X

İçinizdeki yaralı çocuğu iyileştirin

Sevginin iyileştirici gücüne inanır mısınız? Komünizmin çöküşünden sonraki yıllarda, Romanya’daki yetimhanelerde araştırma yapan Batılı psikologlar, yetimhanelerde son derece sevgisiz bir ortamda yaşayan çocukların beyin gelişimlerinde ciddi bir bozukluk olduğunu ortaya çıkardılar. Bu çocukların bazıları onları seven, sevgi gösteren aileler tarafından evlat edinilince beynin plastisite (beynin bağlantılarını düzenleme ya da yeni bağlantılar kurma yetisi) özelliği sayesinde, çocukların beyinlerindeki hasar, aldıkları sevgi ve ilginin yardımıyla onarılmaya başlandı. Erken yaşta evlat edinilen çocukların, yetimhanede kalmaya devam eden çocukların aksine, sosyal-duygusal gelişim ve IQ seviyelerinde düzelme olduğu gözlendi. (Zeanah, C.H., Fox, N.A., & Nelson, C.A., 2012)

Romanya’daki yetimhanelerde büyüyen çocuklar farklı türlerdeki istismar ve ihmale maruz kalmışlardı. Çocukluk çağı travmaları kapsamında fiziksel istismar, cinsel istismar, duygusal istismar ve ihmal vardır. Zeytinoğlu’na (1999) göre 18 yaşın altındaki çocuklara karşı aktif olarak yapılan fiziksel, duygusal, zihinsel ve toplumsal gelişimlerini zedeleyici her tür davranışın istismar; onların beslenme, bakım, gözetim, eğitim gibi ihtiyaçlarının karşılanmaması ise ihmal olarak kabul edilmektedir.

Ben bu yazımda çocukken duygusal istismar ve ihmale uğramış yetişkinlere seslenmek istiyorum. Duygusal istismar en sık rastlanılan istismar türüdür. Örsel ve arkadaşlarının (2011) en az bir psikiyatrik tanıyı karşılayan 183 hastayla yaptığı çalışmada araştırmaya katılan katılımcıların %81.6’sı duygusal istismara maruz kaldığını belirtmiştir. Ancak cinsel ve fiziksel istismarın aksine duygusal istismarda gözle görülen fiziksel bulgular yoktur. Duygusal istismar olarak kabul edilen davranışlar altı gruba ayrılır: Reddetme, aşağılama, tek başına bırakma, suça yöneltme, kendi çıkarına kullanma, vaktinden önce yetişkin rolüne sokma (Shull, 1999). Çocuğu tek başına evde bırakmak, dışlamak, evden kovmak duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarına karşılık vermemek, çocuğun duygularını dinlememek, çocuğu sık sık eleştirmek, küçümsemek, alay etmek, isim takmak, aşağılamak, çocuğu terk etmekle ya da artık onu sevmemekle tehdit etme gibi davranışlar duygusal istismarın ve ihmalin örnekleridir.

Çocukluk yaralarımız biz büyüdüğümüzde kendini farklı şekillerde ortaya koyabilir. Birçok araştırma çocukluk döneminde maruz kalınan duygusal istismarın, yetişkinlik dönemindeki kaygı, düşük öz güven, kişilik bozukları ve depresyon gibi psikolojik sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırladığını bulmuştur (Spertus ve ark.2003). Bunların yanı sıra çocukken duygusal olarak yeterince beslenmemişsek, büyüdüğümüzde içimizdeki bu duygusal açlığı dindirmek için fazla kalorili besinlere yönelebiliriz. Obezitenin çocukluk travmalarına bağlı olarak geliştiği yönündeki düşünceleri destekleyen araştırmalardan biri İsveç’te gerçekleştirilmiştir. Karolinska Institutet tarafından gerçekleştirilen araştırmada 112.000 kişi incelenerek, travmatik çocukluk yaşayanların duygusal eksikliklerini yemek yiyerek karşılamaya çalışmalarından dolayı obezite problemi yaşadıkları sonucu ortaya çıkmıştır (E. Hemmingsson, K. Johansson, S. Reynisdottir., 2014).

