Yorumdan yargıya, yargıdan anlayışa giden yol: “Ben olsaydım”

Sadece oturduğumuz yerden yargılarız bir şeyleri… Örneğin geç saatte tek başına kahve içmekte olan yakışıklı genç, “kesin yalnızdır” diye düşündürür bizleri değil mi? Belki de henüz ayrılmıştır sevdiği kişinin, sevgilisinin, nişanlısının veya eşinin yanından. Bu sonuca vardığımızda onun nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilemeyiz… Veya tek başına “geç saatte hala bilgisayarı önünde açık olan sevgili beyefendi, başka bir uğraşınız yok mu” diyebiliriz, “konuşacak bir dostunuz, bu saatte gitmeye çalışacağınız bir eviniz belki davet alacağınız bir dost sofranız yok mu”?

İşte bu kadar kolaydır dışarıdan baktığımızda yargılara varmak? Peki önce yargıladık sonra neler gelir “ben onunla aynı konumda olsaydım şöyle yapardım, böyle olurdum, böyle olmazdım, bunu hiç kabul etmezdim, evet demezdim, hayır der geri çevirirdim” gibi yaşamadan asla bilemeyeceğimiz birçok “yorum” gelir değil mi o sevgili yargılamalarımızın hemen ertesinden…

Peki bu yorumlar sizce ne kadar doğrudur? Yani bizler tam olarak öncelikle yargıladığımız ve sonrasında yorumladığımız kişiler ile tam olarak aynı koşulları aynı yaşanmışlığı aynı oluşu aynı kaderi aynı seçimleri yaşamadan nasıl böyle kolaylıkla haklarında “karar” verebiliriz? Doğru veya yanlış yaptıklarına, yeterince “iyi” olamadıklarına nasıl varabiliriz? Sadece bu kadarla bitmez; tabi ki “yapamadıkları” veya “olamadıkları” için suçlarız da, hepimizin potansiyel hayat kriterimiz oluverir “iyi” bir eş olmak, “iyi” bir anne olmak, “iyi” bir kariyere sahip olmak. Peki ya “olduğumuz gibi olmak” nereye gitmiştir, sadece tüm bunları olmak için verdiğimiz çaba bile takdir edilmeye değmez mi, bizler de aslında tüm diğerleri gibi yaşamaya çalışıyoruzdur sadece değil mi? Ama yine de “diğer” kişiyi yargılamaya devam etmek hakkını görürüz kendimizde…

Hemen kendi hayatımdan bir örnek ile açıklayabilirim. En çok anne ve babamız için yaparız, belki haddimiz olmadan belki ne dediğimizi öyle iyice bir düşünmeden, belki yaşımız o vakitler aklımızın ermesine yetmediğinden ve henüz hayat bizi onlar kadar yormadığından… Örneğin uzun süre anne ve babamı beni hayatta yeterince korumadıklarını düşünerek suçlamıştım. Fakat bugün görüyorum ki eğer benim istediğim derecede korumacı olsalardı, bugün olduğum halimle tek başıma adım adım tüm dik yokuşları aşarak, tüm çamurlu yolları yürüyerek ve en önemlisi yağmur fırtına demeden sadece ilerlemeye devam ederek bu hayatı yaşamaya gayret gösteremezdim. Nasıl bu kadar enerji bulabiliyorsun diye soranlara tek bir cevabım var aslında o derece korunmadım ki bunların hepsi kendi kendimi koruma mekanizmalarım, hepsi içime döndüğümden, hepsi kendi kendime çokça sorguladığımdan, hepsi içimde ve “kendi başıma” yaşamayı oldukça zorlu da olsa öğrenmiş olduğumdan…

Sonra mükemmeliyetçilik vardır örneğin, benim ailemde olduğu gibi. En iyi notları alsak da anne ve babamız daha da iyi olalım isterler değil mi? Hiç takdir edilmediğimden bazen yakınırım, bir çocuğu takdir etmenin ona hayatta olduğu için bile teşekkür etmenin gücünden. Bugün görmekteyim ki evet takdir edilmedim ama hayatta yaptığım hiçbir şey için takdir beklemeden hep en iyiyi yapmaya çalışmayı öğrendim. Aslında anne ve babamın bilmeden bana aktardıkları bu durum bugün korkmadan sonu ne olur diye düşünmeden sadece içimden geldiği gibi denemek, yanılmak, tekrar denemek ve tekrar yanılmak ama asla korkmamak halini oluşturdu…

Evet bir dönem çokça yargıladığım eski eşim, ben olsam şunu yapmazdım, ben olsaydım böyle yapmazdım, neden bunu bana söylemedi, bunu bana neden açıklamadı gibi çokça düşündüğüm nokta olmuştur. Fark edeceğiniz üzere hepsi geriye dönük ve hepsi “olanı kabul etmemeye” değiştirmeye ve “yaşayan ben olmasam da” gerçekleşeni eleştirmeye, yargılayıp yontmaya yönelik… Son günlerde karşıma çıkan bir tecrübe bana gösterdi ki “ben yaşamam, ben yapamam, benim başıma gelmez” dediğiniz her duruma düşebilirsiniz (yani bu durumlar ile belki bilinçsizce de olsa seçiminiz de olmasa karşılaşabilirsiniz) ve ancak bu gerçekleştiğinde ben aynı hissi anlayabildim. O dönem kendisini belki suçladığım, hatta kendimi kurban yerine koyarak nasıl bir insan bunu bile bile bu davranışı seçebilir dediğim seçim noktasına evet ben de aynı şekilde geldim…

Fakat yine de bir şansımız var, çünkü seçmek bize verilmiş bir haktır. Ben bana ait olanı, kimse bilmese de kendi vicdanım ile baş başa kaldığımda rahatça evet zor oldu ama ben kendime dürüst olanı seçtim diyebileceğim bir seçim yaptım. Ve o an anladım ki bir dönem yargılar ile yorumlamalar ile “gerçekten yaşamadan” çok yakın olduğumu düşündüğüm ve hatta en iyi arkadaşım olarak gördüğüm bir insanın bile neden bu tercihi yaptığını ancak ve sadece aynı durumu “yaşadığım” zaman anlayabildim…

Bu yüzden hayatta aynı durumu yaşamak evresi bilmek halimizdir, dışarıdan baktığımızda anne veya baba olmadığımız bir konumdan anne – babamızı yargılamamız, biz olsak neyi daha iyi yapacağımız konusunda saatlerce konuşmamız mümkündür. Fakat görmemiz gerekir ki hepimiz yaşadığımız hayatları en iyi şekilde yaşamaya çalışıyoruz. Bu yüzden bugün tam olarak aynı durumu yaşamadığınız, aynı seçimlerden geçmediğiniz, aynı şekilde büyüme fırsatına sahip olmadığınız veya aynı geceleri aynı gündüzleri görmediğiniz kim var ise, bir kez daha detaylı bakmanızı diliyorum, bir gözlükle değil sadece olduğu gibi, yorumlamadan, yargılamadan, kendiniz ile karşılaştırmadan…

Tüm düşüncelerinizin muhteşem bir şekilde değiştiğini göreceksiniz; çünkü hepimiz yaşadığımız hayatlarımızı, karşılaştığımız zorlukları ve en önemlisi bize bahşedilmiş bu güzel hayatımızı “en iyi” şekilde yaşamaya çalışıyoruz…

Yazarın diğer yazıları için tıklayın. 

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam