Evren seni her daim desteklemeye hazır: Sen bunu kabul etmeye hazır mısın?

Netflix’teki Aşık Adsızlar dizisini yeni izledim. Hem genel kurgusunu hem de karakterler üzerinden verilen mesajları başarılı buldum. Hazal karakteri, bana kendi geçmişimi hatırlattı. Örtülü de olsa bir spoiler içerdiği için bu konuda hassassanız, diziyi izledikten sonra okumanızı tavsiye ederim 🙂

Ben de kendimi bildim bileli, onun gibi aşka aşık, ne yaşarsam yaşayayım geleceğe dair hep umudu olan, romantik biri oldum. İlişkilere dair çok sayıda hayal kırıklığım olsa da, bir gün doğru kişinin gelip beni bulacağına inanıyordum. Ama o kişiyi beklerken, hiç sormadığım bir şey vardı: Ben onu hayatıma almaya hazır mıydım?

Aslında, derinlerde bir yerde hazır olmadığım için bir türlü doğru insanları hayatıma çekemiyordum. Bilinç seviyesinde, uzun soluklu bir ilişki istiyordum ama içten içe korkuyordum. Kaçan kişi sadece karşımdaki değil, aynı zamanda bizzat bendim.

Dizide de bunu görüyoruz aslında. Cem, ilişkiden kaçan; Hazal ise aşka ve herkesin bir ruh eşi olduğuna inanan kişi gibi görünse de, aslında derinlerde ikisinin de dinamiği benzer. İkisi de aşktan kaçıyor, sadece kendilerini korumak için farklı savunma mekanizmaları geliştirmişler. Benim de temelde karşıma çektiğim kişilerden bir farkım yoktu.

İlişkinin getirdiği belirsizlikten, kırılganlıktan ve gerçekten görülmekten korkuyordum. Etrafıma ördüğüm görünmez duvarlar yıkılırsa, kim olduğum keşfedilebilirdi. Ve olduğum kişi kusurluydu. (En azından ben buna inanmıştım.) Daha derin bir paylaşım, benliğime dair daha derin bir incinmeye sebep olabilirdi. Ve ben kalbimi, tam da bundan korumaya çalışıyordum. Bu yüzden, kısa süre içinde terk edilmek benim için acı veren bir döngü olsa da, ardında belli belirsiz bir rahatlama bırakıyordu.

Üstelik ilişki, karşımızdaki kişi ne kadar net olursa olsun, belirsiz bir alan. Hayatın diğer alanlarında, kusurluluk inancımı aşırı telafi mekanizmasıyla (çok çalışarak, disiplinle) kontrol edebiliyordum. Ama ilişkilerde bu denklem işlemiyordu. Tam da bu yüzden, bir dönem hayatımın en zorlandığım alanlarından biri ilişkiler oldu. İşin ironisi ise, kusurlu hissettiğim için yakınlık kurmaktan kaçarken, ilişkim olmadığı için de kusurlu ve değersiz hissediyordum.

İstediğimiz kadar olumlama yapalım, niyet edelim, ritüeller uygulayalım… Ama yaydığımız enerjiyi ve bilinçaltı kalıplarımızı değiştirmediğimiz sürece, döngülerimizi de değiştiremiyoruz. Benim için bu döngüyü kırmanın ilk adımı, kendi payımı sorgulayıp, gerekli içsel yüzleşmeleri yapabilmekti.

Peki sonra ne oldu?

Çok boyutlu, uzun soluklu bir içsel çalışma sürecinin ardından, karşıma yeni biri çıktı. İlişkinin başlarında, geçmişte olduğu gibi benzer bir terk edilme döngüsüne girmek üzereydim. Ama bu kez ben farklı bir adım attım. Kaçmadım. İlk defa, üstüne gittim. Kaçmak benim konfor alanımdı. Ama bu kez, reddedilmeyi göze alarak, kalbimi açmaya ve belirsizliğin içinde kalmaya karar verdim. Ve bu, bana yepyeni ve uzun soluklu bir ilişki dinamiği sundu.

Elbette bir anda tüm belirsizliklerin içinde tamamen rahat hissetmeye başlamadım. Kusurluluk inancım bir anda yok olmadı. Ama deneyimime uzaktan, daha objektif bir şekilde bakınca şunu fark ettim: Terk edilmek, benim sevilmeye değer olmayan, kusurlu biri olduğum için değil; karşı tarafın kendi dinamikleri nedeniyle gerçekleşiyordu. Ki gerçekten beni sevmemiş, başka birini tercih etmiş de olabilirlerdi. Ama bu, benim benliğimle, değerimle ilgili değildi. Yaralarımızı tamamen silemesek de, onlarla çalışmak; onları daha iyi yönetmemizi, kontrolü ele almamızı sağlıyor. Belki hala korkuyoruz, ama artık o korku bizi engellemiyor.

Ben hazır olduğumda, doğru deneyim bir şekilde karşıma çıktı ve benden cesur adımlar atmamı bekledi. Bu “hazır olma” halini önemsiyorum, çünkü bazen bilinçli olarak farkında olmasak da, bir şeyi fiziksel dünyada deneyimlemeden önce içsel olarak hazırlanma sürecine ihtiyacımız var.

Örneğin, Instagram hesabımın büyümesini arzu ederken (ve bazen sabırsızlanırken), aslında içten içe fazla görünür olmaktan çekindiğimi ve yavaş büyüme hızının sinir sistemim için daha güvenli hissettirdiğini fark ettim. Bu adaptasyon sürecine saygı duyarken, bir yandan da fazla görünür olma halinin bende uyandırdığı hisler üzerine çalışıyorum. 

Senin de hayatında gerçekleştirmek istediğin fakat gecikmeler yaşadığın, belirli döngülerde takıldığını hissettiğin bir şeyler varsa, kendine şunları sorabilirsin:

Ben bunu (ve getireceği diğer yeni gerçeklikleri) deneyimlemeye gerçekten hazır mıyım?

Engel dışarıda gibi görünürken, aslında kendim kaçıyor ya da bir şekilde izin vermiyor olabilir miyim? Ya da biraz daha zamana ihtiyacım olabilir mi?

Kalbimi bu yeni deneyime daha fazla nasıl açabilirim?

Bu sorular, kendimizi yargılamak veya suçlamak için değil; aksine, içsel bir keşif süreci. Kendimize karşı dürüst olurken; kaçan, kırılgan, incinmekten korkan parçalarımızla şefkatli bir bağ kurmaya ihtiyacımız var.

Cevaplar hemen gelmeyebilir. Derin bir içsel çalışma süreci gerektirebilir. Bazen bir şeyler gerçekten hazır olmadığımız için gecikir, bazen ise artık hazır olduğumuz o deneyime adım atmaya cesaret etmemiz gerekir. Ama cevabı sadece dışarıda aramayı bırakıp, odağı içe çevirmek… her zaman atmamız gereken ilk adımdır.

Evren seni her daim desteklemeye hazır… Peki, sen bunu kabul etmeye hazır mısın?

İlginizi çekebilir: Çekim yasası neden çalışmıyor: 5 temel sebep

Kübra Keleş
2018 yılında “kendi gerçeğimi” yaşamak üzere bir yolculuğa çıktım. Gerçi hayat boyu bu yolculuktaymışım da, bunu fark etmem 27 yılımı almış ve artık hızlanmanın ... Devam