Bir çocuğun en büyük duygusal ihtiyaçlarından biri onun varlığını onaylayan anne-babaya sahip olmaktır. Eğer biz çocukken varlığımız bütünüyle onaylanmadıysa, dahası varlığımız ailemizden duyduğumuz hakaretlerle, aşağılanmalarla hasar görmüşse büyüdüğümüz zaman etrafımızdaki insanlarla ve dünya ile başa çıkmak için çeşitli stratejiler güderiz. Ya içimizdeki yaralı çocuğu fark etmesinler diye kendimizi, özümüzü gizleyerek yaşamaya başlarız. Asıl ihtiyacımız olan sevgiyken, sanki sevgiye hiç ihtiyacı olmayan duygusuz bir insan rolüne bürünürüz örneğin. Ya da bu stratejinin tam tersini uygulayarak, çevresindeki insanlardan sürekli ilgi bekleyen, fazlasıyla muhtaçlık enerjisi yayan, her hareketiyle sevgi açlığı çektiği belli olan biri gibi davranırız. Ayrıca duygusal istismara maruz kalmış çocuklar, büyüdüklerinde tıpkı anne-babaları gibi kendilerini duygusal olarak istismar eden eşler bulabilirler.

Evet ideal bir dünyada bizi koşulsuz, şartsız seven bir aileye sahip olmamız gerekirdi. Ama bizim yaşadığımız dünya mükemmel değil. Sizi bilmiyorum ama ben çocukluğunda travma geçirmemiş bir insan tanımıyorum. Travma derken illa çok kötü, dramatik olaylardan bahsetmiyorum. Örneğin siz çocukken, neşeli bir şekilde şarkı söylediğiniz zamanlarda annenizin yanınıza gelip “Çok fazla gürültü yapıyorsun, biraz sessiz ol” demesi kadar “zararsız” bir olay bile sizi etkilemiş olabilir.  Herkesin travma nedenleri, dereceleri farklı farklıdır. Burada en önemli faktör tekrardır. İstismarı tanımlarken anahtar kelime olarak “tekrar etmesi, kasıtlı olması, çocuğun fiziksel, zihinsel, psikososyal gelişimini ve sağlığını olumsuz etkilemesi” gibi nitelikler dikkat çekmektedir (Aral 2001). Tabii ki çocukken anneniz ya da babanız size bir tek kötü laf etti diye derin ruhsal yaralara sahip olmayacaksınız. Ama eğer ebeveynleriniz size çocukluğunuz boyunca sistematik olarak kötü laflar söyledilerse bundan psikolojik olarak etkilenme olasılığınız yüksektir.

Buradaki amaç ailemizi suçlamak, onlardan nefret etmek değil elbette (Yine bu yazının sadece duygusal istismar ile ilgili olduğunu hatırlatmakta yarar var). Daha önceki yazılarımın birinde de söylediğim gibi anne-babamız da tıpkı bizler gibi hata yapma olasılığı olan fani insanlar. Ama tabii ki bu uyguladıkları duygusal istismarı haklı çıkarmıyor ya da duygusal istismarın etkilerini hafifletmiyor. Ancak çocukken annemiz ve babamızın bize yaptıklarını düşünüp, geçmişe takılıp kalmakla çok önemli bir şeyi kaçırıyoruz: Bugünümüzü. O halde çocukluk yaralarımızın farkına varıp onların iyileşmesini sağlamalıyız. İki şıkkımız var. Ya geçmişe takılı kalıp, bir türlü tam istediğimiz gibi yaşayamadığımız çocukluğumuz için sonsuz bir yas tutacağız, sürekli olarak kurban rolüne bürüneceğiz, etrafımızdaki insanlardan bize annelik, babalık yapmalarını bekleyeceğiz ya da bir yetişkin gibi davranarak çocukluk yaralarımıza sahip çıkıp, kurban rolünü reddedeceğiz ve kendi kendimizin anne-babası olacağız. Bizim yaralı çocukluğumuzun sorumlusu arkadaşlarımız ya da evliysek eşlerimiz değil. Ve onlar bizim anne-babamız değil. İçinizdeki yaralı çocuğun annesi babası olmak zorunda olan artık sizsiniz. Ailenizden yeterince almadığınızı düşündüğünüz sevgiyi ya da saygıyı, büyüdüğünüz zaman başka insanlardan beklemeniz sizi hayal kırıklığına uğratacaktır. Bu sevgiyi koşulsuz bir şekilde kendinize sadece ve sadece siz vereceksiniz.

Çocukken duygusal istismara maruz kalmış bazı yetişkinler, bazen bu gerçeği arkadaşlarıyla paylaştıklarında “Artık bu geçmişte kaldı, unut gitsin, boş ver” tarzında tavsiyelerle karşılaşırlar. Ancak çocukluk travmalarının yol açtığı duygusal yaralar bu şekilde geçecek bir şey değildir. İçinizdeki çocuğun yaralarını iyileştirmek istiyorsanız, ilk önce duygularınıza saygı duymayı öğrenmelisiniz. Çocukken yaşadığınız duygusal istismar ve ihmali kabul edin, ve bunun sorumlusunun siz olmadığınızın farkına varın.

Vietnamlı Zen Budist rahip ve Nobel Barış ödülü sahibi Thich Nhat Hanh’a göre çoğu insan içindeki yaralı çocuğun farkında değil ve bu yüzden de onun iyileşmesi için hiç bir çaba göstermiyor. Dolayısıyla “içimizdeki yaralı çocuklar” nesilden nesle aktarılıyorlar. Büyük bir ihtimalle anneniz ve babanız da farkına varmadan içlerindeki yaralı çocukla yaşadılar. Hanh’a göre biz içimizdeki yaralı çocukla iletişime girip, ona şefkat gösterdikçe yaralı çocukluğumuz iyileşecek. Böylelikle bizim yetişkin halimiz de iyileşecek, dahası insanlarla olan ilişkilerimiz de şifalanacak (Hanh, Reconciliation: Healing the Inner Child, 2006).

İçinizdeki yaralı çocukla iletişime girmek için küçük bir başlangıca var mısınız?

(Lütfen bu egzersizi, içinizdeki çocukla iletişim içine girmeye hazır hissediyorsanız yapın)

Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alıp tüm vücudunuzu gevşetin. Şimdi kendinizi güzel bir plajda hayal edin. Biraz sahilde yürüdükten sonra kumun üstüne oturun, ve etrafınıza bakın. Uzaktan bir çocuğun size doğru geldiğini görüyorsunuz. Yaklaştıkça gelen çocuğun, sizin çocukluğunuz olduğunu anlıyorsunuz. Ayağa kalkıp onu karşılayın. Dilerseniz kucaklayın. Şimdi içinizdeki çocukla baş başasınız. Ona kendini nasıl hissettiğini sorun ve onu dinleyin. Onu dinlerken şefkatli ve sevgi dolu olmaya özen gösterin. Ona söylemek istedikleriniz varsa söyleyin. Şimdi ona veda etme zamanı. İçinizdeki çocuğa sarılıp, onu sevdiğinizi ve her zaman onun yanında olacağınızı söyleyin. Derin bir nefes alıp gözlerinizi açın.

Eğer çocukluk yaranız günlük yaşantınızı etkileyecek kadar büyükse lütfen psikolog ya da psikiyatristlerden destek almayı ihmal etmeyin. Midenizde sorun olsa, o sorunu görmezden gelip o şekilde yaşamaya devam etmezdiniz değil mi? O halde içinizdeki çocuğun yarasını görmezden gelip halının altına süpürmekten vazgeçin. Bırakın yaralarınız iyileşsin, şifa bulsun. Kötü bir çocukluk geçirmemiz, kötü bir yetişkinlik geçirmemize yol açmamalı. Artık çocukluğunuzun yasını tutmaktan vazgeçin. Kendinize şefkat göstererek, sevgi vererek ve gereken yardımı alarak içinizdeki yaralı çocuğu iyileştirin ve hak ettiğiniz mutlu hayatı yaşayın.

Sorularınız için bana rsolaker@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Bu yazının tüm hakları Rana Kutvan’a ve Uplifers’a aittir. İzinsiz ve uygun şekilde referans verilmeksizin kopyalanması, çoğaltılması ve başka mecralarda paylaşılması kesinlikle yasaktır.

Kaynaklar:

