Sosyal medyadaki sahte yaşamlar hayatımızı nasıl etkiliyor?

İki hafta önce telefonum bozulmuştu. Telefonsuz bir on gün geçirdim. Gerçekten cep telefonları bir uzvumuz gibi olmuş. Yokluğunda bankacılıktan, alışverişe, iletişimden, bilgilendirmeye, sosyal medyadan, mailleşmeye her şey aksıyor, aksadı ama garip bir şekilde alışmaya da başlamıştım. Sosyal medya detoksu gibi oldu bu süre. İyi geldi ama özlemişim de aynı zamanda.

İnsan sosyal bir varlık. Bir yıldır pandemi ile sınanırken cep telefonu sanal olarak dahi olsa sosyalleşebileceğimiz bir ortam yarattığı için hayatımızın merkezine yerleşti, o eksenin boşluğu da gerçekten hissedilir bir boşluk oldu benim için. Telefona kavuşup sosyal medyada yine takip etmeye başlarken olup bitenleri, uzaklaşmanın verdiği bir bakış açısıyla sosyal medya riyakârlığını, mutluluk masallarını çok özlememiş olabilir miyim diye de düşünmeden edemedim.

Paylaşım yapan kişinin suratında estetik görmemiş bir göz bebekleri kalmış olmasına rağmen yine de “no filter“, “no make up” (filtre yok, makyaj yok) etiketleriyle paylaşıyor. Zaten bütün estetikleri, dolguları, kalıcı makyajları, ipek kirpiklerini yaptırmışsın. Neyin “no” etiketi olabilir ki bahsedilen? Anlamakta zorluk çekiyorum. “İsteyen istediği paylaşsın, sana ne ki?” diyenler de olacaktır. Haklılar ama ben bu çelişkiyi görünce zekâmıza hakaret ediliyormuş gibi hissediyorum.

Doğal halini yeterince sevmeyip, beğenmeyip kendinin daha iyi versiyonu için dilediğin estetiği, müdahaleyi yaptırabilirsin, herkes bunu talep edebilir. Bunda ben de hemfikirim ama insanların özleriyle ve davranışlarıyla uyuşmayan sözlerle kronik olarak paylaşımlar yapmaları benim dikkatimi çeken ve samimi bulmadığım bir durum. Ayrıca bu tip postları gerçek sanan genç insanların varlığı da beni üzüyor. “Ben neden öyle görünmüyorum?” diye depresyona giren genç kızlar, nasıl göründükleri üzerine fazla mesai harcayan yeni bir nesil görünce endişeleniyorum da açıkçası. Hâlbuki kimse mükemmel olmak, görünmek zorunda değil, görüntümüz, nasıl göründüğümüz hayattaki tek derdimiz olmamalı.

Kendim de mutluluğa meyilli bir insan olmama rağmen ikinci gözlemlediğim ve takıldığım kitle de istisnasız her gün mutluluk saçanlar… Olmuyor ki öyle, oluyor mu? Var mı öyle bir dünya? Zaten olmalı mı, orası da tartışma konusu olabilir. Bütün duygular bizim, bütün duygular değerli değil mi? Gelişim için birçok duygumuza kucak açıp kabullenmemiz gerekmiyor mu?

Alt metninde “Kıskananlar çatlasın” gibi bir güdü yatan, “En mutlu benim, bakın işte! Nasıl da mutluyum, bakın bakın şurada da mutluyum, aa burada en mutlu benim” temalarının artması beni sosyal medyadan uzaklaştırmaya başladı. Samimiyetini sorgulamaya başladığım ama bir yandan da hala içinden çıkmaya hazır olmadığım bir platform haline getirdi. Hala kopmak istemiyorum, çünkü takipten çıkmak bir tıkla mümkün ve takip edeceklerini seçmek insanın elinde, fakat bu seçimi yapabilmek için zihnimizi otomatik pilot moddan uzaklaştırabilmemiz, biraz daha farkında olabilmek için çabalamamız gerekiyor sanırım.

İlginizi çekebilir: Maymun iştahı ile barışmak: Maymun iştahı hayata karşı bitmeyen bir merak mı?

Duygu Meriç
Ben Duygu Meriç, 2013 yılında Boğaziçi Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünden mezun oldum. Bir yıl özel bir okulda çalıştıktan sonra atanarak doğu göreviyle köy ... Devam