Aşkı “gerçek” yapan aşkta neye odaklandığımızdır

Nereden baktığımıza göre şekillenir hayat… Bazen yaşlı gözlerle bakarız; bir kayıp yaşadığımızı düşünürüz. Çok sevdiğimiz bir adamı veya bir kadını hiç de düşünmediğimiz bir anda kaybedivermişizdir… Çokça düşlediğimiz o çocuğu dünyaya getirememişizdir. Sonra çok isteyip de sevdiğimizi bir türlü söyleyememişizdir… 

Sonra çok isteyip de sevdiğimizi bir türlü söyleyememişizdir…

Bazen de tam tersine gözlerimizden kıvılcımlar çıkarak bakarız hayata; o çok istediğimiz kadın veya adam hayatımıza gelmiştir işte. Aşkla dolmaktadır her anımız. İçimiz dışımız nefesimiz varlığımız aşk olmuştur. Sonra birden kendimizi nişanlı, evli düzenli, hani hepimizin bildiği o “evli, mutlu, çocuklu” halimizle buluveririz…

İşte ben bu yazımda hayata baktığımız kadar ilişkilerimize ve aşklarımıza nasıl baktığımıza odaklanalım istiyorum sizlerle. Aslında daha çok “neye” baktığımıza, neyin bizler için “gerçekten” önemli veya önemsiz olduğuna. Neyin değer yaratmak üzere kalbimizin en derin noktalarına kadar ulaşabildiğine…

Hemen gözlemlediğim örneklerle başlayacağım. Bir grup gözlemleyebiliriz, aşkta odak noktası “maddi” getirileridir. Diğer bir anlatımla “hediye” alınan parfümler, saatler, yüzükler, kolyeler, cüzdanlar ve burada bir paragraf kadar yazabileceğimiz şeyler… Duyabileceğimiz en büyük şikayetler genel olarak “bana şunu almadı“, “bu yıl dönümünü unuttu bana hediye bile almamış“, “bana özen göstermiyor“, “bana çok istediğimi söylediğim o çantayı bile almıyor” gibi genel olarak “maddi” bir kaynakla aşk olmayı, sevgi olmayı, gerçekten sevip sevmemek noktasını “karşılaştırabilen” bir görüşle bakarız aşka…

Aşkla dolmaktadır her anımız. İçimiz dışımız nefesimiz varlığımız aşk olmuştur.

Sonra bu şikayetler giderek daha da artar, hatta “karşılaştırma” noktası giderek daha da büyük hale gelir. Alınmayan şeyler birikir, sağlanamayan “maddi” kaynaklar giderek ağırlaşır ve bir bakarız ki ortada aşktan sevgiden yana bir şey kalmamış. Varsa yoksa “olmayanlar” ilişkinin gerçeği oluvermiş. Bu noktada hala gelen tehlikeyi fark etmeyiz. Şikayetler dozu artarak devam eder ve bir gün bakarız ki o ilk gün “aşk” ile baktıklarımıza (ve bu kadın veya erkek fark etmez) “ne olmadı, nasıl olmadı?” diye “sorgulayarak” ve “kaybetmiş” olmanın verdiği yaşlı gözlerle bakarız… Çünkü bunca zaman tek görmeye niyetli olduğumuz şey “alınmayan” yani o kişiden bize ulaşmayan maddi kavramlardır… Oysa aldığımız sevgiye, paylaşımlarımızın kalitesine, bir ilişkinin bize öğretebileceklerine kısacası o “insanın” hayatımızda olmasının sağladığı güzelliklere “bakamıyoruzdur”; odağımız “maddiyat” olarak kitlenip kalmıştır…

Bu sadece bir örnek, peki bizler başka nelere odaklanırız aşkta, sonra da yine sorgularız “ben nasıl bu noktaya geldim?” diye? Örneğin kızdığımız zaman “gidiyorum” deriz değil mi?İstediklerimiz olmadığında, rahatsız olduğumuzda bunları açıkça konuşmak ve karşılıklı çözüme ulaştırmak yerine tehditler savururuz “ben gidiyorum“. Veya öylece ağzımızdan çıkıverir “ben bu nişanı bozuyorum“, “ben seninle evlenmiyorum“, “ben bu evliliğe bir son veriyorum artık senden bıktım“… Bu kelimeler bu “bitirmek” ile ilişkili cümleler “sesli” olarak tekrar tekrar söylenir değil mi? 

