Anda kalmanın büyüsüne nasıl kapıldım: Anlara sahip çıkmanın verdiği gücü keşfedin

Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba! Epey bir zamandır içime dönmüştüm. Nedenini bilmediğim bir şekilde “Kabuğuna çekil” sinyalimi dinliyordum. Normalde bu tip durumları kış aylarının hüznü ile kucaklardım, ancak sanırım şimdilerde hayatımıza giren “yeni normal” kavramı ile benim de mevsimlerim şaştı.

Şimdi diyeceksiniz ki -ya da demeseniz bile ben diyeyim- bu içe çekilme ile ne gibi kazanımlar elde ettin? Cevap veriyorum: Hiç. 

Çünkü bu sefer ve sanırım ilk kez, herhangi bir beklentim olmadan, sadece o an öyle istediğim için, ruhum bu sefer eylemsiz kalmak, herhangi bir duygu tanımlamak istemediği için öylece durdum.

Öyle ya… İlla da bir sonuca varmam gerekmiyordu ki. Bu sefer de buradan bir sonuçla ayrılmadan yoluma devam etmeyi deneyimledim. Çok başkaydı benim için. Varmak istediğim bir yer olmadan yaşarsam kendimi hep yönsüz hissedermişim gibi gelirdi önceden, ama hiç de öyle değilmiş.

Hatta tam tersi bu yönsüzlük hali benim daha da hafiflememi sağladı. Bu hafiflik benim daha da özgür düşünmeme yol açtı. Hayata geçirmek istediğim projem için adımlar attırdı. Sağlam kafa, parlak, dingin zihinle buluşunca daha da yaratıcı oldum sanki. 

Bir de geçmiş yazılarıma baktım. Neler anlatmışım, iç döküşlerim hangi konulardaymış, epeyce analiz ettim. Yine boş durdum dediğim halimle bile bir aksiyon içindeymişim gördüğünüz gibi… 

Yazılarımda en çok “değer verme-değer görememe” dengesine vurgu yapmışım. Çoğunlukla da kendi değerimi bulma çabamı anlatmışım sizlere. Baktım ve gördüm ki bu da tıpkı yukarıda anlattığım gibi beklentiyi bırakınca benimle bütünlendi. Yaptığım yanlışları gördüm böylece. Kendimi ağır eleştirmelerimin insanlara nasıl da cesaret verdiğini mesela. Neden ilk yumruğu hep kendime atıyordum ki? Evet, eleştirmeliyim kendimi, biliyorum, ancak ya iyi yönlerim? Ya beni ben yapan biricik özelliklerim? Onları da hiçe saymak haksızlık değil miydi?

Evet, öyleydi. Hatalı da olsam görüyorum ve kabul ediyorum. Ben buyum. Kimi zaman kendini unutacak kadar bir başkasını merkezi yapan ben, kimi zaman gerçekten yanlış olduğunu düşündüğü bir konuda sınırlarını kalın duvarlarla çeken ben.

Gördüm ki kendi merkezime dönüp bu bana zarar verir gibi görünen davranış kalıplarımı da kabul ettikçe, daha da yörüngeme oturdum. Tıpkı yere düşünce dakikalarca kendi etrafında dönen sonra da sakinleyen bir tencere kapağı gibi, önce çok gürültülü düştüm, sonra da duruldum. Baktım ki düşsem de, kalksam da bu hayatta beni ben yapan bu özelliklerimle varım. Beni seven insanlar da, gerçekten yanımda olanlar da böyle kabul etmiş zaten. Bundan daha güzeli var mı?

Ben ancak kendim istemezsem vazgeçerim her neyden vazgeçmek ya da neye dönüşmek istersem. Oh be! Sonunda rahat nefes alabildim sanırım. Birazcık bu sapakta durup manzaranın tadına varmak istiyorum.

Daha önceki yazılarımda hep değer görmek için kendimden çok verdiğimden ve bunun bana nasıl da hayal kırıklıkları yaşattığından bahsetmişim. Gerçekten de şu zamana kadar biriktirdiğimi sandığım bütün dostlukların ardında bu ve bunun gibi kırık anılarım var. Hepsini birer kutuya koyup istediğimde hatırlamak üzere rafa kaldırdım.

Gördüm ki değer görmek öyle alma-verme dengesinde keskin çizgilerle belirlenecek bir durum değilmiş. Zaten yanımda olmak isteyenler benimleydi. Herkese ve en önce de kendime yeteri kadar değer verince, zaten bütün şaştığını sandığım dengeler mucizevi bir şekilde rayına oturuyordu. Bunun birçok örneğini yaşamıştım ve bence artık bunu anlamam için evrenin bana daha çok mesaj göndermesine ihtiyacım yoktu. Etrafımda, gerçekten benim duygularımı önemseyen insanlar vardı. Bunun için binlerce kez şükür.

Bir arkadaşım geçenlerde, “O gün gözlerimde yeterince pırıltı göremediği” için benim en sevdiğim şey olan kahveyi alıp masama bıraktığında… “İşte bu kadar basit” dedim. Mutlu etmek de mutlu olmak da anlardan ibaret ve bizler bu anlara sahip çıktığımız sürece hayat da bizi ödüllendirmeye devam edecek.

Ben bu yazıya başlarken aslında biraz konfor alanı ile risk almak üzerine yazacaktım, ancak kendimi teslim olmaya öylesine kaptırdım ki konu buralara kadar geldi. Sanırım artık bir başka yazımın konusu olacak. Şimdilik ben sizlere, kendimi ana bırakarak hayatın bana hazırladığı sürprizleri kucaklamaya hazırlandığım bir dinginlik sürecini bitirdiğimi ve şimdi güzelliklere kucak açmaya hazır olduğumu yine en sevdiğim yerden duyuruyorum…

Haydi gelin hep beraber anın gücü ile ipleri atalım denize. Ayrılalım sıkı sıkıya bağlandığımız her bize iyi gelmeyen duygudan.
Ne dersiniz? Benimle misiniz?

İlginizi çekebilir: Bir yanım bahar bahçe, bir yanım fırtına: Yolumuzu kaybettiğimizde bize ne yol gösterir?

Pınar Tümkaya
Selamlar, ben Pınar Tümkaya. 1984 senesinde sevimli bir Akdeniz kenti olan İskenderun’da doğdum. Çukurova Üniversitesi İktisat Bölümünden 2007 senesinde mezun olmadan hemen önce hep ... Devam