  • Aral G. Çocuk hakları çerçevesinde çocuk ihmal ve istismarı. Milli Eğitim Dergisi, 2001, 151: 36-39.
  • E. Hemmingsson, K. Johansson, S. Reynisdottir. Effects of childhood abuse on adult obesity: a systematic review and meta-analysis. Obesity Reviews, 2014; DOI: 10.1111/obr.12216
  • Hanh, T. N. Reconciliation: Healing the Inner Child, 2006
  • Örsel S, Karadağ H, Karaoğlan-Kahiloğulları A ve Akgün-Aktaş E. Psikiyatri     hastalarında çocukluk cağı travmalarının sıklığı ve psikopatoloji ile ilişkisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2011, 12: 130-136.
  • Shull, JR. Emotional and psychological child abuse: Notes on discourse, history, and change.Stanford Law Review, 1999, 1665-1701.
  • Spertus IL, Yehuda R, Wong CM ve ark. (2003). Childhood emotional abuse and neglect as predictors of psychological and physical symptoms in women presenting to a primary care practice. Child Abuse & Neglect, 27: 1247-1258
  • Zeanah, C.H., Fox, N.A., & Nelson, C.A. (2012). The Bucharest Early Intervention Project: Case study in the ethics of mental health research. The Journal of  Nervous and Mental Disease, 200 (3), 243-247. PMID: 22373763
  • Zeytinoğlu S. “Sağlık, Sosyal, Hizmet, Hukuk ve Eğitim Alanlarında Çalışanların Türkiye’de Çocuk İstismarı ve İhmali İle İlgili Görüşleri”, Çocuk İstismarı ve İhmali, Ankara, Pelin Ofset, 1999.

İlginizi çekebilir: Hayallerinizi hedeflere, hedeflerinizi gerçeğe dönüştürün

Psikolog Rana Kutvan: İstanbul doğumlu olan Rana Kutvan lise öğrenimini Nişantaşı Kız Lisesi’nde tamamladı. Önce LCC’de bir sene akabinde de İstasyon Sanat Merkezi’nde iki sene süren bir moda eğitimi aldıktan sonra çeşitli firmalarda stilist olarak görev aldı. 1997-2008 tarihleri arasında New York’ta ikamet etti. Türkiye’de almış olduğu moda eğitimini Parsons School of Design’dan almış olduğu derslerle pekiştirdi. Kutvan moda eğitiminin yanı sıra City University of New York’a bağlı Hunter College’da Psikoloji ve Sanat Tarihi üzerine çift anadal lisans eğitimi görerek cum laude (yüksek onur) derecesiyle mezun oldu. Hunter College’a devam ettiği süre zarfında dünyanın önde gelen psikologlarından Albert Ellis’in Enstitüsünde staj yaptı. Bu staj süresince Ellis’in bulmuş ve de geliştirmiş olduğu Rational Emotive Behavior Therapy (REBT)’i yakından inceleme fırsatı buldu. Kutvan, Albert Ellis Enstitüsündeki stajının yanı sıra New York’un önemli psikoloji enstitülerinin düzenlediği workshoplara katıldı. Kutvan 2008 Mayıs ayında Türkiye’nin ilk Kişisel Gelişim ve Stil Danışmanlığı merkezi Karakter A’yı kurdu. Kurumsal ve bireysel hizmetler veren Rana Kutvan’ın referansları arasında Braun, CNN TÜRK, Aras Kargo, TURKCELL, Kuveyt Türk, Doğan Holding gibi şirketler vardır. Kutvan bireylere ve kurumlara Stres Yönetimi, Kadın Liderliği, İş Özel Yaşam Dengesi, Zaman Yönetimi, Kadın Ruhu isimli workshop çalışmaları düzenlemektedir. Kutvan Karakter A’nın yanı sıra 2008-2012 tarihleri arasında Profesör Dr. Kerem Doksat’dan süpervizyon aldı. Kutvan psikoloji ve kişisel gelişim çalışmalarında holistik bir yaklaşım uygulamaktadır. Rana Kutvan anadili olan Türkçe’nin yanı sıra anadili düzeyinde İngilizce, iyi derecede Fransızca, İtalyanca konuşmaktadır.

Sıra dışı bir gelecek: Otomobil dünyasında bizi neler bekliyor?

Teknolojinin, yapay zekanın ve çevre bilincinin hızla geliştiği günümüzde otomotiv dünyası da bu gelişmelerden geri kalmıyor ve inovasyonlarla ve merakla dolu bir sektöre dönüşüyor. Son yıllarda elektrikli araçlar, otonom sürüş özellikleri, akıllı yol çözümleri gibi konularla pek çok gelişime imza atan otomobil dünyasında gelecekte bizi daha nelerin beklediği büyük bir merak konusu. Hepsi çok heyecan verici olsa da en çok merak edilen sorulardan ve benim de heyecanla beklediğim gelişmelerden biri; uçan arabaların hayatımıza girip girmeyeceği 🙂 Uçan arabalar yakın zamanda hayatımıza dahil olur mu bunu bilmiyorum ama otomotiv endüstrisinin geleceği hakkında kendi perspektifimden ele alacağım pek çok konu var. Gelin, benim de bir parçası olduğum bu sıra dışı gelecekte bizi neler bekliyor olabilir birlikte bakalım.



Elektrikli otomobillerin hızlı yükselişi

Geçtiğimiz yıllarda pek çok otomobil markası, yakın gelecekte elektrikli araç üretimine ağırlık vereceğini açıklamıştı, hatta dünya çapında tamamen elektrikli araç üretimine geçmeyi planladığını belirten markalar da var. Elektrikli araçların hayatımıza dahil olması çok yeni bir gelişme olmasa da yaygınlaşması ve popülerliğinin artması son zamanlarda daha bir artış gösterdi. Gelecekte de elektrikli araçların üretiminin ve kullanıcısının artması sektörünün en beklenen gelişmeleri arasında.

Bildiğiniz gibi ben de elektrikli otomobil tutkunlarından biriyim ve sık sık sizlerle Instagram hesabımdan %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E ile olan maceralarımı paylaşıyorum 🙂 Konumuza dönecek olursak; fosil yakıt tüketimini azaltmak ve karbon emisyonlarını düşürmek için ülkelerin elektrikli araç kullanımına yönelik teşviklerini artırması da beklenenler arasında. Ayrıca, batarya teknolojisinde yeni ilerlemeler, elektrikli araçların menzillerinin artırılması, şarj altyapılarının geliştirilmesi de yine yakın gelecekte bizimle olacağa benziyor.

Sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler

Elektrikli araçların yükselişi, otomobil dünyasının geleceğinde beklenen tek çevreci haber değil. Doğa dostu yaklaşımlar ve sürdürülebilir çözümlerle dolu yenilikler de ufukta. Pek çok sektörün son yıllarda önemli bir gündem maddesi haline gelmiş olan çevre bilinci, otomotiv dünyası için de önemli bir konu. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen iç dizayn ekipmanları, doğa dostu kumaşların kullanımı, üretim aşamasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, daha az karbon salımı yapan motor teknolojileri ve daha nice gelişme, otomotiv dünyasının beklenenleri arasında.

Sektörde yeşil devrim adını verebileceğimiz daha pek çok gelişmenin damga vurması da olası. Araçların iç tasarımdan üretim süreçlerine kadar geniş bir yelpazede sürdürülebilir çözümler, otomobillerin gelecekteki dünyasını ve tabii ki dünyamızı taçlandıracak gibi. Bir çevreci olarak hızla yaygınlaşmasını görmek istediğim gelişmelerden birisi kesinlikle sürdürülebilir çözümler.

Otonom sürüş özelliklerinde ilerlemeler

Ve tabii ki otonom sürüş özelliklerinden bahsetmemek olmaz. Beni belki de en çok heyecanlandıran konulardan bir diğeri. Hani şu sürücüsüz giden otomobiller var ya, işte tam da onlardan bahsediyorum. Yakın bir gelecekte belki de araçların şoför koltukları hep boş kalacak. Olamaz mı? Bu, çok gerçekçi bir senaryo olmasa da şu an için benzer senaryolarla sık sık karşılaşacağız gibi. Çünkü pek çok dünya devi otomobil ve teknoloji firması, otonom araçlar alanında büyük yatırımlar yapıyor. Ancak, tam otonomiye ulaşmak için biraz daha geleceği beklemek gerekecek. Çünkü birtakım zorlukları aşabilmek için yeni teknolojilerin geliştirilmesi bekleniyor.

Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun ve karışık trafik senaryoları, yasal düzenlemeler, kişisel hakların korunması, uygun yol ve altyapı çalışmalarının tamamlanması gibi pek çok faktör var. Yine de bu konudaki çalışmaların hız kazanması ve otonom sürüşün farklı seviyelerinin piyasaya sürülmüş olması, otonom sürüş teknolojilerinin potansiyelini gösteriyor. Gelecekte tam otonom seviyeye de erişilmesi mümkün.



Otonom özelliklerin yanı sıra farklı sürüş modları da ufukta. Hatta, ben şimdiden %100 Elektrikli Ford Mustang Mach-E  ile bu modları deneme fırsatına sahibim 🙂 Mustang Mach-E, sürüş deneyimini kişisel isteklere göre uyarlıyor; Aktive, Whisper ve Untamed modları sayesinde motor seslerini, ortam aydınlatmasını ve hatta aracın tepki verme hızını kişiselleştirmek mümkün. 

Akıllı şehirlerin kurulması

Otonom sürüş özellikleri, farklı sürüş modları, otomobil ve yapay zeka teknolojisindeki gelişmeler, yalnızca bireysel kullanımla sınırlı kalmayacak muhtemelen. Ve önemli bir toplumsal gündem haline de gelecek. Bu da akıllı şehirler gibi bir konseptin hayatımıza girmesi anlamını taşıyabilir. Şehirlerin, otomobillerin geleceği ile ne ilgisi var ki diye düşünmeye başlamadan hemen araya gireyim. Eğer başta otonom sürüş özellikleri olmak üzere otomobiller kendi başlarına -bir sürücünün aracı sürmesine ihtiyaç kalmaksızın- yolda gidebilecekse, bu şehirlerin de birtakım düzenlemelerden geçmesi anlamını taşıyor. Yollardaki alt yapı çalışmalarının bu doğrultuda düzenlenmesi, akıllı şarj istasyonlarının kurulması ve otonom araçların kendi kendini şarja takabilmesi için uygun çevresel yapılanmaların tamamlanması gibi pek çok gelişmeyi de beraberinde getirebilir. Belki de gelecekte şehirlere akıllı taksi durakları kurulacak ve birtakım mobil uygulamalar üzerinden bağlantıya geçilebilecek.

Sosyal dünya ile bağlantı sağlayan araç özelliklerinin geliştirilmesi

Bir düşünelim; otomobiliniz size en yakın kafeyi önerse ya da zevkinize uygun bir restoranda sizin için rezervasyon yaptırsa, nasıl olur? Ya da arkadaşlarınızla buluşma ayarlasa, arabaya bindiğinizde en sevdiğiniz dizinin kaldığınız bölümünü başlatsa? Siz keyifle buluşmalarınıza hazırlanırken veya dizinizi izleyip, müziğinizi dinlerken sizi istediğiniz yere götürse? Yani adeta bir eğlence merkezine dönüşse? Tüm bunlar, yakın gelecekte hayallerimizi süslemenin ötesine geçebilir. Bağlantılı araçlar, yani kendi internet erişimi olan ve verileri başka cihazlarla da paylaşabilen araçlar, otomobil dünyasının belki de gelecekte en çok parlayan yıldızı olabilir. Yalnızca yolculuk vadetmenin ötesinde bağlantılı araçlar, adeta kişisel mobil cihazlarımıza dönüşebilir.

Çoğu macerama tanıklık ettiğiniz Ford Mustang Mach-E de adeta benim eğlence merkezim. Araç içi iletişim ve eğlence sistemi olan Ford SYNC 4A ile konuşma, ses tanıma, kablosuz akıllı telefon entegrasyonu, sezgisel 15,5″ dokunmatik ekran ve çok daha fazlasını deneyimleyebiliyorum. Halihazırda gelişmiş teknolojinin keyfini sürebiliyor olsam da gelecekte bağlantılı araçlar bizi daha pek çok özelliği ile şaşırtacak diyebilirim.

Kısacası, otomobil dünyasının sıra dışı geleceğinde bizi bekleyen yepyeni heyecanlar var. Uçan arabalar yalnızca filmlerin unutulmaz bir parçası olarak mı hafızalarımızda kalır yoksa gerçekten de hayatımıza dahil olur mu bilinmez ama kesin olan bir şey varsa o da otomobil dünyasının hiç olmadığı kadar yenilik dolu olduğu. Kim bilir belki bir gün gökyüzünde bulutların arasında sıkışıp kaldığım bir trafikteyken size yazarım 🙂 Daha fazlası için yazılarımı ve Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.

İlginizi çekebilir: Virtual Influencer’lar: Kim bu sıra dışı influencer’lar? Takip etmeniz gerekenler?

Sürdürülebilir çözümlerin izinde: VitrA’dan dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu

‘Biricik’ dünyamız günden güne artan çevreler baskılar ve azalan doğal kaynak sorunları ile karşı karşıya. İklim krizi, küresel ısınma, atık sorunları, hava kirliliği ve daha nice çevresel sıkıntı, hem dünyamızın hem de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle, sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olmanın önemi her zamankinden kat ve kat daha fazla. Böylesi bir gerçekliğin farkında olan tüm endüstrilerde de yenilikçi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesi oldukça büyük bir öneme sahip. Bu bağlamda VitrA, büyük bir adım atarak çevreye saygısını ve döngüsel ekonomiye olan katkısını gözler önüne seriyor.



