Covid-19 ile ilk tanıştığımız günden bugüne dünyada neler, nasıl değişti?

Bundan yaklaşık 1 buçuk yıl önce, 2020 yılının Ocak ayında hepimiz bulaşıcı bir virüsün ortaya çıktığı haberiyle gözlerimizi Çin’in belki de daha önce adını bile duymadığımız Wuhan şehrine çevirdik. Metro istasyonlarında aniden bayılıp düşen insanların görüntüleriyle başlayan, katı kısıtlamaların ilk etapta hepimizde şaşkınlık yarattığı ve alınan tüm önlemlere rağmen tüm dünyaya yayılmasıyla çok değil, sadece bir ay sonra global bir salgının başlamasına ve ‘pandemi’ kelimesiyle tanışmamıza neden olan Covid-19, adeta dünyanın eksenini yerinden oynattı.

Pandemi sürecinde ülke olarak ilk kez tam kapanma süreciyle tanışmış olsak da pek çok ülkenin salgınla mücadele sürecinde olumlu sonuçlar alınmasının en etkili yolları tam kapanma ve beraberinde gelen aşılama çalışmaları oldu. Geçtiğimiz hafta dünya genelinde yeni vaka sayısı 5.7 milyonken, nüfuslarının yarısından çoğunu aşılayan ülkeler, vaka ve ölüm sayılarını düşürmeyi başardı. Aşılama konusunda ciddi adımlar atan ABD, İngiltere ve İsrail’de hayat neredeyse normale döndü. Yeni Zelanda ve Avustralya’da tam kapanma ve aşılamayla birlikte yeni vaka sayısı tek hanelere indi, bazı eyaletlerde hiç aktif vaka kalmadı. Aşının etkileri sadece hastalığın önlenmesinde değil, bulaşmanın engellenmesinde de önemli bir rol oynuyor. Newscientist’te yayımlanan yeni bir araştırmanın sonuçlarına göre aşı, bulaşmanın önlenmesinde de %90 gibi ciddi bir oranda etkili.

Mayıs 2021 itibariyle dünya Covid-19 salgınında hangi noktada?

Yaklaşık bir yıl önce, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) COVID-19’u küresel bir salgın olarak ilan etti. Hiçbirimiz için tanıdık olmayan, bilinmezliklerle ve korkuyla dolu bu süreçte hastalığın belirtilerinden tedavisine, önleyici uygulamalardan iyileşme süreçlerine; bu küresel sağlık krizinin uzun vadeli etkilerinin anlaşılması yıllar alacak olsa da, şimdiye kadar gelinen süreçte neler olduğuna az ya da çok hepimiz hakimiz. Pandeminin küresel etkilerinin günümüzde geldiği noktayı özetlemek için dünden bugüne nelerin değiştiğine gelin yakından bakalım.

Covid-19 dünya genelinde ölüm sebebi olarak 4. Sırada yer alıyor

Tüm dünyanın salgınla mücadelesini gün be gün takip ederek güncel rakamları açıklayan Worldometers istatistiklerine göre, 2020’nin Mart ayından günümüze kadar tam 2.7 milyon insan Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. 2019 yılıyla karşılaştırıldığında, dünya genelindeki ölümlerin ilk beş sebebi arasında artık koranavirüs var.

2019 yılında dünya genelinde 55.4 milyon insan hayatını kaybetti. Ölüm sebepleri arasında kalp hastalıkları 8.9 milyonla birinci sıradayken, bunu 6.2 milyon ölümle felç ve 3.2 milyon ölümle akciğer hastalıkları izledi. İlk üçte yer alan bu ölüm sebeplerinin ortak özelliğiyse, hiçbirinin bulaşıcı olmaması. Ancak Covid-19 bu hastalıklardan farklı olarak bulaşıcı olduğu için yeni ortaya çıkmış olmasına rağmen geldiğimiz noktada en büyük 4. ölüm sebebi olarak listelerdeki yerini aldı.

Covid-19’un kendisi başlı başına bir ölüm sebebi olmasının yanı sıra, dünya genelinde pek çok hastanenin yoğun bakım servislerindeki doluluk, sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve virüs bulaşması riskini göze alamayan pek çok insanın sağlık hizmetlerine başvurmaktan çekinmesi nedeniyle dolaylı olarak da pek çok insanın ölümüne sebep oldu. Dolayısıyla henüz kesin rakamlar açıklanmamış olsa da, Covid-19 dışında kalan pek çok ölümün de pandemiyle bağlantılı olarak artmış olması öngörülüyor.

Covid-19 ruh sağlığımızı nasıl etkiledi?

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünya çapında yaklaşık 1 milyar insanın hali hazırda en az bir ruh sağlığı problemiyle yaşadığını öngörüyordu. 2019 yılında 703.000 kişinin ruh sağlığı problemleri nedeniyle intihar etmesi, intiharı en yaygın 17. ölüm nedeni haline getirdi. Buna rağmen WHO’nun açıkladığı verilere göre ülkeler, ulusal sağlık bütçelerinin sadece yaklaşık yüzde 2’sini ruh sağlığına harcıyor.

Birleşmiş Milletler, COVID-19 salgınının ruh sağlığı yaşayan kişilerin sayısında ve rahatsızlıkların ciddiyetinde uzun vadeli bir artışa neden olacağını söylüyor. Uzun süreli karantinaların ve sosyal mesafenin ruh sağlığı üzerinde yarattığı etkilerle ilgili araştırmalar devam ediyor. COVID-19’un küresel olarak ruh sağlığı üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna dair büyük ölçekli bir veriye henüz sahip değiliz, ancak daha küçük ölçekli birkaç çalışma pandemi döneminin özellikle anksiyete, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu görülme oranlarında ciddi bir artışa neden olduğunu gösteriyor.

Bu dönemde ruh sağlığının korunması için Dünya Sağlık Örgütü Ruh Sağlığı ve Bağımlılık Bölümü Direktörü Dr. Devora Kestel sağlıklı yaşam alışkanlıklarından oluşan bir rutinimizin olmasını, yakınlarımızla uzaktan da olsa iletişim içinde kalmamızı, alkol ve madde kullanımından uzak durmamızı, sosyal medya kullanımının ve haber sitelerini takip etmenin mümkün olduğunca azaltılmasını, en önemlisi de ihtiyaç halinde mutlaka profesyonel destek alınmasını öneriyor.

Karantina önlemleri, tam kapanma ve Covid-19 aşısı ile ilgili çalışmalar süreci nasıl etkiledi?

Salgının yayılmasını önlemek için sürdürülen karantina kısıtlamaları, şimdiye kadar dünyanın neredeyse 3’te 2’sinde uygulandı. Bazı ülkeler haftalarca, bazı ülkelerse aylarca tam kapanma kararını uyguladı.

Oxford Üniversitesi tarafından yayınlanan COVID-19 Government Response Tracker raporuna göre 2021 yılı itibariyle 100’den fazla ülke zorunlu haller dışında evden dışarı çıkmamak üzere karantina uygulamalarını başlattı.

Rapora göre 16 Ocak 2020 ve 15 Ocak 2021 arasında; Bolivya (320 gün), Peru (307 gün), Honduras (306 gün), Paraguay (305 gün), Arjantin (303 gün), Bahamalar (302 gün), Jameika (302 gün), Venezuela , El Salvador (301 gün) ve Hindistan (300 gün) en uzun tam kapanma uygulayan ülkeler oldu.

İngiltere’de sokaklarda maskesiz dolaşan ve restoranlarda yemek yiyen insanlar, ABD’de maske zorunluluğunun kaldırıldığı eyaletler, Tel Aviv’de denize giren insanlar, Avustralya’da normale dönen hayat tüm dünyaya karantina önlemleriyle birlikte aşının da ne kadar önemli olduğunu göstermiş oldu. Yeni varyantların ortaya çıkması herkesi endişelendirse de, aşılanan ülkelerde yüksek yaş gruplarında ölüm oranının %80’lere kadar varan oranlarda düştüğü gözlemlendi.

Örneğin, 328 milyon nüfuslu ABD nüfusunun %39’u tek doz, %25’i ise çift doz aşılandıktan sonra, Ocak başında 3500’e varan ölüm sayıları 350’lere kadar geriledi. Benzer şekilde nüfusunun yaklaşık %65’ini aşılayan İngiltere’de Ocak ayında 1240 olan günlük ölüm sayısı, şu an tekli hanelerde. İsrail de benzer şekilde nüfusunun %70’ten fazlasını aşılayarak ve sadece aşı olanların sosyal hayata karışmasına izin vererek günlük ölüm sayısını 4’e kadar indirmeyi başardı.

Dolayısıyla Türkiye’de de tam kapanma ile birlikte azalması beklenen vaka sayılarıyla paralel olarak nüfusun büyük çoğunluğunun aşılanması mümkün olabilirse, hem bulaşıcılığın hem de vaka sayısının azaltılması anlamında umut verici gelişmeler bizi bekliyor diyebiliriz.

Ülke ekonomileri ve işsizlik oranları pandemi sürecinden nasıl etkilendi?

Bu dönemde sağlık harcamalarının artması ve kısıtlamalar nedeniyle seyahat yasaklarının olması gibi pek çok farklı sebepten dolayı tüm ülke ekonomileriyle birlikte global ekonomi de ciddi ölçüde zarar gördü.

Dünya Bankası tarafından yayınlanan verilere göre 2020 yılında küresel ekonomi %4.3 oranında daraldı. Hali hazırda ekonomik zorluklarla karşı karşıya olan ülkeler daha da borç altına girdi. Oxfam International tarafından hazırlanan bir raporda, dünyanın en yoksul ülkelerinin pandeminin ekonomik etkilerini atlatmasının on yıldan fazla sürebileceği tahmin ediliyor. Diğer yandansa Dünya Bankası, küresel ekonominin 2021’de aşı uygulamaları ve iyileşmeye öncülük eden yatırımlarla yüzde 4 oranında büyümesini bekliyor.

