Olamadığım her şey; bugün sizi cesaretle kabul ediyorum, ben sadece “benim”!

Bu aslında çok uzun bir hikayenin çok eskilere dayanan bir itirafın başlığı. Hani hep duyarız; “hayatta yaptığımız her tercih bir vazgeçiştir” diye.

Bir yerde olmayı tercih ederiz mesela değil mi? İlk zamanlarımızdan başlayalım, küçücük bir çocuğuzdur örneğin, sabah çizgi film izlediğimiz için akşam ödev yapmamız gerekir, yaz tatilindeyizdir dışarıda arkadaşlarımızla oynayabiliyorken, okul zamanında bu özgürlüğümüz olmaz… Sonra bizler olgunlaştıkça bu gibi “tatlı” sınırlamalar çok daha ciddi boyutlara ulaşır. Annemizin beklentileri vardır mesela, doktor olmamızı ister bizden, olamadığımızda ise annemize ve babamıza “layık” olamayız değil mi? Yine bu “layık olma” kavramı “bir şey başaramama” durumumuza bağlanmıştır.

Bu hayatta “olamadıklarımızı” cesaretle kucaklayalım

Bugün ben sizlerle birlikte bu “olamadıklarımıza” bir bakalım istiyorum. Cesaretle kendimizi ifade ederek, kaçmayarak, ‘ben bu hayatta neler olamadım’ diyelim. Anlıyorum, kolay değil bunu öylece soruvermek ve cevabı da öylece beklemek. Ben kendimce samimiyetle yanıtlamaya çalışayım önce, sizler sormuş olun bu sefer, ‘Pınar sen neler olamadın bu hayatta’ diye ben de size başlıkta yazdığım gibi sıralayayım “cesaretle”…

Ben “anne” olamadım, evet çok istedim, çocuklar ile ilişkim hep çok güzel oldu, anneliği gerçekleştirmeyi çok istedim. Gerçekten çocuklarım olmasını, onlara uyumadan önce kitap okuyabilmeyi, onlarla dünyayı yeniden öğrenebilmeyi, onlarla ağlayıp onlarla gülmeyi… Tabi ki bu konuda beklentileri de yerine getiremedim. Annemin “kendisine torun verecek kızı” olamadım mesela. Bu yaşımda başarısız bir evlilik yapıp aradan yıllar geçmesine rağmen halen ısrarla yalnız olmayı seçmekle “evli bir kadın” olamadım örneğin.

Beklentiler tabi ki bu kadar ile bitmiyor. ‘Bu yaşta daha hala neyi bekliyorsun’ sorusunu sıkça alıyorum, ben “beklemeyen”, öyle hayatında biri olsun diye “elini tutuveren”, ne olacak diye düşünerek “bana yaklaşılmasına izin verebilen” biri olamadım. Sıkça aldığım diğer bir yorum olarak; “bu yaştan sonra olmaz öyle aşkları kim kaybetmiş biz bulacağız” sözlerini kabul edip, hadi bakalım aşksız bir ilişkiye başlayalım diyebilen bir Pınar olamadım”…

Ben “evli olmak için evli” olamadım. Evet çok istedim tekrar bir yuva kurmayı ama içimdeki tüm sevgiye rağmen, birlikte olduğum adama hissettiğim tüm bağlılığa rağmen, içimden yükselen sesleri durduramadım… Oysa ne kolaydı şimdiye kadar çoktan “X kişinin karısı olmak” etiketini almıştım değil mi? Ben işte kendine “yalan söyleyen” olamadım. Herkes ‘deli misin ne yapıyorsun’ dese de, bir kez kendimle yüzleşmek üzere geçirdiğim kocaman senelerin değerini öğrendikten sonra “kalbime dürüst” olmayan bir etiketi “kabul eden” olamadım… Ben beklentileri yine karşılayamadım, yine o toplumumuzun “mürüvvet” beklediği veya “tek başına” durabilen bir kadın gördüklerinde “olsun” diyebilen zihniyetlerin beğenecekleri biri “olamadım”…

Ben “alışılagelmiş” olamadım. Yaşadığım boşanma tecrübesi ertesinde son beş yılda hiçbir şeyi “beklenildiği” gibi yapamadım. Beklenmeyen uzak diyarlara gittim “bir başıma”, ve yine sevgili toplumumuzun beklediği o “kız başına” yapılamayacak birçok şeyi yine Pınar olarak yaptım. Yani bir erkeğe “ihtiyaç duyan” olamadım. Korunması kollanması gereken, kendi hayatının iplerini başkasının kararlarına bırakan olamadım. Hayatındaki bolluk ve bereketin muhteşemliğini yaşayamayan, o daha dünyayı merak etmeden muhteşem tecrübelere maceralara delice atılmadan “biz yaşayacağımız her şeyi yaşadık” deme cesaretini gösterenlerden (veya yalanını sesli söyleyenlerden) olamadım. Ben anne ve babamın ‘ben şimdi bu kızın hangi bölümü bitirdiğini nasıl söyleyeceğim’ diye düşünmeden ‘benim kızım doktor oldu’ diye övünecekleri bir evlat olamadım, evet ben beklentileri karşılayamadım…

“Olamadıklarınız” yüzünden kendinizi suçlamayın

Bugün geldiğim otuzlu yaşlarımda daha da net görebiliyorum, hayatta o kadar çok olamadıklarımız var ki, ‘kim tanımlamış’ diyeceksiniz “olunması gerekenleri”, ben bu yazımı hazırlarken çok düşündüm. Cevap yine bizim öğretilerimizde ve inançlarımızda bize “dayatılmış” olan “olmak hallerinden” geçiyor.

İşte biz bu yaşımıza geliyoruz ve halen “olamadığımız” tüm haller için suçluluk duymaya, kendimizi cezalandırmaya ve yeterince iyi olmamaya mahkum ediyoruz. Bu kriterler o derece içimize işliyor ki “bir şey olmak” hali hayatımızda iyiyi ve kötüyü tanımlıyor. Örneğin; iyi bir eş olmak değil mi, sadece olduğumuz gibi olmak “eş” olmaya yetmiyor oysa ki, kriterler yine burada da karşımıza çıkıyor.

Bizler içimizde bu “olamadıklarımızın” suçluluğunu taşıdıkça, aslında sadece olduklarımızı, örneğin ben de “Pınar” olarak yaptığımız, başarılı olduğumuz, kendimizle bugüne getirdiğimiz sevgi ile içimizde taşıdıklarımızı da değersiz görüyoruz; çünkü hep cezalı oluyoruz, “olamadıklarımızın” varlığı hep ezip geçiyor değerli olanları. Sonsuz bir değersizlik başarısızlık cezalılık ve hak etmeme hissiyle doluyoruz…

Sevgili Don Miguel Ruiz Bilginin Sesi isimli muhteşem eserinde bakın olmamak halini nasıl tanımlıyor;

“…Kendi yalanlarımızla, inandığımız şeyle yüzleşmek büyük cesaret ister. Bilgimizin kapısı, kendimizi güvende hissetmemizi sağlar. Bildiğimiz şey gerçek olmasa bile, biz bilmeye ihtiyaç duyarız. Ve eğer kendi hakkımızda inandığımız şey artık doğru değilse, kendimizi günde hissetmeyiz, çünkü başka türlü nasıl olacağımızı bilmeyiz. Olduğumuza inandığımız şey olmadığımızı keşfettiğimizde, tüm realitemizin temeli çökmeye başlar. Tüm hikaye anlamını yitirir.

Ben Tanrı’nın yaratımıyım. Olmadığım şey olmak zorunda değilim.

…Kendiniz hakkındaki inancınızı dönüştürmenin yolu, öğrenmiş olduğunuz şeyi unutmaktır. Unuttuğunuzda, inancınız size geri döner, kişisel gücünüz artar ve inancınız ile yeni inançlar yaratabilirsiniz.”

Bugün sevgiyle içinize dönün, kendinize sorun, şu anda kendinizi “ne olamadığınız” için cezalandırmakta, hor görmekte, küçük düşürmekte, layık bulmamakta veya sevememektesiniz? Bunlar ne kadar doğru, başkalarının “olunması gereken” kriterleri, bugün bu “olamadıklarınız” sizin kendiniz kadar mükemmel bir yaratım olmayı, Tanrı’dan bir parça olmanızın muhteşemliğini ve sadece olmak halinizdeki olağanüstülüğü gölgeleyebilir mi?

Bugün olamadığım her şeyi cesaretle kabul ediyorum; bu “olamamak” inancını bugüne kadar kalbime ve zihnime öğretmiş olan sevgili hayat, “beklentisini karşılayamadığım” çok sevgili annem, babam, dostlarım, arkadaşlarım, bilenlerim, bilmeyenlerim, duyanlar, duymayanlar; ben bugünden sonra sadece benim…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam