X

Hayatın akışına direnirken: Kabullenmenin sessiz gücü

İnsan, unutmak için verdiği tüm yorucu çabalardan özgürleşebilse, aslında konunun ne unutmakla ne de hatırlamakla ilgili olduğunu anlayacak.

Ama modern şehir insanı, her yarasının sebebini dışarıda ararken kendi ayağına zincirlerini takıp duruyor.

Seneler önce bir mekâna gidip kahve içmek istemiştim. Fakat kahve yoktu, ben de çay söylemiştim.
Ve o çayı içerken anladım ki hayat da tam olarak böyle bir şey.

Ne mi demek istiyorum?
Asla o mekandan çaydan kahve çıkaramazdım. Bunun için istediğim kadar söylenebilirdim ama iki seçeneğim vardı:
Ya oradan kalkıp gidecektim, ya da elimdeki çayı keyifle içebilmenin yolunu bulacaktım.

Çoğu zaman bir şeyi öyle çok istiyoruz ki, istediğimiz gibi olsun diye orasını burasını çekiştirmeye başlıyoruz.
Ve bunu yaptıkça, bizim için atan o kalbin ve dolan o nefesin ömründen çalmaya başlıyoruz.

Bazen ben de kendimi bir şeyin şeklini değiştirmeye çalışırken buluyorum.
“Sağı şöyle olsun, solu böyle olsun,” diye kendi istediğim koşullara uymasını bekliyorum.
Ama sonra hatırlıyorum: Hayat, benim istediğim gibi değil — olduğu gibi.

Ve her hatırladığımda, sonbaharda dalına tutunmak için direnen bir yaprağın savaşının ne kadar anlamsız olduğunu fark ediyorum.
Yaprağın dala ait olmasına gerek yoktu; o zaten kendinden daha büyük bir şeyin parçasıydı.
Bahar geldiğinde açar, sonbaharda sararır, rüzgarda sallanır ve sonunda toprağa karışırdı — ama hep ait olmaya devam ederdi.

Bir şeyi çok istediğimizde, onun coşkusuna kapılıp ittirmeye başlıyoruz.
Ve ittirirken karşımızdakini değil, aslında kendimizi itiyoruz.
Kendini itmenin sonu ise eninde sonunda bir fırtınayla biter.

Evet, o fırtınada pek çok şey savrulur; kocaman yemyeşil bir orman bile çöle dönebilir.
Ama çöl bir ceza değildir, orman da bir ödül.
İkisi de birbirine dönüşebilme ihtimalini taşır.

Konu, yaşamın ne kadar içinde olabildiğimizdir.
İnsan kendi nefsine kapıldığında, o ateş eninde sonunda her şeyi yakar.
O yüzden mesele, unutmak ya da unutmamaktan çok; kalp açıklığıyla arkaya bakabilmekte saklıdır.

Ah evet… Bu bölüm, kefaretsiz olmuyor.
Her anı keyif vermez, ama şimdinin gücüyle o anıya şefkatle ve kabulle bakabiliriz.

Keşke her şey kafamızda hayal ettiğimiz gibi olsaydı… ama değil.
Öyleyse?
Artık hikayenin kahramanı olma vakti gelmedi mi?
Artık çölde kalsak da ağaç dikmemizin zamanı değil mi?

İlginizi çekebilir: Ne kadar dürüstsün kendine?

Özde Çolakoğlu: Çalışma Ekonomisinden mezun oldu. Mezun olduktan sonra metin yazarlığı, editörlük, sosyal medya uzmanlığı gibi farklı alanlarda uzun yıllar çalıştı. 2009 yılında yoga ile tanışmasının ardından farklı uzmanlar ve stillerle çalışma şansı yakaladı. Bedende başlayan bu öğretiyi daha da derinleştirmek isteyen Çolakoğlu bu amaçla ilk temel yoga uzmanlık eğitimini 2012 yılında aldı. O zamandan itibaren farklı birçok eğitime katıldı ve katılmaya devam ediyor. Ocak 2018’de Yoga Alliance’ın E- RYT 500 Sertifikasını almaya hak kazandı. 2013 senesinden itibaren çeşitli yoga merkezlerinde ders vermeye başlayan Çolakoğlu, 2017 yılında Githa Yoga ekibine katıldı ve stüdyonun ana hocalarından biri oldu. Bu dönemde stüdyonun büyümesi için kurucu ekip ile birlikte çalıştı, atölyeler ve eğitimler verdi. Çolakoğlu, yoga uzmanlık programları düzenleyerek uzmanlar yetişiyor. 200 ve 300 saatlik temel ve ileri yoga uzmanlık programları ve kamplar düzenliyor. 2021’de bu mesleğini stüdyo sahipliğine dönüştürmüştür. Kadıköy, Moda’da kurulan, Yoga ve Ayurveda merkezi Goa Yoga’nın kurucu ortağıdır.
İlgili Makale