VitrA’dan bir ilk; %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo

Çevresel ayak izlerini azaltma yolunda önemli adımlar atan VitrA, sektörün değişim öncülerinden biri olarak bizi yeni çevre dostu lavabosu ile tanıştırıyor. Dünyanın ilk ve tek %100* geri dönüştürülmüş seramik lavabosu özelliğini taşıyan bu lavabo, atık olarak kabul edilen malzemelere yeniden hayat veriyor. Yeni çevre dostu lavaboların içerik olarak yaklaşık %100’ü, kırık seramikler de dahil olmak üzere üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan oluşuyor.

VitrA’nın sürdürülebilirlik konusundaki vizyon ve öncülüğünü yansıtan bu yenilikçi ve çevre dostu lavabolarla, seramik sektöründe sürdürülebilir tasarım konusunda da yeni bir standart ortaya çıkıyor. Tasarım harikası ve fonksiyonel bir ürün olmanın ötesinde geri dönüştürülmüş seramik lavabolar, çevresel bilinç ve sürdürülebilir yaşam tarzlarını da destekleyen güçlü bir mesaj taşıyor.

%30 oranında iyileşen küresel ısınma potansiyeli

ISO 14040:2006 ve 14044:2006 standartlarına uygun yapılan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi sonuçlarına göre, atıkların kullanılması çevresel etkilerden küresel ısınma potansiyelini %30 oranında iyileştiriyor. Geri dönüştürülmüş lavaboların üretilmesi sayesinde, ürün başına, daha az hammadde kullanılarak %36’lık iyileştirmeyle yaklaşık 5 kilogram hammadde tasarrufu ve %38 iyileştirmeyle 2,48 Kwh elektrik tasarrufu elde edilmesi hedefleniyor.

Sadece bir lavabo olma işleviyle kalmayan, çevresel sürdürülebilirliğe yönelik geniş bir vizyonu temsil eden bu ürün, çevreye duyarlı bir gelecek için atılmış çok büyük bir adım. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin çevre dostu lavabolarla benimsediği bu üretim yaklaşımı, döngüsel ekonomiye katkıyı da en üst seviyeye çıkarıyor.

Sürdürülebilir bir gelecek için hijyenik ve şık bir ilham kaynağı

Küresel ısınma potansiyelini iyileştiren, çevre dostu bir tasarım harikası olmasının ötesinde VitrA’nın geri dönüştürülmüş lavaboları, hijyen endişesini de ortadan kaldırıyor; çünkü bu lavabolar VitrA Hygiene teknolojisiyle kaplanıyor. Bakteri gelişimini %99,9 oranında önleyen VitrA Hygiene teknolojisi sayesinde, seramik lavaboların kullanımı sırasında yüzeye bulaşan bakteriler etkisiz hale geliyor. Böylece, bir numaralı önceliğimiz olan hijyenden ödün vermeden çevre dostu seçimler yapmak da kolaylaşıyor.



Ayrıca, her zevke, her alana uygun seçimler yapmak da yine VitrA ile oldukça kolay. Bilecik, Bozüyük’teki VitrA Üretim Kampüsü’nde geliştirilen yenilikçi çözümler sayesinde üretimine başlanan bu çevre dostu çanak lavabolar, ilk olarak mat bej renkte ve 5 formda tasarlanmış olsa da VitrA’nın geri dönüştürülmüş ürün gamına yeni ürün ve renklerin eklenmesi de planlanıyor.

VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabonun hikayesi, gelecekteki çevre dostu ürünler ve teknolojiler için de büyük bir ilham kaynağı. Daha sürdürülebilir bir dünya için gelecekte atılacak tüm adımlara şimdiden ilham olduğu kesin. Siz de yaşam alanlarınızı çevre dostu bir bilinç ile şekillendirmek ve bir eşi daha olmayan dünyamızın geleceği için önemli bir adım atmak istiyorsanız hemen tıklayıp VitrA %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabo çeşitlerini keşfedebilirsiniz.

* İçerik olarak yaklaşık %100’ü üretim sürecinde ortaya çıkan ve bertarafa giden atıklardan üretilmiştir.

* Bu içerik VitrA katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlgili Makale