Sosyal baskılar doğum sonrası depresyonu daha da kötüleştiriyor

Kültürel olarak annelik rolünü fazla idealleştiriyor olabilir miyiz? Pek tabii birçok toplumda bir annenin çocuğunu reddetmesi veya çocuğuyla yeterince ilgilenmemesi büyük bir tabu. Sadece bu değil, annenin çocuğunu ihmal etmesinin yıkıcı sonuçları bilimsel çalışmalarla da defalarca belgelenmiş durumda. Son yıllarda ise hamilelik kilolarını rekor sayılabilecek sürede vermeyi başaran ünlüler, çocuğunu sanki bir moda aksesuarı gibi kullananlar, sosyal çevre ve bebek bakımıyla ilgili takıntılı bakış açısını yüzünden annelik ve annelikle ilgili konularda dışarıdan nasıl göründüğünü önemseme artık en üst noktaya ulaşmış durumda. Bazılarımız için bu son dönemin moda annelik ritüellerinin dışına çıkmak oldukça zor.

İlgili yazı: Yeni doğum yapan kadınlarda depresyon taramasının faydaları

İstatistikler her dört kadından birinin doğum yaptıktan sonraki ilk bir yıl içinde depresyon deneyimi yaşadığını gösteriyor. Ancak uzmanlar, gerçekte bu oranın çok daha fazla olabileceğini söylüyor çünkü birçok kadın toplumsal baskılar nedeniyle yaşadığı depresyonu dışavurmaktan çekiniyor.

Sosyal baskılar doğum sonrası depresyonu daha da kötüleştiriyor
Babanın katkısı ve desteği, anne üzerindeki stresi azaltabiliyor.

Doğum sonrası depresyonun başlıca belirtileri arasında kendini yorgun, halsiz, yetersiz ve ağlamaklı hissetme, iştahsızlık, uykusuzluk, baş ağrısı, karın ağrısı gösteriliyor. Uyku bölünmesi, eşler arasındaki ilişkide değişiklikler ve sağlıksız yaşam koşulları da doğum sonrası depresyonun semptomları olarak kendini gösteriyor. Birçok kadın, çocuk sahibi olmanın mutluluktan başka bir şey veremeyeceği düşüncesiyle yaşadıkları bu semptomlarla ilgili doktora bile başvurmuyor. Depresif olduklarının farkında bile olmuyorlar.

Kutsal ve kendini adamış bir anne görüntüsü çizme ihtiyacı yüzünden birçok kadın hamilelik ve anneliğin karanlık tarafından bahsetmiyor. Aslında günümüzdeki annelerin kendilerini depresif hissetmek için pek çok nedeni var. Hayatlarının her alanında yaşanan radikal değişiklikler gerçekten de mücadele etmesi oldukça güç şeyler. Doğum yapmak hem fiziksel hem de psikolojik olarak travmatik sonuçlara neden olabilir. Modern dünyanın getirdiği kariyer ve ilişki baskısı nedeniyle bu kadınlar kendilerini sıkışmış ve korkularını açıklayamaz halde bulunuyor. Doğum sonrası depresyonunun trajik duyguları işte buradan kaynaklanıyor.

Bir çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Saatlerce emzirme, uykusuz geçen geceler, ağlama nöbetleri, gürültü, aşırı sorumluluk hissi… Ruh hali karmaşık bir kişinin tüm bu strese teslim olmaması neredeyse imkansız. Daha sonra bu endişeler büyümeye ve hayatın her alanını kaplamaya başlıyor. “Anne olmaya devam edemeyeceğim, yoksa çocuğumu sevmiyor muyum, mutsuz olduğumu aileme söyleyemem, artık yaşamamam lazım” gibi düşünceler de bu aşamada başlıyor.

Geleneksel ve aileyi merkeze koyan toplumlarda kadınların asli görevi çocuk doğurmak ve büyütmek olarak görülüyor. Birçoğunun da her şeyden fedakarlık etmesi, kariyer beklentilerinden vazgeçmesi, sosyal hayatını bir kenara bırakması, evde kalıp çocuğuyla ilgilenmesi bekleniyor. Bunun karşılığında aileler genişliyor ve bu durum bazı kadınları mutlu ediyor. Ancak bazen geri de tepebiliyor ve kadınlar hissettikleri suçlulukla birlikte depresyona girebiliyor.

Sosyal baskılar doğum sonrası depresyonu daha da kötüleştiriyor
İstatistikler her dört kadından birinin doğum yaptıktan sonraki ilk bir yıl içinde depresyon deneyimi yaşadığını gösteriyor.

İşte bu noktada babanın katkısı ve desteği, anne üzerindeki stresi azaltabiliyor. Doğum sonrası depresyon, yalnız yaşayan veya eşi/ailesi tarafından destek görmeyen annelerde daha sık görülüyor. Baba, doğumla birlikte babalık rolünün stresini veya kendi tereddütlerini daha çok sergilediğinde, annenin omuzlarına binen yük daha fazla oluyor. Eşler arasında çatışma söz konusuysa, bebeğin doğumuyla birlikte gelen stres çok daha fazla büyüyor. Bazı sorunlu çiftler, çocuk sahibi olmanın onları yakınlaştıracağını düşünüyor. Oysa gerçekte bunun tam tersi de olabilir.

İlgili yazı: Doğum sonrası özgüveninizi geri kazanmanın 6 yolu

Aile-kariyer dengesi de doğum sonrası depresyon konusunda kadınları derinden etkileyebiliyor. Yıllardır süregelen feminist tartışmalar bile annelikle bebek bakımı arasındaki dengenin nasıl olacağı konusunda bir sonuca ulaşabilmiş değil. Annelikle birlikte kadının iş yaşamında zaman çakışması, gelirde azalma, projelerin veya terfilerin ertelenmesi gibi sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bazı kadınlar için bu denli fedakarlık yapmak, annelikten beklentilerini ve hayallerini suya düşürebiliyor. Bunun dışında, kariyeri veya kendi kişisel hedefleri için çocuk sahibi olmamayı tercih eden kadınlar karşı birçok toplumda oldukça katı önyargılar var. Birçok toplum, bir kadının çocuk sahibi olmama kararını saygıyla karşılanacak bir karar olarak görmüyor.

Tüm bunların ötesinde, en önemlisi de insanın kendi üzerinde kurduğu baskılar. Oysa hepimizin kabul etmesi gerekiyor. Annelik, evlilik, iş, kariyerle ilgili her türlü seçeneği ve bireysel tercihi kabul etmeliyiz. Bu kabullenme daha sağlıklı ve gerçekçi bir annelik yaklaşımını beraberinde getiriyor ve annelerin kişisel ihtiyaçları tartışmasını açıyor. Bu ihtiyaçlarının duyulduğunu, anlaşılabilir olduğunu hisseden kadınlar ise daha mutlu ve iyi anne olma yolunda önemli bir adım atmış oluyor.

Kaynaklar:
Psychology Today
Guardian

Uplifers
Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!