Umut afyondur !

Yazılarımı takip edenler, başlığı okuduklarında kendimle çeliştiğimi düşünebilirler. Bir itirazım yok, düşünsünler ama okumaya da devam etsinler; çünkü yazının sonunda hiç de öyle olmadığını anlayacaklar. Umudu boş vermek, kişisel dönüşüm, hedef belirleme ve o hedeflere ulaşmak konusunda çok etkili bir yol.

Mesela “Benim hâlâ umudum var” cümlesinde asıl dikkat edilmesi gereken kelimenin “hâlâ” olduğunu düşünüyorum. Yani sayısız şey gelmiş kişinin başına, tabiri caizse bir kulağının arkası kalmış ama “hâlâ” umudu var. Yok mu canım kardeşim umut etmekten başka yapacak bir şeyin? Ya da daha beteri: “Umut, fakirin ekmeği”. Daha ezik bir cümle duydunuz mu hayatınızda? O kadar fakir ki, ekmeği bile umut adamın.

Şakası bir tarafa; “Umut” kelimesi kulağa ne kadar olumlu geliyorsa yarattığı etki o kadar olumsuz aslında. Kişiyi harekete geçiren bir kavram gibi gelebilir umut, ama lütfen yanılmayın: Umut; sizi daima konfor alanınızda tutmaya ant içmiş, farklı ve benzersiz ihtimalleri görmenizi engellemek için çalışan ve aksiyona geçmek konusunda sizi durduran içsel sabotajcınızın korkunç oyuncaklarından biri. Konuyu açacağım ama önce şu içsel sabotajcı dediğimiz şeyin ne olduğuna bakalım.

Sabotajcınızı bulun ve tanıyın!

Çünkü eğer onu tanımazsanız, bilin ki sizi öldürecek, hem de yavaş yavaş, siz farkına bile varmadan! İstisnasız tüm insanlarda bulunan 4 ana arketipten (insan kültürünü oluşturan yapı taşları) biri “Sabotajcı”. Eğer onu tanıyıp, müttefikiniz haline getirmezseniz başarımızı engellemek için gereken tüm kararları kendi kendinize alacaksınız demektir. Ama eğer onu keşfeder ve tanırsak işler değişiyor. Bu yüzden sabotajcınızı bulup onu tanımanız önemli.

Bunun için ilk bakmanız gereken yer içsel çelişkileriniz:

  • Bir karar verdiniz ama o kararı uygulamak konusunda bir türlü adım atamıyorsunuz.
  • İltifat ediyorlar ve siz iltifatı kabul etmekte zorlanıyorsunuz.
  • Etrafınızda sizi seven onlarca insan olmasına rağmen (aileniz, eşiniz, en yakın arkadaşınız vb.) yalnız kaldığınızda kimsenin sizi sevmediğine inanıyorsunuz.
  • Harika bir biçimde farkında olduğunuz yetenekleriniz var ve siz hiçbirinin peşinden gitmiyorsunuz.
  • Uzun zamandır planladığınız o zamanı nihayet kendinize ayırmak üzeresiniz. Bir arkadaşınız arıyor ve sizi çağırıyor, siz de üzülmesin/kırılmasın/kızmasın/bozulmasın/darılmasın diye “Hayır” diyemiyorsunuz.

% 100 bir kesinlikle bilin ki, sabotajcınız devrede. Bunu bildiğiniz anda da detaylara dikkat kesilmeniz çok önemli.

Sabotajcıyı yakalamak

Bu içimizdeki pis herif, ne yapıyor ona örnekler verelim ki yakalamamız kolaylaşsın:

  • Patronun gözüne girmek için ona yaltaklanmanıza ya da babaya hoş görünmek için biraderi satmanıza vesile oluyor.
  • Birisi iyi hissetsin diye sizin içinizden gelmese bile zorla ilgi göstermenize neden oluyor.
  • “Aman ortam gerildi, yumuşatmak lazım” endişesini içinize basıp sizi boş boş konuşturuyor.
  • Birilerinin sözünden çıkarsanız çarpılacakmışsınız hissi yaratıp sizi gönüllü köle ediyor.
  • Sürekli bir onay alma ihtiyacı yaratıyor.
  • “Neyin var? Yoksa bana kızgın mısın?” gibi manasız cümleleri kurmanızın sebebi sabotajcınız.
  • Birilerini etkilemek için söylediğiniz ya da yaptığınız o aptalca şeyler var ya. Hah! Sabotajcınız iş başında.
  • Dedikodu mu yapıyorsunuz, kafayı çevirin içeri; çünkü sabotajcı orada.
  • Mazeretler, bahaneler dökülüyor ağzınızdan. Suflör kim? Bildiniz: Sabotajcı!