Sonra bir gün bakarız ki gerçekten “gidiyorum” diyen gitmiştir, “bu evliliği bitireceğim” diyen bitirmek üzere yola çıkmıştır, “evlenmiyorum” diyen ayrılmıştır… Bunlar olmasa bile bu kelimeler bir ilişkide karşılıklı olarak ekilen tohumlar gibi “bir noktada” yankılanmaya devam eder… Bizler ne yazık ki farkına bile varamayız… Bir bakarız “o” öylesine savurduğumuz “tehdit” ettiğimiz şeyler oluvermiş… 

Sonra bir gün bakarız ki gerçekten “gidiyorum” diyen gitmiştir…

Sonra döneriz ve bakarız; “ben bu noktaya nasıl geldim?” diye sorguladığımızda aşkta bakış açımızın son dönemde neye ve nasıla odaklandığına, sevgimizde “neyi” çokça söylediğimize neye “dikkat çektiğimize” bakmamız gerekir… Çokça kez söylemişizdir “gidiyorum” ve işte oluverir… Kim yaptı diye düşünmeye gerek yoktur; suçlu yoktur; çünkü aşkı bu noktaya getiren, gitmeyi, ayrılıvermeyi, evlenmemeyi, bırakmayı kısacası “aşkı bitirecek” tüm o muhteşem mesajlarımızı veren kişi yine bizlerden başkası değildir…

Bakın sevgili Mustafa Kartal İzin Ver Olsun isimli eserinde düşünceyi ve odaklandığımız kavramların hayatımız üzerindeki etkisini nasıl açıklıyor:

…Düşünmeye başladığımızda beynimizdeki hücrelerin her biri, çevrelerindeki 10 bin ile 26 bin hücre ile bağlantı kurar. Belli bir konu üzerinde düşünce geliştirildiğinde, hücreler arasındaki bağlantı hemen hemen bütün beyni kapsayacak düzeye erişir. Bu birleşmeler sonucudur ki düşünülen şey her neyse, onunla ilgili biyomanyetik dalgalar güçlenerek madde bilincini etkileyecek hale gelir.

Bu düşünce yoğunlaşmasında beynimizde 10-13 trilyon hücre arasında bağlantı kurulmaktadır. Dolayısıyla beynimizdeki biyoenerji veya biyoelektriksel güç bu bağlantı oranında artmaktadır. Bir hücre 0,002 miliamperlik güce sahip olduğuna göre bunu 10 veya 13 trilyon ile çarparsanız bir düşünce yoğunlaşmamızda beynimizde oluşabilen biyoenerji veya biyoelektriksel gücü hesaplamış ve görmüş olursunuz. Bunun için öncelikle düşüncelerimizi sık sık denetim ve kontrol altına almamız gerekir ki kuantum düzeyde madde bilincine verdiğimiz kesirlerin farkında olarak istediğimiz yönde kullanabilelim.

Hayatımızda düşüncemizin gücü bu derece önemli iken “aşk” gibi düşüncelerimize muhteşem duygularımızın da katıldığı noktada düşündüklerimiz katlanarak artan bir güç haline gelirler. Ve bu yüzden bizler ilişkilerimizde, evliliğimizde veya aşkımızda “neye odaklanırsak”, neyi tekrar tekrar düşüncemizde oluşturursak, sözlerimize döktüğümüz sevgi, aşk, birliktelik, aile ise ve bunları büyütmekteysek onlarla karşılaşırız. Fakat diğer yandan odak noktamız “eksiklikler” ise veya açıkça istediklerimizi söyleyemiyor ve sürekli “içerliyor” isek, bununla kalmıyor ve terk etmekle, bırakıp gitmekle, ilişkiye son vermekle tehdit ediyor isek (yani büyüttüğümüz düşünce ayrılık ise) işte bununla da karşılaşırız…

Bugün bu yazımı okuyorsanız ilişkilerinize “neye odaklandığınız” ve neyi büyüttüğünüz gözüyle sorgusuyla bakmanızı dilerim… Sık sık kendinizi şikayet ederken mi bulunuyorsunuz veya aşkınızı anlatırken büyüttükleriniz olumlu düşünceler mi? Etrafa tehditler savurarak karşınızdaki kişiyi sizi “kaybetmek” korkusu ile mı sınamaktasınız? Bu aşkın aşk olması “sınırlarına” yakışan bir yaklaşım mıdır?

Siz neyi büyütürseniz aşk size katlayarak geri verecektir; dilerim ki siz kalbini büyütenlerden ve sevdikçe daha çok sevilenlerden olursunuz… Siz “odağınızı” aşktan çevirmeyin yeter…

 

İlginizi çekebilir: Şubat ayı geldiğinde haydi soralım korkmadan: Ben aşkın neresindeyim?

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam