Eğer sıkışıyorsak, hayat bizi daha iyi bir kapıya götürüyordur

Elimizden her şeyimiz alındı, tutunduğumuz ne varsa, kendimizi bağladığımız ne varsa, umut ederek beklediğimiz ne varsa. 
Daha iyisinin olduğunu ve hep ona doğru yürüdüğümüzü söyleyen her söz aslında bu anımızın yetersiziğini vurguluyor ve bizi anın derinlere giden manasından alıkoyuyor.
Şu an yaşadığımız halin sorumluluğundan uzaklaştırıp “kurtulmamız gereken, başarısız ve eksik” hissettiriyor.
Çünkü hep daha iyisi var ve sen “gelecekte” o daha iyiye ulaşacaksın!
O umut edilene, vadedilen umuda ulaşamadığımız her an ise, kendimizi gittikçe hızlanan ve tükenmek bilmeyen bir çabanın içinde buluyoruz.
Bitmeyen bir çaba…
Çaba büyüdükçe hedefler uzaklaşıyor, biz yoruldukça “başarısız ve yetersiz” hissediyoruz. 
Umut etmek bizi hayatta tutan değil, hayatımızdan çalan olmaya başlıyor. Çünkü buradaki umut, bizim anımızı değil geleceğimizi hedef alıyor.

Yaşamın öğretmenliği böyle;
Aklın ve sanma hallerinle gidebildiğin yere kadar gitmene o kuyunun sonsuzluğunda boğulmana izin veriyor. Ta ki, burada bir şey yok diyene kadar. 
Emin ol çocuğum, burada tekrardan başka bir şey yok!

Eğer tekrarı fark edip oradan çıkmak istiyorsan, başka bir yöntem kullanmalısın. 
Hiç bilmediğin, hiç bilemeyeceğin..
Sadece “olanı yaşamak” gibi..
Umut etmeyi bırakmalıyız 
Umutsuzluğu bırakmamız gerektiği gibi
Umut geleceğe dairdir. 
Umutsuzluk da geçmişten getirdiğini geleceğe taşıma gayretidir. 
Bilmediğini kabul ettiğin noktada, yarını bilemeyeceğini kabul ettiğin o noktada kalmalıyız. 
Burada  bir beklenti yoktur. Burada olan ne ise o vardır. 
Bildiğine tutunmak isteyen insan gerçekten bildiğine tutunsaydı,
 o “bu an” olurdu.

Oysa insan, umuda, geleceğe yani “olmayana” tutunmak istiyor. 
Bu yüzden yaşamak yerine hedefe koşuyor. Olacağından asla emin olmadığı “var saydığı” bir hale. 
Mutsuzluk, umutsuzluk burada başlıyor. 
Çünkü o hedef  planlandığı şekilde, o histe, o zamanda gerçekleşmiyor. Gerçekleşse bile bunu gerçekleştiren artık gerçekleşen hayalinden başka bir histe oluyor. Tatmini yaşayamıyor. Bu yüzden yeni hedefler, yeni umutlar belirleyip onların peşinden koşuyor tekrar, tekrar…
Ve bu döngüde yaşam yitiyor. 

Gerçek ile sanrıyı birbirinden ayırmalıyız. 
Şu an neredeyiz?
Şu an ne hissediyoruz?
Tek gerçeğimiz bu. 
Başka hiçbir gerçek yok. 

Şu an fakir hissediyorsak öyleyiz ve bunu değiştirmek için şimdi bir şey yapabiliriz. 
Şu an mutsuz ve yorgun hissediyorsak, bunu değiştirmek için şu an bir şey yapabiliriz.
Şu an kaygılı hissediyorsak bu kaygı ne zamana ait bakmalıyız. 
Yarın için kaygılanıyor ama şu anımıza geldiğimizde “tamam” isek, tamamızdır. 
Bu tamamlığı yaşayalım. Belki yarın tamam olmayacağız. Şu an buradayız, tamam da…
Şu an mutlu hissediyorsak sadece bunu yaşayalım, yarına bu mutluluğu taşıyamayacağının kaygısını değil…

“Eğer sıkışıyorsak, hayat bizi daha iyi bir kapıya götürüyordur.” 

Belki hayatın iyisi senin iyin ile aynı değildir?
O senin gelişimin ve anlaman için hoşuna gitmeyen “iyiliklere” götürebilir seni. 
Bilmiyoruz. 
Kendimizi kandırmayı bırakıp, bu anın içinde ne yapabiliriz buna bakalım. 
Çünkü ancak o zaman, yani anları anın içinde değerlendirmeye başladığımızda, gözümüzde çığ gibi büyümüş olan gelecek ve yapılacaklar ordusu kaybolup yönetebileceğimiz, keyif alabileceğimiz, coşku hissedebileceğimiz bir hale dönüşür.

Umut etmek, “iyicil” görünse de insanı “başarısız hissetmeye, yetersiz, tatminsiz, değersiz” hissetmeye götürebilir ve bizi o hissin içinde hapis bırakabilir. 
Bu aynen, bir sonraki yaşamda refaha ereceği umudu ile şu andaki fakirliğini kabul edip kaderine boyun eğen Hinduların inanç  şablonu gibi. 

Umutsuz olalım demek değildir bu, daha da fazlası umudun kendisi olmak, oluşumuzun umut hissi ile yoğrulmuş olması demek. 

Sen yaşadığın sürece olasılıklar içindeki en yüksek umutsun. 
Dışarıdan bir etki beklemene, geleceği beklemene gerek yok. 
Şimdi ve şu anda, o umut sensin.  
O sana gelmeyecek, sen de ona gitmeyeceksin. 
O olacaksın.
Oluşacaksın. 

Yaşam sana geldiğinde ona içindeki sen olan umudu ver o da sana o parçan ile neler yapabileceğini göstersin. 
Bir zerren bin yaşam olsun.

İlginizi çekebilir: Sorarak, dinleyerek, izleyerek sözlüğümüzü öğretmeliyiz birbirimize

Esra Uyman
Lise yıllarında başlayan kişisel gelişim, ruhsal gelişim ve metafizik konularına duyduğu yoğun merak onu yurt içi ve yurt dışında birçok özel eğitim çalışmalarına katılmaya ... Devam