Dedim ya pis herifin teki, say say bitmez yaptıkları. Onu yakalamanızı kolaylaştıracak yollardan biri de ona sizden ayrı bir isim vermek. Ben, benimkine sizin de çoktan anlamış olduğunuz üzere “Pis Herif” diyorum.

Ve bakın, bu arkadaşın herkesin içinde mevcut olduğu bilgisi kesin bilgi. Daha detaylı öğrenmek isteyenler arketipleri inceleyebilirler. Konuyu dağıtmamak için kısaca şu bilgiyi vereyim: Eflatun’un (Plato) ortaya koyduğu ve Carl Jung’un da tüm birikimini döktürmek suretiyle detaylandırdığı hepimizde var olan arketiplerden birinin adı ne biliyor musunuz? Sabotajcı.

Sabotajcıdan muhafıza

sabotajcı
İçinizdeki sabotajcıyı yakalayıp kontrolü ele aldığınızda bu durum size faydalı olabiliyor.

“Eğer onu keşfeder ve tanırsak işler değişiyor.” demiştim ya, hakikaten de o pis herifi yakalayıp, tanıdığımda aslında bana son derece faydalı olabileceğini fark ettim. Siz de fark edeceksiniz; çünkü arketiplerin bir gölge bir de aydınlık tarafları var. Sabotajcıyla tanışıp kontrolü ondan geri aldığınızda, kendisinin aydınlık tarafı devreye giriyor ki, bu sayede sizi sabote etmeyi durdurup sizi korumaya başlıyor.

Hatırlayın; sabotajcınız öncelikle korkularınızla hareket ediyor, bu yüzden aşağıdaki soruların cevaplarını bilmek çok işinize yarayabilir. Hepsini tek tek cevaplamak isteyebilirsiniz:

  • Övgü ve iltifatları ilk duyduğunuzda küçük de olsa bir rahatsızlık duyuyor musunuz?
  • Nelerden korkuyorsunuz? Hangi korkularınız sizi adım atmaktan alıkoyuyor?
  • Kendinizi sabote ettiğinizi fark ediyor musunuz? (Bahaneler, dedikodu, mazeretler vb. ile)
  • Yarım bıraktığınız çok şey var mı?
  • İsteklerinizin/tutkularınızın peşinden gidiyor musunuz yoksa bunu ertelemek için çok sayıda sebebiniz mi var?

Sabotajcının ağzına yüzüne bir tane çarpıp “Sus! Pis herif!” diyebilmeniz için iş başına geçtiği durumları bilmeniz çok önemli ve yukarıdaki sorular da onun iş başına geçtiği durumları fark etmenizi sağlayacak. Sabotajcının, aslında size faydası olacak şeyleri ertelemenizi sağlamak üzere kullandığı bir diğer gereç de yazının başında söylediğimiz gibi “Umut”.

MERU’nun söylediği

Yaklaşık 6 aydır zihnimde dönüp duran bir kısa cümle “FUCK HOPE!”. Geçen hafta Renan Öztürk’ün muhteşem belgeseli Meru’yu seyrederken bu kısa cümleyi Uplifers yazısına dönüştürmek düştü aklıma. Meru’yu izlemediyseniz mutlaka izleyin: Muhteşem manzaraların yanı sıra; “Adanmışlık nedir, neye yarar?”,  “Takım olmak ne demektir?”, “Hedef koymak size nasıl fayda sağlar?”, “Düştüğünüz zaman nasıl ayağa kalkarsınız?” gibi birçok sorunun da cevaplarını bulacaksınız.

meru
Meru, daha önce kimsenin ayak basamadığı o zirveye tırmanan 3 dağcının hikayesini anlatan muhteşem bir belgesel.

Bu muhteşem belgeselde, son 30-40 yıldır elit ve tecrübeli dağcı ekiplerinin rüyalarını süsleyen ama tüm denemelerin de başarısızlıkla sonuçlandığı bir zirve olan Meru Dağı’nın ‘Köpek Balığı Yüzgeci’ne yapılan bir tırmanma denemesinin gerçek hikâyesini ve gerçek görüntülerini izliyoruz. İlk deneme başarısızlıkla sonuçlansa da belgeselin sonunda, daha önce hiç kimsenin ayak basmadığı o zirveye ulaşan 3 adamı film boyunca yakından tanıyoruz.

İlk denemede zirveye sadece 100 metre kala geri dönmek zorunda kalıyorlar mesela. 6300 metre boyunca dik granit dağın tepesine, onca zorlukla 90 kilo yük taşıyorsun; 6400 metrelik zirveye 100 metre kala geri dönme kararını veriyorsun. Ve orada kimse ertesi gün için “Benim hâlâ umudum var” demiyor, çünkü o aptalca umudun kendisini öldürebileceğini biliyor.

Renan felaket bir kaza geçiriyor. Kafatasını öyle bir kırıyor ki; içine hava doluyor, beynin sağ lobuna kan götüren damarlar çalışmaz hale geliyor ve yetmezmiş gibi iki omurunu da kırıyor. 5 ay içinde ayağa kalkıp tekrar güçlü bir şekilde Meru Dağı’na tırmanmasını sağlayan şeyler; önce koyduğu hedef, sonra azim ve adanmışlıkla çalışma ve nihayet takım arkadaşlarının ona olan inancı ve desteği oluyor. Umut değil.

Umut afyondur

Umut; henüz adını bile koymadığınız bazı beklentilerinizin size bolluk, mutluluk, güvence, iyilik getirebileceğine dair kesinlik ve netliği olmayan geleceğe dönük bilişsel bir çapadır.

Anlaşılmıyor mu?

Umut sizi uyuşturur! Bir gün her şeyin yoluna gireceğini düşünmenize ve rahatlamanıza neden olur. Doğru anlaşılmak isterim: Her şey yoluna girecektir elbet! Sadece her şeyin yoluna girmesini sağlayan şey; inanç, güven ve teslimiyetle atılan adımlardır, televizyonun karşısına geçip bunu umut etmek değil!

Altını ısrarla ve kalın kalın çizmeliyim: Güçlü bir inanç sahibi olabiliriz ve olmalıyız da. Yani olan her şeyin, şu anda somut bir örnekle görüp bilemesek ve idrak edemesek bile, bir sebebi olduğunu bilip bunun farkında davranmak inançtır, imandır. Bunu umutla karıştırmayın. Böylesi bir inanç; hayra dair oluşların hayatımızda yer alması için şerre izin verecek olgunluğu göstermeyi gerektirir. Belirsizliğin içinde bile olsak ışığımızı yaymaya devam edecek kesinlik ve güven o inançlı teslimiyetten gelir.

Oysa umudun içi boş. Ruhumuz, umut edilen şey gerçekleşmeyince isyana hazır. Umut geleceğe odaklıyken her şey şimdi ve burada. Umut öyle tuhaf bir şey ki, o yoksa umutsuzluk var olacak zannederiz ve bu, “ikilik” inancına hizmet eder, oysa hakikat tektir. Herhangi bir konuda herhangi bir ikilik yaşanıyorsa emin olacağınız bir şey var: Hakikatten uzaktasınız!

Neden biz Allah’ım!?

Doğru cevapları almak için doğru soruları sormak gerek.

“Umut mu, umutsuzluk mu?” sorusu karşısında sıkışan yüreğinizi ve bir an evvel “UMUT!” diye cevap vermek isteyen zihninizi sakinleştirin ve gelin doğru soruyu soralım: “Umudun da umutsuzluğun da olmadığı yerde ne var?” Bunun cevabını bir düşünelim isterim. Umut da umutsuzluk da yoksa mutlak surette olan tek şey sizin varlığınız! Varlığınız umuttan ve umutsuzluktan bağımsız ve her koşulda siz mevcutsunuz. Olan bitene anlam vermekten vazgeçip sadece olanı kabul ettiğinizde, üstünüzden oldukça ağır bir yükün kalktığını fark edeceksiniz. Hayatı kontrol etme gayretinden kurtulacaksınız. Zaten düşününce oldukça saçma bir gayret bu, öyle değil mi?

Örnekle anlatayım; 1991’den 2007’ye kadar geçen 16 yıl boyunca tüm ailemi etkileyen, inkâr edilemez bir durum söz konusuydu. Annem kolon kanseri olmuştu ve tedbir amaçlı yapılan radikal tedavilerin yol açtığı sayısız komplikasyonla mücadele ettiği, bazen iyi bazen felaket hissettiği ama hep sıkıntılı 16 koca yıl boyunca babam ve ben elimizden geldiğince ona destek olmakla ilgilendik.

O yıllarda sorulacak en yanlış soru “Neden ben/biz Allah’ım?” idi. Ve biz uzunca bir süre bu aptalca soruyu sormaya devam ettiğimizden dolayı aptalca cevaplarla kendimizi kurban rolüne koyup durduk. Bir diğer yanlış soru ise “Umut var mı?” sorusuydu. Bu sorunun hakiki bir cevabı olmasa bile sanki umut varmış gibi yapıyorduk. Her aksi gelişmede “Umutlarımız yıkılıyor” ve motivasyon açısından biraz daha dibe batıyorduk.