Ekonomik daralmanın ve krizlerin en olumsuz etkilediği ülkelerse fakirlik sınırındaki ülkeler oldu. Son 20 yılda ilk kez, küresel anlamda fakirlik sınırı en düşük seviyeleri gördü. Dünya Bankası verilerine göre koranavirüs salgını nedeniyle 119 milyon olan fakirlik sınırındaki insan sayısı, günümüzde 124 milyon insana ulaştı. Geldiğimiz noktada toplamda 730 milyon insan günde 2 doların altında bir gelirle geçinmeye çalışıyor ki bu rakam, toplam dünya nüfusunun yaklaşık %10’una denk geliyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) son işsizlik rakamlarına göre 2020’de 114 milyon kişi işini kaybetti. Ancak sadece pandemi nedeniyle ortaya çıkan işsizlik oranını ölçümleyebilmek için, resmi olarak açıklanan işsizlik rakamları tek başına yeterli değil. Birçok çalışan ekonomideki hareketsizlik nedeniyle iş gücünden kendi isteğiyle çekilmek zorunda kaldı. Her ne kadar ekonomik zorluklar nedeniyle işyerini kapatmak zorunda kalan ya da işten çıkarılan kişiler ekonomi normale döndükten sonra istihdam edilebilecek durumda olsalar da, gelecekte çok daha düşük çalışma saatleriyle ve ücret kesintileriyle çalışmak durumunda kalmaları olası.

Kadınlar ve genç yaştaki çalışanlar, pandeminin beraberinde getirdiği işsizlikten en çok etkilenen gruplar arasında yer alıyor. Bu da cinsiyet eşitsizliği konusunda hala alınması gereken çok uzun bir yol olduğu ve çalışma yaşamına yeni adım atmayı bekleyen bir neslin karşı karşıya kaldığı tehlikeyi işaret ediyor.

Uzaktan eğitim: 1.7 milyar öğrencinin eğitim bilançosu

UNESCO’nun yayınladığı verilere göre 2020’de okulların ve üniversitelerin kapanması 188 ülkeden 1,7 milyardan fazla öğrencinin, diğer bir deyişle dünya öğrenci nüfusunun yaklaşık yüzde 99’unun eğitim sürecini aksattı.

UNESCO’nun en son verilerine göre bugün, dünya öğrenci nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan yaklaşık 900 milyon öğrenci, 29 ülkede eğitim sürecinin tamamen durdurulması 68 ülkedeyse eğitimin uzaktan hale getirilmesinin yarattığı zorluklar nedeniyle eğitim hayatında zorluklarla karşı karşıya.

Çevrimiçi eğitim uygulamaları derslerin sanal olarak da olsa devam etmesine izin verirken, BM, özellikle yoksul ülkelerde veya kırsal alanlarda yaklaşık 500 milyon çocuğun teknolojik imkansızlıklar ve internet altyapısı eksikliği nedeniyle uzaktan öğretimin dışında bırakıldığını tahmin ediyor. Oxfam tarafından yayınlanan raporsa, pandeminin kız çocuklarının eğitiminde son 20 yılda kazanılan küresel ilerlemeyi tersine çevireceğini, eğitimde fırsat eşitsizliğinin daha da artıracağını öngörüyor.

Pandemi, çevre kirliliği ve iklim krizini nasıl etkiledi?

Tüm dünyada karantinaların ve kısıtlamaların en yoğun olduğu 2020 yılının Mart ayında, doğanın ve çevrenin insan müdahalesinin azalmasıyla birlikte nasıl hızlıca iyileştiğinden Güzel şeyler de oluyor: Koronavirüs gündeminde umut veren haberler yazımızda bahsetmiştik. Özellikle hava kirliliği nedeniyle sokakta nefes bile alınamayan Çin’de havanın son yılların en yüksek temizlik seviyesine geldiğine, Venedik’te kirli su akan kanalların temizlendiğine ve canlılığın artığına yönelik haberler hepimiz için umut verici gelişmeler olmuştu.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporu, küresel enerjiyle ilgili CO2 emisyonlarının 2020’de genel olarak yüzde 5,8’e düştüğünü ortaya koydu, ki bu sanayileşmenin başladığı II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük azalmaydı. Ancak son veriler, küresel CO2 kirliliğinin Covid öncesi seviyelere geri döndüğünü gösteriyor.

CO2 emisyonlarının yanı sıra, hijyen nedeniyle daha fazla su tüketilmesi ve kimyasal atıkların çoğalması, maske ve eldiven gibi tıbbi atıklarla birlikte tek kullanımlık plastiklere dönülmesi plastik kirliliğiyle ilgili ciddi sorunlar yaşanabileceğine işaret ediyor.

Koronavirüs öncesi ve koronavirüs sonrası olarak ikiye ayrılan, eski normalden yeni normale geçiş sürecinde tüm dünya olarak zorlu bir sınav veriyoruz. Özellikle aşıyla ilgili çalışmalar ve alınan sıkı önlemler sürecin iyiye gitmesi açısından umut vaadediyor. Tam kapanma sürecinin ve aşılama çalışmalarının, diğer tüm ülkelerde olduğu gibi bizde de olumlu sonuçlanmasını umuyoruz.

Uplifers
Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!