Canını yaksa bile cesaretle gerçeğe bakmaya ne dersin?

Şehir hayatı, çok hızlı. İnsana sürekli koşması, yakalaması gereken bir yer varmış gibi hissettiriyor. Üstüne toplumun beklentileri eklediğinde bizim “değerli” yaşamımız artık, bizim olmaktan çıkıp, emanet aldığımız “sıradan” bir yaşam haline geliyor. Üniversiteye gitmen lazım, iş bulmam lazım, sevgilim olması lazım, evlenmem lazım, çocuk yapmam lazım… Liste çok uzun ve yorucu ve bence en şaşırtıcı olanı tüm -meli ve -malı’ların farkında olmadan yaşayıp, gidiyor olmamız. Ve en acıklı olanı günün sonunda mutsuz olunca suçluyu yanımızda, yöremizdeki kişiler ilan ediyor  ve aslında mutsuzluğumun kökenine, derinine bakmak yerine yüzeydeki nedenlerle ilgilenirken büyük resmi kaçırıyoruz.

Doğduğumuzdan itibaren sadece küçük çevremizin değil, toplumun beklentileri ile de yönlenmeye başlıyoruz. Tam şu an kendi yönlenmelerinizin ne kadar farkındasınız? Yönlenme ne demek? Yönlenme, sana ait olmayan ama farkında olmadan senelerce sırtında taşıdığın yaraların artık yük olması demek. Seneler geçtikçe insan sırtındaki ağırlıkları kendi ağırlığı sanıyor ve maalesef fark edemiyor. Tüm yoga- meditasyon ve benzeri çalışmalarının en temel öğrettiği şey, bize ait olmayan sırtımızda taşıdığımız o yükleri bırakıp, kalp bağımızla bağ kurarak şimdi ve burada olmak… Belki sürekli aynı şeyi diyorum ama çoğu zaman tek başına yoga ve meditasyon  ağırlıklarımızı fark edip, özgürleşmemize neden olamıyor. (Bunu çok yazdım, terapinin çok önemli olduğuna inanıyorum.)

İş bulmam lazım, çocuk sahibi olmam lazım, evlenmem lazım, mutlu olmam lazım, affedici olmam lazım, öfkelenmemem lazım… Liste çok uzun ve biz meli ve malı trafiğine takıldığımızda, gerçekten her şey  duruyor. Çünkü hep bir şeyi kaçırıyoruz gibi hissettiğimiz için hırçınlaşmaya ve ağırlıklarımızla koşturmaya başlıyoruz. Sonra o ağırlıklarımızla deli gibi koştuğumuz için yol yorgunu oluyoruz.

Bundan seneler önce tam zamanlı iş ararken etrafımdaki birçok kişi bankacı olmanın faydalarını anlatıp duruyordu. Onların istediği gibi görüşmelere de gitmiştim ama kalbimin tam ortasında oturan ağırlığı bir türlü kaldıramadığım için bankacı olma girişimim, iş görüşmesinden öteye geçmedi.

Aslında hayatımda bunun gibi çok sahne var. İnsanın kendini tanıması çok uzun bir yol. O yolda illaki ara sapaklar olacak ve bence hiçbir yol yanlış değil. Hepsi kendi kalbimizin  sesini duyabilmek için hatırlatıcı…

Seneler önce çok sevdiğim biri vardı ve günün sonunda sevgim ve güvenim öyle bir sarsıldı ki, uzun bir süre çok öfkeliydim. Etrafımdaki herkese kendimin ne kadar haklı onun ne kadar haksız olduğunu anlatıp durdum. Çünkü öyle öğrenmiştim, bir ilişki bittiyse birinin bir tarafın hep haklı olması lazımdı. Sırtımda taşıdığım ağırlığın farkında değildim.

Öfkeliydim çünkü canım yanıyordu. Bir yandan haklılığımın tasdiklenmesini istiyor, diğer bir yandan da halen olmayanı çekiştirmeye devam ediyor ve bırakmak istemiyordum. Bir şeyler “benim” olmazsa tutunarak orasından burasından çekerek benim yapabileceğimi sanıyordum. Ve sanıyordum ki, elimden geleni yaparsam, çekiştirmeye devam edersem her şey eskisi gibi olacak.  Hayatımın en derin uyanışlarından birini o zaman yaşamıştım. Aslında hiçbir şeyi çekiştirmek istemiyordum, sadece bilindik kendi konfor alanımda kalmayı tercih etmeye çalışıyordum. Kalbimde zaten o ilişki için ayırdığım yer kalmamıştı, sadece öfkeliydim ve öfkem her yere dağıldığı için ne hissettiğimi algılayamıyordum.

Seneler sonra idrak ettim: Hayatımdaki herkes, hayatıma bir şekilde giren herkes elinden gelen her şeyi yaptı, bazılarıyla yollar ayrı düştü, bazılarıyla düşmedi, bazıları kalbimi çok acıttı, hiç iyi gelmedi, bazıları mutlu etti. Yani aslında insan hayatına  kendi penceresinden bakma inadını bırakıp, gerçekten karşındaki insanı görmeye istekli olursa zaten öfke de kalmıyor, ortadaki sevgi büyüyor. Çünkü gerçekten karşındaki kişiyi görmek istediğinde bütün yönlenmelerini, acılarını görebilmeye başlıyorsun, evet gördüklerini kabul etmek, zor!

Neden bu elma sarı, neden bu elma yeşil, neden bu elma kırmızı? Neden bu ağacın dalları daha uzun, diğerinin daha kısa? Şimdi suçlu var mı? Gerçekten suçlu var mı?

Hayatımıza giren herkes aslında bir şeyleri göstermek, öğretmek için giriyor. Bazılarıyla o öğreti bitene kadar yol birliği devam ediyor, bazılarıyla öğreti bitse de yol birliği bitmiyor. Yani koca yaşam biz bir şeyleri öğrenelim diye bazen kolay, bazen zor yoldan bize hep rehber gönderiyor.

Hayatımın uzun bir döneminde bir şeyleri orasından burasından çekersem istediğim gibi olur sandığım çok oldu. Sanıyordum ki, koca yaşama hükmün geçebilir. Sanıyordum ki, elimden geleni yaparsam, koca yaşamın akışı değiştirebilirim. ELİNDEN GELENİ YAPTIKTAN SONRA HİÇBİR ŞEY BENİM ELİMDE DEĞİL. EĞER KENDİNDEN BÜYÜK OLANA GÜVENİYORSAN BUNUN RAHATLATICI BİR HİSSİ VAR

Eminim senin de hayatında çekiştirdiğin bir konu vardır: İlişkin, işin ya da bilmiyorum başka bir konu… Cesaretle gerçeğe bakmaya ne dersin? Biliyorum can yakıyor, ama tutunmadan var olabilmenin özgürlüğü de tam buradan geliyor.

Şu an kime öfkeliysen ya da kırgın hissediyorsan bil ki o kişi elinden gelen her şeyi yaptı, yapıyor. Ama bu kadar yapabiliyor. Kahve bardağının içindeki kahvenin çay olmasını bekleyen senden başkası değil!

Sen de elinden geleni yaptın, yapıyorsun. Ama bu kadar yapabiliyorsun.

Gerçekten suçlu var mı?

İlginizi çekebilir: İyileşme dediğimiz düz bir yol değil

Özde Çolakoğlu Yoga Eğitmeni
Çalışma Ekonomisinden mezun oldu. Mezun olduktan sonra metin yazarlığı, editörlük, sosyal medya uzmanlığı gibi farklı alanlarda uzun yıllar çalıştı. 2009 yılında yoga ile tanışmasının ... Devam