Umudu bırakmak, korkuyu bırakmaktır

Chuck Palahniuk’un aynı adlı kitabından uyarlanan ve David Fincher’ın çektiği muhteşem film “Fight Club”ın (Dövüş Kulübü) ana karakteri olan “Anlatıcı”nın ağzından dökülen harika cümlelerden biri de “Losing all hope is freedom” idi (Tüm umudu kaybetmek özgürlüktür). Filmi izlediğimde yanılmıyorsam 2000 yılındaydık ve 9 yıldır annemin inişli çıkışlı hastalık grafiği sürüyordu. Bu cümlenin geçtiği sahne içime işlemişti. Gerçekten de umut etmeyi bıraktığım anda, anneme daha çok destek olabildiğimi fark ettim. Onunla birlikte olduğum her anı “Şimdi ve burada olarak” yaşıyordum.

Umut etmeyi bıraktığım anda, anneme ne olacak korkusunun da benden uzaklaştığını hissettim. Ne olacaksa olacaktı zaten. Annem şimdi ve burada benimdi, benimleydi ve tek önemli olan da buydu. Bu bakış açısı ölümünden sonraki süreci de nispeten kolay geçirmeme yardım etti.

İlgili yazı: Anı yaşamak: Geçmişteki hatalardan ve gelecek kurgularından kurtularak anda yaşayabilmenin önemi

Çok açık ve net bir şekilde, madde madde ortaya koyalım:

  1. Umut gelecekle ilgili ve hiçbir kesinliği yok.
  2. Asıl önemli olan “anda yaşananlar”ı yok sayıyor.
  3. Kendi gücünüzü yadsımanıza ve dönüşümü dışarıdan beklemenize neden oluyor.
  4. Umut “ikilik” (Dualite) anlayışının sadece bir tarafı. Diğer taraftaysa korku ve endişeler var.
  5. Umut etmeye başlamanızın tek sebebi hissettiğiniz umutsuzluk duygusundan kurtulma isteği.
  6. Umut sizi rahatlatır; fazlası harekete geçmenizi engelleyen bir uyuşturucu gibidir.
  7. Her uyuşturucu gibi bir süre sonra daha fazlasına ihtiyaç duyarsınız, o olmadığında umutsuzluk yani endişeler vardır.
  8. Giderek artan dozajlarda yetmez olur ve derin bir umutsuzluğun içinde sıkışıp kalırsınız.
  9. Çözülmesi gerekenle ilgilenmek yerine teselli edici unsurlara yönlenmenize neden olur. (Eğlence, haz veren şeyler vb.)

Bu yüzden ben diyorum ki umut etmeyi bırakın ve hemen şimdi, şu anda yaşamaya başlayın. Bunu yapmak için de;

  • Mutlu değil misiniz?
  • İlişkinizde sorunlar mı var?
  • İşinizi mi sevmiyorsunuz?

Neyle yüzleşmeniz gerekiyorsa hemen yüzleşin!

adım atmak
Bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız artık adım atmanızın zamanı gelmiş demektir.

Lotodan çıkacak parayı, bir gün rastlayacağınız o muhteşem adamı/kadını ya da inşallah ileride kuracağınız işinizi hayal edip umutlanmak şimdiye kadar işinize yaradıysa devam edin. Ama eğer bir şeylerin değişmesini istiyorsanız artık adım atmanızın zamanı gelmiş demektir. Ve eğer bunu kendi kendinize yapmakta zorlanıyorsanız performansınızı daima yüksekte tutmak için birlikte çalışabiliriz.

Bana dilediğiniz zaman [email protected] adresinden ulaşabilirsiniz.

6 Nisan Çarşamba günü Tony Robbins’in Unleash the Power Within (İçindeki Gücü Uyandır)  etkinliğinde binlerce insanın üstünde yürüdüğü ateşi yakacak ekipte yer almak üzere Londra’ya gidiyorum. Gelecek hafta döneceğim ve bu yüzden haftaya yokum.

18 Nisan’da yeni yazımda görüşmek üzere!

V. Tolga Hancı
Doğma büyüme İstanbul'lu Tolga, 20 yıllık reklamcılık kariyerini danışmanlığa, ve oradan da koçluk ve eğitmenliğe dönüştürmüş bir yüksek performans stratejisti. Çalıştığı kişi ve kurumların; ... Devam