatılırken ses çıkarmadığımız psikolojik şiddet, fiziksel şiddeti de yanına alarak bizim mahalleye geliyordu. Herkes parmak sallayıp birbirini kötülüyor: “Vay siz şöylesiniz!” , “Vay siz böylesiniz”

“Onlar” sıkıntıdayken umursamayan “Bizler”, ne zamanki benzer şeyleri yaşamaya başladık (ya da bize yaşatmaya başladılar), bu sefer pabuç pahalandı ve biz bağırmaya başladık. Keşke başımıza gelmeden de anlayabilsek insanların neler hissettiğini, neye ihtiyaç duyduklarını ve ona göre de yardım eli uzatabilseydik.

Ve yaptığım işi de tam da bu yüzden yapıyorum. Yazdığım 6 İnsan İhtiyacı yazısını bir daha okuyun lütfen, şu aralar iyi bir zaman onu okumak için. Birbirimizin ihtiyaçlarını anlamayı ve birbirimizi kollamayı bilseydik şimdi her şey daha farklı olmaz mıydı? Bizden farklı düşünen/inanan/yaşayan insanları oldukları gibi kabul etseydik her şey bambaşka olmaz mıydı?

Hala fırsatımız var!

Karşımızdaki insanların kendini önemli hissetmeye, saygı duyulmaya ihtiyaçları var. Bunu o kadar uzun zamandır hissetmediler ki, arada bir meydanlardan kendilerine söylenen bir güzel söz bile büyük armağan onlar için. Ve o yüzden meydanlardan onlara güzel söz söyleyenlere toz kondurmuyorlar!

Bütün bunlar olan bitene ve birbirimize verdiğimiz anlamdan kaynaklanıyor ve bu işin toplumsal ölçekte de bir karşılığı var; kendimizi ait hissettiğimiz grubun genel görüşünü çabucak benimseyip, salakça kabul etmek gibi bir tuhaf insani özelliğimiz var. (Bu arada nasıl kolayca yönlendirilebileceğimize dair çok sağlam bir örnek izlemek isterseniz; bakacağınız yer bu video.)

Yeni bir anlam, yeni bir vizyon, yeni bir gelecek

Hala fırsatımız var dediğim şey yaşadığımız farkındalık. Eğer biraz kafası çalışan bireylersek; bir savaş/darbe/iç savaş durumunda; inançlarımızın, ne yiyip ne içtiğimizin falan hiçbir önemi kalmayacağını anlamış olmalıyız.

Her seçimin sonuçları varsa ve o sonuçlar da günün sonunda neyle ilgilendiğimizi ve ilgilendiğimiz şeyler konusunda nasıl hissettiğimizi direkt olarak etkiliyorsa; belki de artık seçimlerimizi daha dikkatli yapmak isteyebiliriz: Mesela, bizim gibi düşünmeyen ve düşündüğümüz şekilde düşündüğümüz için bize kızgın biriyle konuşurken hangi ses tonunu, hangi kelimeleri seçeceğiz?

Ya da kişisel gelişimle ilgilenen insanların pek sevdiği bir jargonla sorayım: İnsanlarla etkileşiminizde egonuzdan mı yoksa ruhunuzdan/kalbinizden mi gelen seçimleri yapacaksınız?

Eminim kimse egosundan gelen seçimleri istemiyordur hayatında; ama kendi kendimizi kandırmayı bırakmayı seçebilirsek eğer; hiç istemediğimiz o egodan gelen seçimleri gün içerisinde defalarca yaptığımızı görebiliriz: Trafikte, maç izlerken, siyaset tartışırken, yeni işe başlamış o pısırık müdür yardımcısını çekiştirirken ya da yanımızdan geçenin kılığını kıyafetini yargılarken…

Uyanma zamanı

İçinde yaşadığımız çağ bir lütuf da olabilir, bir kâbus da. Nereden bakıp ne anlam verdiğimize göre değişir. Bu kadar acımasız, bu kadar savaşlarla dolu ve tüm bu vahşete bir tıkla ulaşabildiğimiz başka bir zaman yok dünya üzerinde. Aynı şekilde bu kadar açık bilinçli, bu kadar ruhani ve bu kadar birlik bilincinin genişlediği bir zaman da yok.

Yüreğinizin ta derinliklerinden gelen tavsiyelere kulak verin.

