Şiddetsiz iletişim mümkün mü: İletişimin 3 altın kuralı

Hepimiz yaşamışızdır ağzımızdan çıkanın farkında bile olmadığımız, hem bizim hem karşı tarafın yaralayıcı sözlerinin ve kırıcı sıfatlarının havada asılı kaldığı odadan kapıyı çekip çıktığımız anları… İçimiz yangın yeridir ve biz hala içimizden saydırmaya devam ediyoruzdur olana, oldurana, kendimize… Fark etmeyiz ama bu tarz olaylar belki fiziksel değil ama iletişim yoluyla gerçekleşen hem kendimize hem de karşımızdakine karşı bir şiddettir.

Halbuki şiddetsiz iletişim mümkündür ve bunu yaşamımızın her alanındaki iletişim diline uygulayabilmemiz için bazı yollar vardır.

Mevcudiyet

Şiddetsiz iletişimin temel adımlardan ilki, mevcudiyettir. Yukarıdaki gibi bir senaryo aslında karşımızdaki ile sağlıklı iletişimi kaybettiğimiz bir durumdur çünkü orada değilizdir. Ne demektir bu? Bedenimizdeki duyumların, duyguların farkında olmamakla birlikte aslında karşımızdaki ile sadece zihinden savaşıyoruzdur. Zihinlerin savaştığı bir ortamda ise dinleme, anlayış, nezaket, saygı, anlaşılma veya orta yol bulma imkansızdır. Bu noktada yapmamız gereken ilk şey durmaktır. Laf yetiştirmekten, suçlamaktan, ne olması gerektiğini söylemekten, haklılığımızı kanıtlamaktan veya karşımızdakine haddini bildirmekten önce durup sadece ana gelmek, anda gerçekten olanlara alan açmak ve kendimizi ortaya çıkarmak ilk adımdır.

Durmak bağlantıya yeniden bir kapı açar; diğer kişide ve kendi iç dünyamızda neler olduğu hakkında bize tonlarca bilgi verir. Ve bu bilgi akışı işler daha da kötüye gitmeden daha akıllı seçimler yapmamıza yardımcı olur, çünkü farkında olduğumuzda otomatik pilotta değilizdir ve zihnin algılarının ve inançlarının ötesinde olanın gerçekliğiyle buluşuruz.

Meraklı ve özenli bir niyet

Şiddetsiz iletişimde uygulayabileceğimiz ikinci adım ise “meraklı ve özenli bir niyettir. İletişimimizi yönlendiren görünmeyen güç aslında niyetimizdir; söylemlerimizi, eylemlerimizi ve hatta kontrol etmediğimiz ve çoğu zaman farkında bile olmadığımız beden dilimizi, mimiklerimizi ve yüz ifadelerimizi şekillendirir. Bu bağlamda niyetimizin temelini alıştığımız koşullanmalarımız, kalıp inançlarımız veya elde etmeyi umduğumuz sonuçlardan ziyade, sürece dair bir merak ve özen oluşturmalıdır. Aksi durumda iletişim karşımızdaki kişiyi suçlamaya, haklı olmaya, durumu kontrol etmeye, hatta manipüle etmeye doğru ilerler.

Meraklı ve özenli bir tutum ise anlayışa dayalı bir zemin hazırlarken aynı zamanda keşif, yaratıcı olma ve iş birliği için de her türlü fırsatı yaratır. İletişim kurduğumuz kişiyi gerçek bir ilgi, merak, özen ve nezaketle gerçekten anlamaya çalıştığımızda o da savunma mekanizmasını devreden çıkaracaktır.

Önemli olana odaklanmak

Karşılıklı anlayış ve şiddetsiz iletişim için üçüncü adım ise farkındalığın alanında “önemli olana odaklanmak”tır. Bunun için de önce kendimize karşı dürüst olmamız gerekir. Çoğu zaman farkında olmadan veya olanın sorumluluğunu almak istemediğimizden ya da içimizde “yapmalı, etmeli, olmalı” düşünceleri hüküm sürdüğünden karşımızdakini suçlama ve yargılama eğilimine gideriz. Ancak tüm suçlamalar ve yargılar aslında kendi karşılanmamış ihtiyaçlarımızın trajik ifadeleridir. Bu yüzden kendimize dürüst olup öncelikle bize bunu yaşatan duygunun ve ihtiyacın ne olduğunu doğru tanımlamalıyız.

Dolayısıyla bu, kendi ihtiyaçlarımızı belirleme ve içsel olarak kendimizi tanımaya doğru derin bir yolculuk demektir: Farkındalıkla “Şu an gerçekten çok üzgünüm ve içim acıyor. Bu durumda acı çektiğimi kabul edebilir miyim?”, dürüstçe ve merakla “Tamam, bu kişiyi tüm benliğimle suçluyorum. Bu kadar üzülmeme neden olan şey nedir?” ve önemli olana odaklanarak “Burada benim için önemli olan nedir? Bu saygıyla mı ilgili? Bu onurla mı ilgili? Bu anlaşmaları tutmakla mı ilgili? Bu sevilmiyor hissetmekle mi ilgili?” Bu denge, adalet, adaletsizlikle mi ilgili?” diye kendimize sorabilmektir.

Bunları belirleyebildiğimizde gücümüzün bir kısmını geri almaya başlarız çünkü enerjimiz artık karşı tarafa doğru akmak veya bizi kontrol etmeye çalışmak yerine içimizde olan bitene, kendi değerlerimize ve ihtiyaçlarımıza odaklanır. Yani, başkalarını suçlama merceğinden kendi ihtiyaçlarımızı belirlemeye geçiş yaparız ve ihtiyaçlarımızın merkezinden iletişime geçerek, gerçeğimizi suçlama olmadan net ve özenle konuşabilir ve sağlıklı bir diyalog için zemin hazırlayabiliriz.

Ve son olarak kendi ihtiyaçlarımızı ne kadar çok tanımlayabilir ve kabul edebilirsek, başkalarının ihtiyaçları konusunda da o kadar bilinçli ve duyarlı oluruz. Onların penceresinden bakabilir ve eylemlerinin ve görüşlerinin ötesindeki daha derin olanı, onlar için önemli olanı görebilir ve destekleyebiliriz.

Sevgiyle kalın…

İlginizi çekebilir: Karmaşık olan karşımızdakiyle değil de, kendimizle ilişkimiz olabilir mi?

Tuba Müftüoğlu Talk TuBaNa Kurucusu
Ankara doğumlu Tuba Müftüoğlu, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirip, Amerika’da Uluslararası Hukuk alanında burslu yüksek lisansını tamamladı. Yurt dışında Marka ve Strateji üzerine ... Devam