X

İlişkilerde uçurumlar açan gizli kırgınlıklar: Sevdiğimize “içerlemek” üzerine

Kırılmak, dökülmek, gücenmek, “bana bunu nasıl da yapabildi” demek, “nasıl böyle bir şey ile karşıma çıkabildi” demek, üzülmek, hüzünlenmek, “her şey boşuna mıydı” diye sorgulamak… Ve tabi ki günler geceler boyu “ben bunu hak etmedim” hançerinin kalbimizin ortasına saplanması. İşte “içerlemek” söz konusu olduğunda tüm bunları kapsayan, belki biraz hesap soran, belki de biraz yakınılan, ah dedirten bir psikolojide buluveririz kendimizi…

Neden içerleriz peki? Özellikle de bir ilişkide, o çok sevdiğimiz insan neden bizi bu kadar kolaylıkla kırıverir, neden bu kadar hızlı bir duvara çarparız, neden yaralanıveririz, neden iyileşmesi bu derece güçtür ve en önemlisi neden “başka biri” kaynaklı bir durum bizi bu kadar kendimizden ediverir?

İçerlemek, tüm ilişkilerin aslında çok önemli bir noktasını oluşturur. Hangi açıdan diye soracak olursak; iki kişinin “bir” olduğu anlamı, birden ikiye bölüvermesi diye açıklayabilirim. Ben bu yazımda sizlerle birlikte biraz da kendimize bakalım istiyorum, bugüne kadar ilişkilerimizde neye ve nasıl içerledik? Biz böyle “alındıktan” sonra karşımızdakine nasıl davrandık, iyi mi ettik yoksa her şey daha da ciddi şekilde kötüye mi gitti? Bizler içerledikçe, karşımızdakinden sevdiklerimizden, o can-ımız olmuşlardan aşklardan uzaklaştık, kendimizden fersah fersah uzaklaştırıp “öteki” kişi deyip de kendimizi koruma kalkanımızın ardına mı gizledik? Veya tam tersi, iyice dışarıya çıkıp siperlerimizde süngülerimiz-toplarımızla “savaşa” mı girdik, “sen bana nasıl böyle davranırsın” sorusu ile başlayan bir tartışma sonucu ne kazanan ne kaybeden mi olduk, bitmeyen savaşlara mı tutuştuk?

İçerlemek tek kişilik bir kavramdır aslında, “uçurumların ardına düşmek” de buradan gelir.

İçerlemek işte bu derece ciddi bir önem taşır ilişkilerimizde. Neye içerleriz, öncelikle bunu sorgulayalım. Ben hemen kendimden örneklerle açıklamak isterim; gerçekten değerli olduğum hissettirilmediğinde içerliyordum. Öncelikle karşımdaki kişi bana zaman ayırmadığında, benimle konuşmaya bile vakti olmadığında bu bana kendimi kötü hissettiriyor ve gün boyu tüm işlerine zaman ayırabiliyorken neden bana “bu kadar az” zaman ayırabiliyor diye düşünüyordum. Daha da ilerisi var, “Bana bu kadar az önem verdiği hiç aklına gelmiyor mu? Yani benimle olmasına olasılık tanıyan tüm boşluklarda neden arkadaşlarıyla futbol maçları yapmayı tercih ediyor?” Bu çok ama çok basit bir örnek… Hepimiz erkek veya kadın, birçok farklı kişiye ve şeye içerleyebiliyoruz. Örneğin kimimiz hediye almamaya, kimimiz çiçek almamaya, kimimiz bir erkek olarak bir kadından yeterince ilgi görememeye, belki gömleklerimizin haftalardır ütülenmemiş olmasına, belki eşimizin çocuğumuzla ilgilenmeye ayırdığı zamandan bir yarım saati çalamamaya veya kimilerimiz erkek arkadaşımızın çok istediğimiz filmi bizimle görmeye gelmesi yerine bir seyahati tercih etmiş olmasına… O kadar çok örnek verebiliriz ki…

Şimdi birlikte bir noktaya bakalım istiyorum; “içerlemek” tek kişilik bir kavramdır aslında, işte “uçurumların” ardına düşmek de buradan gelir. Bizler içerleriz, kendimizce aklımızda bir dünya yaratırız, alındıkça alınmanın daha da derinlerine düşeriz ve düşeriz. Fakat ne yazık ki aslında karşımızdaki kişinin ne durumdan haberi vardır, ne de bu duruma yol açan kişi olduğundan. Biz o anlamadıkça daha da içerleriz, daha da kırılırız ve ne kadar gariptir ki o kişiyi bir o kadar daha çok suçlarız; “nasıl benim bu derece içerlemiş olduğumu görmezden gelir” diye…

İçerlemekten başka bir yol mümkün mü?