Dolayısıyla şimdi uyanma ve seçim yapma zamanı. Egona kaptırıp senin gibi olmayan her şeyle didişmeyi mi seçeceksin, yoksa bir yolunu bulup hepimizin içindeki o ortak değeri, o cevheri çıkartıp işleyecek, yüreğinin ta derinliklerinden gelen tavsiyeleri duyup onları seçecek cesareti mi sergileyeceksin?

BENim dediğim doğru, BEN bilirim, BEN yaparım, kahrolsun BENim gibi düşünmeyenler tadında küçülerek yok olmayı da seçebilirsin. Ama bil ki Kıymetli’m, “Yaratılanı Yaradan’dan dolayı sevme”yi seçmek meşakkatli olduğu kadar büyütücü, kapsayıcı ve huzur vericidir de.

Ne yapacaksak birlikte yapacağız ve bu yüzden de birbirimizin ihtiyaçlarını gidermek, birbirimize destek vermek zorundayız; her alanda ve her konuda. Karşımızdakilerin ihtiyaçlarını anlamaya ve elimizden geliyorsa gidermeye çalışmak varlık sebebimiz! Ve en önemlisi bunu yaparken de “Ama o da yapsın önce!” falan demediğimizden emin olmakta fayda var. Yani karşılık bekleyerek destek olunmaz. Olunsa o destek olmaz, öyle değil mi?

Bu da şimdiye kadar öğrendiklerimizi kabullenerek değil ama biraz daha düşünerek bakmamızı ve bazı alışkanlıklarımızı değiştirmemizi kaçınılmaz kılıyor. Hayatta olan bitene verdiğiniz anlamı değiştirmeye başladığınızda nasıl hissettiğinizi; nasıl hissettiğinizi değiştirdiğinizde karakterinizi ve karakterinizi değiştirdiğinizdeyse hayatınızı değiştirmeye başlarsınız.

Bu ülkenin daha iyi bir yer olmasını istiyorsak önce hepimiz tek tek daha iyi insanlar olmayı SEÇMELİYİZ. Hem, gerçekten siz de sıkılmadınız mı her Allah’ın günü hiçbir etkimizin olmadığı konuları konuş(turul)maktan? Siz de müzikle, doğayla, resimle, yeni buluşlarla, kişisel anlamda nasıl gelişeceğinizle, biraz oyun oynamakla ve çokça mutlu olmakla ilgilenmek istemiyor musunuz artık?

Seçimlerinizi bilgece yaptığınız ve karşınızdaki nasıl davranırsa davransın önce insan olduğunu kendinize hatırlattığınız harika bir hafta olsun! Bana ulaşmak isterseniz, yazabilirsiniz: tolga@powercoaching.us

V. Tolga Hancı: Doğma büyüme İstanbul'lu Tolga, 20 yıllık reklamcılık kariyerini danışmanlığa, ve oradan da koçluk ve eğitmenliğe dönüştürmüş bir yüksek performans stratejisti. Çalıştığı kişi ve kurumların; hayatın her alanında sınırsız potansiyellerinin % 100'ünü kullanarak, daima yüksek performansta kalabilmeleri için stratejiler üretiyor. Power Coaching'in ve Anthony Robbins Türkiye oluşumlarının kurucu ortağı. Birlikte çalışacağı kişi ve kurumların hedef ve hayallerini merak ediyor ve şöyle söylüyor: "İstiyorsan yaparsın! Asıl soru şu: Harekete geçmek için ne kadar isteklisin?"

Kıyafetlerinize özen gösteren teknoloji: Siemens iQ500 ile tanışın

Evde zamanımızın büyük bir kısmı, farkında olmasak da rutin işlere gidiyor. Pek çoğumuz için bu rutinde en çok vakit alan işlerden biri de şüphesiz ki çamaşır yıkamak ve kurutmak. Çamaşırlar için uygun programı seçmek, deterjanı ayarlamak, ıslak çamaşırların kurumasını beklemek ve ütü… Tüm bunlar bazen günün temposu içinde küçük ama rutinde bir yük haline dönüşebiliyor. Hayatı kolaylaştıracak birçok yenilik ise Siemens’ten geliyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makineleri ile rutininiz artık hiç olmadığı kadar kolay ve pratik. Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makinesinde çamaşırlarınızı sizden önce düşünen, her adımı sizin yerinize planlayan bir teknoloji var. Size ise bu teknolojinin keyfini çıkarmak kalıyor. 



intelligentDry: “Ben ne yapacağımı bilirim” diyen çamaşır ve kurutma ikilisi 

Pamuk tişörtler, hassas bluzlar, okuldan gelen kalın eşofmanlar… Normalde hepsi için ayrı ayrı düşünüp doğru programı aramanız gerekir. Ama artık değil. Gün içinde onlarca şeyle uğraşırken bir de çamaşırın “fazla mı kurudu, az mı kurudu, ya buruşursa?” stresi yaşamıyorsunuz. Çünkü makineler zaten kendi arasında konuşup sizin yerinize karar veriyor.  

Çamaşır ve kurutma makineniz sadece yan yana duran iki cihaz değil; birbirini anlayan, sizin yerinize düşünen bir ikili. Siemens iQ500’ün intelligentDry teknolojisi sayesinde “Acaba doğru programı seçtim mi?” stresi tamamen bitiyor. Yıkama bittiği anda çamaşır makineniz tüm detayları (kumaş türü, yük miktarı, ıslaklık seviyesi, hatta ısı toleransını) tek tek kurutma makinesine iletiyor. Kurutma makinesi de tüm bu bilgileri alıp kıyafetlerin için en doğru programı otomatik olarak seçiyor ve başlatıyor. 



Evinizde görünmez bir iş ortağı varmış gibi… Sessiz, hızlı ve tamamen sizin konforunuz için çalışan. Tek yapmanız gereken çamaşırları makineye atmak; gerisini teknolojinin kendisine bırakmak ve keyfini çıkarmak. 

Mini Yük Özelliği: “Şunu bir hızlı aradan çıkarayım” dediğiniz anlar için 

Spor sonrası sepette sırasını bekleyen bir tişört, “yarın tekrar giyeceğim” diye bir kenara ayırdığınız gömlek ya da akşam dışarı çıkmadan önce anında yıkanması gereken bir bluz. Makineyi tam dolduracak kadar birikmesini beklemek istemezsiniz; ama tek parça kıyafet için makinenizi çalıştırmak istemezsiniz. Siemens iQ500 çamaşır makinesinin mini yük özelliği tam da bu anlar için tasarlandı. Yarım kiloya kadar olan birkaç parça çamaşırı, kısa sürede ve düşük enerji tüketimiyle yıkayabilirsiniz. 



Günlük hayatın koşturmacasında en güzeli de şu: Siemens Home Connect uygulaması üzerinden bir dokunuşla mini yük programını açıyor, çamaşırlarınızı dakikalar içinde temiz ve mis gibi alıyorsunuz. Pratik, hızlı ve o küçük yükleri büyük bir mesele olmaktan çıkaracak kadar akıllı. Siz temponuza devam edin; o, çamaşırlarınız için detayları halletsin.  

20’den fazla yıkama ve 15’den fazla kurutma programı ile gardırobunuzdaki her kıyafete ayrı bir seçenek 

Her kumaş, her kullanım, her kıyafetin ayrı bir dili vardır. Siemens çamaşır ve kurutma makinesi işte bu yüzden onlarca akıllı programla kıyafetlerinizin ömrünü uzatıyor. Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma Makineniz, tüm ihtiyaçları bilir ve sizin için en uygun seçeneği sunar. Siemens Home Connect uygulaması sayesinde tüm programlara tek dokunuşla erişebilir, hatta yeni çıkan programları indirerek makinenizi kişiselleştirebilirsiniz. Böylece makineniz yıllar geçse bile zamana ayak uydurmaya devam eder.  

Program Asistanı: “Sen söyle, ben ayarlarım” diyen yardımcı 

“Hangi program daha doğru? Çamaşır az mı çok mu? Bir kere giydim ama uzun programa atsam mı?” diye düşünmenize gerek kalmadan Program Asistanı tüm bunları size en doğru programında çalıştırır. Kumaş türünü, çamaşırın ağırlığını, kirlilik seviyesini analiz eder ve size en uygun yıkama-kurutma programını önerir. Bu sayede yalnızca doğru programı bulmakla kalmaz; suyu, enerjiyi ve zamanı en verimli şekilde kullanır. Siz de makinelerin işini yapmasına izin verip, geri kalan zamanınızı kendinize ya da sevdiklerinize ayırabilirsiniz. 

SmartFinish: Ütüye ayırdığınız süre artık size kaldı 

Kim ister çamaşırların başında ütüyle saatlerini harcamayı? SmartFinish teknolojisi buharın gücünü kullanarak kırışıklıkları daha makineden çıkmadan %50’ye kadar azaltıyor. Sonuç? Daha az ütü, daha çok kendinize ayırdığınız zaman. Teknolojinin keyfini çıkarmak için Siemens Home Connect uygulamasıyla SmartFinish’i açmanız yeterli. Ütü masası açmadan, güç harcamadan, zaman kaybetmeden kıyafetleriniz giyime hazır hale gelir. Bir toplantı öncesi, spontane bir plan öncesi ya da sadece rahatlık istediğiniz bir anda SmartFinish teknolojisi sizin için çalışır.  

Program İndirme: Makineniz hep güncel, hep “yenilikte” 

Siemens iQ500 Çamaşır ve Kurutma makinesi, güncel yeni programları kolayca indirip tek dokunuşla kullanabilirsiniz. İhtiyaç değiştikçe çamaşır makineniz de sizinle birlikte kendini güncelliyor. Siemens’in en sevilen yanlarından biri, cihazların statik kalmaması. Yani bugün aldığınız çamaşır makinesi birkaç yıl sonra bile yeni özellikler kazanabiliyor. 



Siemens Home Connect üzerinden cihaza özel yeni yıkama ve kurutma programları indirebiliyorsunuz. Mevsimsel ihtiyaçlar, moda olan yeni kumaş türleri, spor kıyafetlerin gelişmesi… Ne değişirse değişsin, makineniz hep güncel kalıyor. 

Tıpkı telefonunuza uygulama güncellemesi indirir gibi çamaşır ve kurutma makineniz de güncellemelerle değişen yaşam tarzınıza ayak uyduruyor. 

Akıllı deterjan yönetimi: i-Dos ile her yıkamada doğru ölçü 

Makineyi tamamen doldurunca veya tek parça kıyafeti makineye attığınızda ne kadar deterjan koyacağınızı bilemiyor olabilirsiniz. İşte tam bu noktada i-Dos Deterjan Tarama teknolojisi devreye giriyor. Siemens Home Connect üzerinden şişelerin barkodunu okutup su sertliği ve deterjan yoğunluğunu makineye iletiyor, i-Dos ise her yıkamada doğru miktarı otomatik olarak ayarlıyor. Üstelik Siemens Home Connect uygulaması, deterjan seviyesini takip ederek deterjanınız tükenmeden önce size haber veriyor. Tek yapmanız gereken uygulamayı telefonunuza yüklemek ve çamaşır makinenizi uygulamaya bağlamak. 

stainRemoval teknolojisi: Zorlu lekelerle inatlaşmayı unutun 

Çay, yağ, makyaj, çikolata lekeleri… Gün içinde fark etmeden üzerinize bulaşan lekeler artık kâbus olmaktan çıkıyor. Siemens iQ500 çamaşır makinesi ile stainRemoval teknolojisi devreye giriyor. Tek bir dokunuşla çay, yağ, kozmetik veya günlük hayatta karşılaştığınız diğer zor lekeler için özel programları aktif edebilirsiniz. 

Siemens Home Connect uygulaması sayesinde daha fazla leke türünü ve bunlar için geliştirilmiş özel programları keşfetmek de mümkün. Yani sadece “lekeyi çıkar” demekle kalmıyor, sizin için en doğru yıkama programını da otomatik olarak öneriyor. Böylece hem lekelerle uğraşmak zorunda kalmıyor hem de giysilerinizin ömrünü koruyorsunuz. 

Artık çocuğunuza yemek yedirirken dökülen yemek lekeleri, kahve kazaları ya da mutfakta sıçrayan yağ lekeleri sizi endişelendirmiyor. stainRemoval, günlük hayatın getirdiği küçük sürprizlere karşı en güvenilir yardımcınız oluyor. 

Siemens iQ500 çamaşır ve kurutma makineleri, artık sadece kıyafetlerinizi temizleyen makineler değil; size zaman, konfor ve güven veren akıllı iş ortaklarınızdır. Ütüye harcadığınız vakti kendinize ayırın, lekelerle uğraşmayı unutun ve teknolojinin yaşam alanınıza uyumunun keyfini yaşayın.

*Bu yazı Siemens’in katkılarıyla hazırlanmıştır. 





İlgili Makale