İyileşme öyküleri: Sınıfın en uzun kızı

Pazar akşamüstü, temizlik yapmaya giriştiğimi çoktan unutmuş bir halde, çocukluk fotoğraflarıma bakarken buluyorum kendimi. Çalışma odamda, bağdaş kurmuş, yerde oturuyorum. Fotoğraflar önümde serili. Pencerede beliren güneş Matisse’in limonlarının renginde. Ve ben yeniden o küçük kız gibi hissediyorum birdenbire.

Bir fotoğraf tutuyorum ellerimin arasında. Okul bahçesi, yaz başı, ilkokul müsameresi. Yıl 1992, belki. Pembe tütüler içinde bir grup küçük kız. Tavşan kulakları takmışlar kulaklarına. Bale yapıyorlar bahçede, onları gururla ve azıcık da bıkkınlıkla izleyen velilerin önünde, parlak güneşin altında, mutlulukla.

Ben de oradayım ama gülümsemiyorum. Gülümsemeyen bir tek ben varım. Çünkü her zamanki gibi en arkadayım. Boyum uzun olduğu için en arkaya atılmışım. Boyum uzun olduğu için hep en arkaya atılırdım. Nefret ederdim bundan, çok utanırdım. Ben kendimi bildim bileli sınıfın en uzun kızıydım.

Fotoğrafa baktıkça buruk bir gülümseme beliriyor yüzümde. O küçük kıza şefkatle bakıyorum ve onun yaralarını sarmak için her şeyi yapabileceğimi hissediyorum. Ama zamanı geriye alamam. Onun ellerini tutamam, her şeyin yoluna gireceğini söyleyemem ona. Artık çok geç bunun için. Yapabileceğim bir şey var yine de. Hemen şimdi, kendi hikâyemi sahiplenmeyi öğretebilirim kendime.

Gözlerimi kapıyorum ve gün ışığı yüzümü ısıtırken, her şeyi hatırlıyorum. Evet, çocukken sınıfın en uzun kızı olmaktan dolayı çok utanırdım ben. Üstelik, oğlanların çoğundan da uzundum. Hatta belki de hepsinden. Şey, sanırım hepsinden…

Dünyanın sonu demekti bu. Aşık olduğum oğlanlar hep omzuma gelirlerdi ve asla konuşmazlardı benimle. Benden nefret ettiklerini bilirdim, çünkü diğer kızların saçlarını çekerlerken, benimkini hiç çekmezlerdi. Ya da belki de uzun boylu olduğum için korkuyorlardı benden.

Sınıfta da istemeye istemeye en arkada otururdum. Önde oturmak, dersi en önden dinlemek isterdim ama o lüks başka kızlara aitti. Minyon kızlara. Ufak tefek kızlara. Orta boylu kızlara. Ama asla uzun boylu kızlara değil. Aslında düşündüğümde, belki de bütün dünya bu kızlara aitti. Ben olsa olsa bir figürandım onların arasında.

İşte, böyle öğrendim kambur durmayı. Boyumu küçültmek için iki büklüm oturmayı, iki büklüm yürümeyi. Böyle öğrendim kendimi küçültmeyi. Ve uzun boylu olmanın güzel bir şey olabileceği, benden daha uzun boylu bir kızla tanıştığım o sihirli ve tuhaf güne kadar aklımdan bile geçmedi.

Bir gün sınıfa yeni bir öğrenci geldi. Bu kız benden en az bir karış daha uzundu ama gariptir ki, bunu hiç dert etmiyor gibiydi. Hatta uzun boylu olmakla gurur duyuyor gibi bir hali vardı. Çenesi daima yukarıda, saçları da inadına kabarıktı. Ayağa kalktığında herkese tepeden bakarken pek havalıydı kısacası.

Artık sınıfın en uzun kızı değildim. Artık sınıfın en uzun kızı oydu. Ve buna bayılıyordu!

Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuştum onun bu tavırlarını gördüğümde. Ve beni daha da şok eden şey, diğer çocukların ona duydukları hayranlıktı. Daha ilk günden onun etrafında çember olmuşlardı. Onu çok seviyorlardı.

Ona gelince… O, benim aksime, asla kendini gizlemiyordu diğer çocukların yanında. Uzun boylu olmayı sahipleniyor, başka biri olmaya çalışmıyordu. Bense ilk kez böyle bir şeye tanık oluyordum hayatımda. Kimse başkalarının yanında kendim olabileceğimi söylememişti daha önce bana.

Uzaktan onu izlerdim bazen. Derin bir pişmanlık duyardım onca zaman kendimden utandığım için. Uzun boylu olmanın aslında fena bir şey olmadığını fark ederdim sonra. Ve kendi hikâyeme sahip çıkarsam, kendimi olduğum gibi kabul edersem, başkalarının da eninde sonunda buna saygı göstereceklerini.

Gözlerimi açıyorum yavaşça. Fotoğrafa bakıyorum yeniden; o üzgün, tavşan kulaklı, tütülü kıza. Ona kendisi olmaktan asla utanmamasını söylerdim elimde olsa. Kendini asla başkalarından gizlememesini. Farklı olmanın kötü bir şey olmadığını. Kendine verebileceği en güzel hediyenin kendi hikâyesine sahip çıkmak olduğunu…

Fotoğrafı yavaşça albüme geri yerleştiriyorum. Sonra albümün kapağını kapatıyorum ve onu dolaba koyuyorum. Bugünlük bu kadar zaman yolculuğu yeter. Geçmişe ışınlanmak istemiyorum artık. Bakmayacağım bu fotoğraflara uzun bir süre. Hem temizlik de yapmam gerek hava kararmadan, işe koyulmalıyım o yüzden bir an önce.

Ve şimdi, uzun boylu olmaktan bambaşka sorunlarla uğraştığım bu günlerde, bu sorunların kökeninde yine o aynı kendini gizleme halinin yattığını fark ederek, aynı şeyi kendime söylüyorum usulca: “Kendin olmaktan asla utanma!”

İlginizi çekebilir: İyileşme öyküleri: Sonunda buldum seni

Zeynep Alpaslan Yazar
Zeynep Alpaslan 1983’te İstanbul’da doğdu. Hem çocuklar hem yetişkinler için öykü, roman, şiir ve karikatür alanında eserler verdi. Tokyo (2018) isimli ilk çocuk romanı ... Devam