Peki, başka bir yol mümkün müdür, yani aramıza bunca uçurumlar koymadan, bunca ayrılık yaratmadan, bu kadar kırılmadan ve içerlemenin derin ormanlarına dalmadan bunu atlatabilmemiz mümkün müdür? Aslında cevabımız evet, bu da tabi ki paylaşmaktan ve uçurumlar yaratmak yerine köprüler kurmaktan geçiyor. Peki köprüler kurmak nedir? İşte tam da bu noktada içerlemek konusunda derin bir “farkındalık” gereklidir. Bizler ilk kez kırılmaya başladığımız, alındığımız ve daha da içerlediğimiz durumları fark etmekle, aslında tam olarak neye kırıldığımızı da daha iyi anlarız. Örneğin sevgilimiz biraz tek başına zaman geçirmek istediğini paylaştı ve biz bu duruma kırıldık, hemen içerledik. Bu akışta bizi üzen nedir; aslında “başka” bir zaman geçirmeye tercih edilmek, yani dolaylı olarak birlikte zaman geçirilmeyi hak eden, birlikte zaman geçirilmeye tercih edilmemiş olan olmak durumumuzdur. Peki bu gerçekten doğru mudur? Yani bir kişinin kendisiyle kalmak istemesi bizim zaman geçirilmeye değer olmadığımızı veya o kişinin bizi gerçekten sevmediği, değersiz bulduğu veya incitmek istediği anlamına gelir mi? Aynı ihtiyaca sahip olsaydık bu durum erkek arkadaşımızı veya eşimizi sevmediğimizi mi gösterecekti?

İşte bu farkındalık, o “içerlemek” diyarından bizi direk çekip alır ve sevdiklerimize daha sıkı sarılmamızı ve yepyeni gözlerle bakmamızı sağlar. Çünkü biliriz ki bunda içerleyecek bir şey yoktur ve bu onların mutlu olmasını sağlamaktadır; ki aslında bizler de daha çok mutlu olmalıyızdır.

Her içerlediğimizde uçurumlar kadar uzaklara sürüklenmek bir seçimken, birlikte kalarak köprüler kurmak da karşılıklı seçimlerimizin sonucudur.

Bakın sevgili John Gray, Erkekler Mars’tan Kadınlar Venüs’ten isimli muhteşem içeriği ile içerlemek kavramını nasıl yorumluyor;

“…İnsana acı veren ne söylediğimiz değil, nasıl söylediğimizdir. Çoğu zaman erkek kendisine meydan okunduğunu hissettiğinde, dikkatini haklı olmaya yoğunlaştırıp bir yandan sevecen de olmayı unutur. İlgili, saygılı ve güven verici bir tonda iletişim kurabilme becerisi otomatik olarak azalır. Ne kadar aldırmaz göründüğünün, eşini ne kadar incittiğinin farkında değildir. Böyle zamanlarda basit bir görüş ayrılığı bile kadına saldırı gibi görünebilir; bir talep buyruk halini alır. Kadın, onun sözlerini kabul etmesi gerektiği zamanlarda bile, doğal olarak bu sevgisiz yaklaşıma direnir.

Erkek umursamaz bir tavırla konuşup sonra da neden üzülmemesi gerektiğini anlatmaya kalkışarak bilmeden eşini incitir. Yanlışlıkla kadının onun bakış açısına direndiğini sanmaktadır. Gerçekteyse kadını üzen onun sevgisiz yaklaşımıdır. Erkek onun bu tepkisini anlamadığından, dikkatini nasıl söylediği yerine ne söylediğine yoğunlaştırır. Tartışmayı kendisinin başlattığı yolunda hiçbir fikri yoktur; kadının onunla tartıştığını düşünmektedir. Kadın kendini onun sivri ifadelerinden korumaya çalışırken, o da kendi bakış açısını savunmaktadır.

Erkek bir kadının incinmiş duygularına saygı göstermezse, onları hiçe saymış olur ve kadın daha da fazla incinir. Kendisi umursamaz sözlere ve ses tonuna karşı kadın kadar duyarlı olmadığından, erkeğin bu durumu anlaması kolay değildir. Sonuç olarak erkek eşini ne kadar incitip direnişe zorladığının farkında bile olmayabilir.”

Bu yüzden her içerlediğimizde uçurumlar kadar uzaklara sürüklenmek bir seçimken, birlikte kalarak köprüler kurmak da karşılıklı seçimlerimizin sonucudur. Erkek veya kadın olmamız incinmeyeceğimiz ya da sevdiklerimizin bize davranışlarından üzülmeyeceğimiz anlamına gelmez; fakat bunu paylaşmak, konuşarak ifade etmek ve gizli kızgınlık, kırgınlık ve hatta ayrılıklara dönüştürmemek yine bizlerin elindedir.

Sevdiklerinize “içerlemeden” bakmaya hazır mısınız?

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.

Yeni yıl hediyelerinin vazgeçilmezi Sosyopix ile anılarınızı ölümsüzleştirin

Sevdikleriniz için hediye seçmek bazen uzun uzun düşünmeyi gerektirir. Çünkü aslında aradığımız şey, sadece bir eşya değildir; bir duyguyu, bir anıyı, bir hatırlamayı karşı tarafa hissettirmektir. Tam da bu yüzden fotoğrafla kişiselleştirilmiş hediyeler, her zaman daha çok dokunur. Tek bir kare, bir gülüşün ardındaki hikayeyi yeniden canlandırır; yıllar önce çekilmiş bir fotoğraf bile açıldığında ilk günkü kadar sıcak hisseder. Sosyopix işte tam da bu noktada, o paha biçilmez anılarınızı estetik ve yaratıcı dokunuşlarla unutulmaz kılıyor.



Kişiselleştirilmiş takvimlerle zamanı anlamlandırmak

Yeni yıl, hayatımızda yeni sayfalar açmak demektir. Bu nedenle kişiselleştirilmiş takvimler, sadece günleri takip ettiğiniz bir araç olmaktan öteye geçer; umut ve güzellikle dolu bir yılın sembolü haline gelir. En güzel fotoğraflarınızla hazırlanan masa veya duvar takvimleri, sevdiklerinizin her gününe anlam katar. Her sayfa, sadece bir tarih değil, hatırlanan ve paylaşılan özel bir anı olarak kalır. Takvimi her çevirdiğinizde, geçmişin güzel anılarını hatırlamak ve geleceğe dair küçük bir mutluluk hissi yaşamak mümkündür. Bu küçük ama etkili detay, hediyenizi hem estetik hem de duygusal olarak unutulmaz kılar.



Anıların dokunulabilir hali: Fotoğraf baskıları



Bir zamanlar telefon ekranına sığdırdığınız, galeri arşivlerinizde kalan en mutlu kareleri bu yılbaşı yeniden keşfetmenin tam zamanı. Sosyopix fotoğraf baskıları, en özel anlarınızı sıcaklığını ve kalitesini koruyarak dilediğiniz formda hayat bulduruyor. İster yaz tatilinde o hiç bitmesin dediğiniz gün batımı karesini, ister kış tatilinde çekilmiş kar manzarasını seçin; retro tarzda ya da şık bir çerçeveyle hazırlatabilirsiniz.Çalışma masasında duran küçük bir fotoğraf, sizi kış tatilinin huzuruna veya yılın en güzel anılarına götürebilir. Bu yıl sevdiklerinize sadece bir hediye değil, birlikte paylaşılan özel anıları ve mutluluğu hediye edin.

Anıların estetik hali: Fotoğraf albümleri

Fotoğraf albümleri, her dönem popülerliğini koruyan ve hiçbir zaman değerini kaybetmeyen hediye seçeneklerinden biridir. Çünkü bir albüm, yalnızca fotoğrafları bir araya getirmez; aynı zamanda belirli bir dönemin, bir ilişkinin ya da bir yolculuğun hikayesini saklar. Sayfaları çevirdikçe hatırlanan detaylar, yeniden yaşanan duygular ve geçmişten gelen sıcaklık, bu hediyeyi zamansız bir klasik haline getirir.

Kişiye özel tasarlanan fotoğraf albümleri, hem estetik hem de duygusal yönüyle güçlü bir hediye seçeneği sunar. Kapak dokusundan sayfa düzenine, renk seçiminden yerleştirdiğiniz küçük notlara kadar tamamen size ait bir anlatım oluşturma fırsatı verir. Bu, sadece bir hediye değil; kendi elinizle hazırladığınız bir zaman kapsülüdür.



Anıları duvarlara taşıyan çerçeveler

Mutlu anıları saklamanın tek yolu albümlerde biriken fotoğraflar veya fotoğraf baskıları değildir; bazen evin en görünür köşesine yerleştirilen bir çerçeve de aynı etkiyi yaratır. Ölümsüzleştirilen anları çerçeveleyerek yaşam alanlarınıza sıcaklık ve derinlik katarken sevdiklerinizin her baktığında o ana yeniden dönmesini sağlar. Farklı boyut seçenekleri sayesinde ister küçük bir köşeyi canlandırabilir ister salonunuzun atmosferini değiştirebilirsiniz.  Duvarlara zarar vermeyen yapışkanlı çerçeveler ise kolay kullanımıyla, yalnızca bir dekor değil; her gün gülümseten bir anı sunar. 

Bi’kutu anı: Özel hediye kutularıyla yeni yıl coşkusu

Yeni yıl ruhunu tek bir kutuda toplamak istiyorsanız, özenle hazırlanmış hediye kutuları bunun için ideal bir çözüm sunar. İçerisinde not defterleri, yılbaşı ruhunu yansıtan kupalar, kokulu mumlar ve daha pek çok özel hediye, kutuyu açan kişinin yüzünde sıcak bir tebessüm bırakır. Böylece hediyeniz yalnızca bir kutu değil, birlikte paylaştığınız anıların sıcacık bir yansıması olur.

Siz de bu yıl, sıradanlığın dışına çıkarak sevdiklerinizin yüzünde unutulmaz bir gülümseme oluşturmak istiyorsanız, Sosyopix’in sunduğu bu kişiselleştirilmiş dünya tam size göre. Hatıralarınızı canlandırın ve onlara, her baktıklarında sizi hatırlatacak, zamana anlam katan dokunuşlar hediyeler sunmak isterseniz aradığınız her şey Sosyopix’te!





İlgili Makale