Hayattaki en gerçek soru: “Ben gerçek miyim?”

Gerçeği aramak… Konforumuzu bir yana bırakmak, alıştıklarımızı, bugün bizi tanımlayanları. Bir defa “ben kimim?” diye sorabilmek, “ben neden buradayım?” Bu iş yerinde bir pozisyona sahip olmak için mi? A’nın “annesi” veya “babası” olmak için mi? B’nin eşi, karısı, kocası, kız arkadaşı, erkek arkadaşı, nişanlısı, beğendiği, sevdiği, ya da aşık olduğu olmak için mi? Büyük bir banka hesabına sahip olmak için mi? Ben gerçekten neden buradayım? Bu dünyadaki “gerçek ben” kim ve bu dünyadaki gerçek amacım nedir? Neden bir kadın olarak geldim ya da neden bir erkek değilim? Neyi görmem gerekiyor? Bugün her gün tekrar ettiklerimi “gerçekten” seviyor muyum? Her gün gittiğim spor salonunu gerçekten seviyor muyum? Her gün yemek yediğim yeri gerçekten seviyor muyum? Her gün vücuduma kabul ettiğim kahveyi gerçekten severek içiyor muyum?

Konforumuzu bir yana bırakmak, alıştıklarımızı, bugün bizi tanımlayanları…

Çok küçük sorular gibi geliyor değil mi? Eminim bu yazıyı okuyorsanız ve şu an kalemi size verseydim kim bilir daha kaç paragraf  “gerçekten” neyin gerçek- neyin gerçek olmayan olduğuna ilişkin bir sürü soru daha yazabilirdik. Ben bu yazımda başlıktan da anlayabileceğiniz üzere “gerçeği” sorgulayalım istiyorum. Aslında sorgulamayalım gerçeğe kapılalım istiyorum! Bırakalım gerçek olan bize tam olarak şu anda görmemiz gereken kelimeler ve cümlelerle gelsin. Pür dikkat dinleyelim gerçeği bakalım bizler için neler söylüyor?

Gerçek: Evet, ben gerçek, o sizin bir yana bıraktığınız başkası olmak için dolaplarınıza zırhlayarak sakladığınız gerçek…

Ben: Gerçek, örneğin her gün işe giden sen mutlu musun diye sorgulamazsın değil mi? Belki gerçekten elinde tutacağın X kadar fazla para senin benden öte gerçeğindir… Her gün onlarca kişiye “yalandan” gülen sen, öyle yapmak lazım tabii, olmadığın gibi görünmek… Daha hızlı yükselmek için hiç olmadığın gibi olmaya devam etmek lazım. Olduğun halin “ağlayabilir”, “incinebilir” ya da “kırılabilir” değil mi? Ama sen taş gibi olmalısın, daima sonsuz kadar güçlü daima sonsuz kadar yıkılmaz… Sen gerçeğin yanından bile geçmeyen görüntü… Sen içi ayrı dışı ayrı olan. Herkesin son derece “güçlü” gördüğü gerçek nerede, sen gerçek misin?

Ben “gerçekten” neden buradayım? Bu dünyadaki “gerçek ben” kim ve bu dünyadaki gerçek amacım nedir?

Bir kere anne olmuş olmak vardır değil mi, sen içindeki aşkı tutan kadın? Bugüne kadar sana uğramadım diye senin içindeki gerçek henüz aşkla seni yüzleştirmemiş diye ne sanıyordun? Anne olduğun için gerçekten kurtulabileceğini mi? Sakladıklarının dibe ittiklerinin asla su yüzüne çıkmayacağını mı? Senin gerçeğin sevmediğin bir adamla hayat boyu birlikte olmak değil mi? Aman A üzülmesin aman B kırılmasın, annem ne der babam ne der, arkadaşlarım ne düşünür? Onlarca gerçek soru varken asıl gerçeği görmek çok ama çok daha az soru gerektirirken yine de korkarsın değil mi? Aşk bu! Evet, gerçek aşk bulması güç olan ama senin gerçeğine öylesi uzakta ki kimi bulmuş da görememiş kimi olmuş da bilememiş işte gerçek bu…

Gerçek konuştuğunda hepimiz bir kenara savruluruz. Gerçeğin dili ağırdır evet çünkü duymak istediklerimizi söylemeyecektir. O sadece gerçeği dile getirecektir, olduğu gibi. Bizler hayat boyu “benim için iyi olan” diye bakarız oysaki bir kere bile sorduk mu bizim için gerçek olan gerçekten sevdiğimiz, gerçekten istediğimiz, gerçekten bulmaya çalıştığımız, gerçekten hayata gelişimizin sebebi nedir? Günlerimizi ne ile nasıl geçirmekteyizdir? Kime faydamız dokunarak kime vererek, kim için kendimizden başka kim için gerçekten karşılık beklemeden gerçekten güzel bir şey yaparak, neden ve hangi gerçeğin peşinden bu dünyaya gelmişizdir?

Onlar kendi hallerini hiç düşünmeden kendileri olduklarından ışıldamamak ellerinde değildir.

Bakın sevgili Marianne Williamson “Sevgiye Dönüş” isimli eserinde o diplere sakladığımız “gerçek ben” kavramını kendimize olan mesafemizi görmezden geldiğimiz gerçek benliğimizi nasıl yorumluyor:

…Yaptığı bir ağaç resmini öğretmenine gösteren küçük bir kızın öyküsünü pek severim. Ağaç mor renkliydi. Öğretmen, “Şekerim” dedi “hiç mor renkli bir ağaç görmemiştim.” “Oh, öyle mi?” dedi küçük kız, “Bu sizin için çok kötü.

Biz hakikiliği taklit edemeyiz. Kendimizi yaratmamız gerektiğini sanırız, daima kişiliğimize makyaj yapmakla, onu telleyip-pullamakla meşgulüzdür. Çünkü hakiki olmaktan çok, özel olmaya çalışmaktayızdır. Biz, acıklı bir biçimde aynı şeyi yapan diğer insanlara uymaya çalışmaktayızdır. Bir lale başkalarını etkilemeye uğraşmaz. O bir gülden farklı olmak için çaba harcamaz. Bunu yapmak zorunda değildir. Ve bahçede her çiçeğe yer vardır. Siz yüzünüzü dünyada herkesinkinden farklı yapmak için uğraşmak zorunda olmadınız. O öyle oldu. Siz benzersizsiniz çünkü öyle yaratıldınız. Çocuk bahçesinde oynayan küçük çocuklara bakın! Onlar farklı olmak için hiç uğraşmaksızın öyledirler. Ancak daha sonra onlara yarışmaları, başkalarından daha iyi olmak için uğraşmaları öğretildiğinde, onların doğal ışıkları bozulur.

Bugün bu yazımı okumaya “gerçekten” cesaret eden sevgili sen, senin gerçeğin nedir? Işığın nedir? Gerçekten bu dünyaya bu soruları sorarak bakmaya cesaretin var mı? Gerçek kapılarına dayandığında onunla yüzleşmeye, sana söyleyeceği her şeyi dinlemeye gönüllü müsün? Dönüp kaçacak mısın yoksa işte buradayım ne ise “gerçek” olmaya, gerçeğe dönüşmeye, gerçekle yüzleşmeye ve gerçeğin vereceği tüm cevaplara gerçekten hazır mısın?

O zaman gerçek yolculuğunda gerçekten kocaman “sevgilerimi” sana gönderiyorum; senin hayatın, senin gerçeğin ve senin ışığın daima seninle olsun…

 

İlginizi çekebilir:İşte bütün mesele bu: Hayata kabul verebilmek ya da verememek

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam