Şehirden kaçış: Büyük şehirde yaşamak bedenimizi, ruhumuzu ve zihnimizi nasıl etkiliyor?

Karantina sürecinden sonra şehir yaşamından uzaklaşarak hayatına taşrada devam etmek isteyenlerin sayısında hızlı bir artış yaşanıyor. Son dönemde şehirden taşraya yaşanan göç oranındaki bu hızlı artışın sebebini merak ediyor musunuz? Pek çoğumuzun hayali olan küçük bir köye yerleşip doğayla iç içe bir yaşam sürme isteği salgından kaçma isteğinin bir sonucu mu yoksa pandemi, şehir hayatının beraberinde getirdiği yorgunluğu, bıkkınlığı ve bunalmışlığı taşıran son damla mı oldu? Şehirde yaşamak bedenimizi, ruhumuzu ve zihnimizi nasıl etkiliyor?

Neden köy yerine büyük şehirlerde yaşamayı tercih ediyoruz?

Büyük bir çoğunluğumuzun şehirde yaşamasının ve geçmişte taşradan kentlere yaşanan göçün en önemli sebeplerinden biri tahmin edebileceğiniz üzere, kariyer fırsatlarının ve iş olanaklarının şehir yaşamında çok daha fazla olması. Ulaşım kolaylığı, sanatsal ve kültürel aktiviteler, iş fırsatlarının çokluğu ve teknolojik gelişmelerin merkezi olması sebebiyle pek çoğumuz şehir yaşamından vazgeçemiyor, ne kadar istersek isteyelim bir türlü o ilk adımı atıp, taşraya yerleşme düşüncemizi hayata geçiremiyoruz.

Bu sürecin kaçınılmaz bir sonucu olarak da büyük şehirlerde artan nüfus yoğunluğu ve beraberinde getirdiği kaotik, yorucu ve sürekli olarak rekabetin varlığını sürdürdüğü şehir yaşamına adapte olmaya çalışıyoruz. Ancak insan doğası gereği doğayla bağlantı kurmaya, yavaşlamaya, bazen durmaya ve içine dönmeye ihtiyaç duyan bir varlık. Peki, şehirlerde oluşturduğumuz yapay yaşam alanları, koşuşturma, kaos ve hiçbir şeye yetişememe hali psikolojimizi nasıl etkiliyor? Şehirden uzaklaşmak ve doğayla iç içe bir yaşam kurmak, şehir hayatının beraberinde getirdiği psikolojik sıkıntılardan kurtulmak için çözüm olabilir mi? İhtiyacımız olan şey sadece biraz yeşil mi iletişim mi?

Taşrada, köyde ya da sahil kasabasında yaşam mümkün mü?

Modern hayatta, şehir yaşamı ve teknoloji her ne kadar hayatımızı kolaylaştırıyor ve hayat kalitemizi artırıyor gibi görünse de, pek çoğumuz içten içe köklerimize, yani doğaya dönüşün hayallerini kuruyoruz. Uzun zamandır şehirlerde yaşıyor gibi görünsek de aslında şehir yaşamı insan evriminde çok kısa bir yer kaplıyor. Öyle ki, insan evrimi süresince zamanının neredeyse yüzde 99’unu doğal bir çevrede, şehir yaşamından çok uzak bir ekosistemde geçirdi. Günümüzde ise insanların büyük çoğunluğu zamanını şehirlerde geçiriyor ve doğada daha az vakit harcıyor. 

Doğada zaman geçirmek, şehirdeki koşuşturmacalı, stresli ve kaotik deneyimlerimizin aksine bedenimiz, ruhumuz ve zihnimiz üstünde olumlu etkilere sahip. Doğada vakit geçirmek kan basıncını düzenliyor, anksiyete seviyesini düşürüyor ve stres hormonlarının salgılanmasını azaltıyor. Şehir yaşamında çok sık karşılaştığımız tehlikeli durumlar ve uyarıcılar doğada çok daha az olduğu için, bedende sempatik sistemin uyarılması azalıyor, ve kendimizi rahatlamış hissettiğimizde aktive olan parasempatik sinir sistemimiz harekete geçiyor.

Şehir yaşamının beraberinde getirdiği ruh sağlığı sorunları

Şehir hayatı ve ruh sağlığı alanında yapılan çalışmalar, pek çok psikolojik rahatsızlığın şehirdeki yaşam koşullarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu gösteriyor. Şizofreni gibi ağır psikotik rahatsızlıkların yanı sıra taşra hayatında görülme sıklığı çok daha düşük olan yalnızlık, depresyon, anksiyete bozukluğu ve panik bozukluk gibi psikolojik rahatsızlıkların şehir hayatında daha sık gözlemlendiğini gösteren pek çok araştırma mevcut.

Örneğin; 2012 ve 2013 yıllarında şehir yaşamının şizofreni üzerindeki etkilerinin araştırıldığı iki çalışmada, gittikçe artan nüfus yoğunluğu nedeniyle şehirlerde şizofreninin oluşma riskinin taşradaki bölgelere göre 2.37 kat daha fazla olduğu ortaya çıkmış. Uzmanlar, şehir hayatının şizofreniyi tetiklemesinin en önemli nedeninin bireylerin şehir yaşamında sosyal olarak izole yaşaması ve kendini bir gruba ait hissetmemesi, dolayısıyla yalnız bir yaşam sürdürmeye çalışması olduğunun altını çiziyor.

Sosyal sınıflar arasında uçurum olması, insanlarla iletişim kuramamak ve güvensiz bir ortamda olduğunu hissederek izole bir yaşam sürmek, dolaylı yollardan ve direkt olarak kişinin psikoz yaşamasına zemin oluşturabiliyor. Taşrada ya da daha küçük şehirlerde kişilerin birbirleriyle olan iletişimi, paylaşımı ve grup aidiyeti daha yüksek olduğu için, kişi kendini daha değerli, işe yarar ve içinde yaşadığı topluma katkı sağlayan biri olarak görebiliyor.

Bu kadar büyük bir kalabalığın içinde nasıl yalnız kalabiliyoruz?

Gelişmiş ülkelerde şehir ve taşra yaşamının kişilerin modu ve anksiyete seviyeleri arasındaki etkilerinin araştırıldığı bilimsel çalışmaları inceleyen, 2010 yılında yayınlanmış olan bir meta-analiz çalışması, büyük şehirlerde yaşayan kişilerde anksiyete seviyesinin çok daha yüksek oranlarda olduğunu gösteriyor. Araştırmacılar, kişilerin anksiyete seviyelerindeki bu artışın nedenini, şehir hayatında sosyal ilişkilerin eksik olmasıyla açıklıyor. Yalnızlık, tıpkı obezite ya da sigara içmek gibi, stresi tetikleyen ve anksiyete seviyesini artıran bir risk faktörü olarak görülüyor.  

Öyle ki, şehir yaşamının beraberinde getirdiği sosyal izolasyon durumu, farkında olmasak da çoktan katlanarak büyüyen bir salgın haline gelmiş durumda. Dünya Sağlık Örgütü geçtiğimiz günlerde açıkladığı raporda, 2020 yılının en büyük ikinci salgın hastalığının yalnızlığa ve sosyal izolasyona bağlı depresyon olacağını belirtiyor. TUİK verilerine göre 1980’lerden beri şehirde yaşayan ve kendini yalnız hissettiğini söyleyen yetişkin bireylerin sayısında iki kattan yüksek oranda bir artış söz konusu. 2013 yılında dünyanın en büyük kozmopolitlerinden Londra’da yapılmış olan bir anket çalışmasının sonuçları da, Londra’da yaşayan nüfusun %52’sinin kendini yalnız hissettiğini gösteriyor.

Şehir yaşamının beraberinde getirdiği ve yıllardır katlanarak artış gösteren izolasyon ve yalnızlık hissi, aslında oldukça ironik ve çelişkili. Kültürel ve ticari olarak ortak bir yaşamı paylaşan, ortak çıkarları olan ve birbirinden bağımsız yaşayabilmesi imkansız olan bir insan topluluğunun yalnızlık ve izolasyonun getirdiği psikolojik problemlerle mücadele ediyor olması sizce de biraz garip değil mi?

Yabancılarla birlikte gelen yabancılaşma hissi

Şehir hayatının ve kalabalığın beraberinde getirdiği yalnızlık duygusunun temelinde aslında bunaltıcı derecede fazla insanla çevrelenmiş ve her yanımızın tanımadığımız yabancılarla dolu olmasının verdiği gerginlik ve güvensizlik hissi yer alıyor. Aslında şehir hayatının psikolojik sağlığımız üzerindeki olumsuz etkisinin büyük çoğunluğu, sosyal bir varlık olan insanın sosyalleşme, bir gruba ait olma, değerli ve işe yarar hissetme ihtiyaçlarının karşılanamamasından kaynaklanıyor. Anlık, küçücük bir göz kontağı kurmaktan uzun süreli bir romantik ilişkiye kadar çeşitlendirilebilecek ilişki kurma ihtiyacı, şehirde yaşayan ve taşrada yaşayan bireylerin ruh sağlığı arasındaki uçurumun en önemli sebeplerinden.

Şehir hayatının insan psikolojisi üzerindeki olumsuz etkileriyle ilgili yapılmış olan diğer araştırmalar, klinik depresyon, anksiyete bozuklukları, anormal düzeylerdeki duyusal uyarılma ve intihar oranlarının büyük şehirlerde yaşayan bireylerde çok daha yüksek oranlarda olduğunu gösteriyor.

Şehir hayatının ruh sağlığı üzerindeki etkilerini inceleyen tüm bu araştırmalar, büyük şehirlerin insanlığın gelişimi için sağladığı önemli avantajların yanında birey olarak insanın yaşantısından ve ”insanlığından” neler alıp götürebildiğini açıkça ortaya koyuyor. Şehir yaşamından bunaldıysanız ve gidip gitmemek konusunda kararsızlık yaşıyorsanız, daha da önemlisi yaşadığınız sıkıntıların nedeninin anlamlı ilişkiler kuramamak, doğayla ve diğer insanlarla samimi ve içten bağlantılar oluşturamamak olduğunu düşünüyorsanız; büyük şehirden uzaklaşarak doğayla baş başa kalabileceğiniz ve anlamlı ilişkiler kurabileceğiniz bir yere gitme vaktiniz yaklaşmış olabilir.

 

Kaynaklar:
Psychology Today
Dünya Sağlık Örgütü
TUİK

Bilimsel araştırmalar: 
Bennett, K., Gualtieri, T., & Kazmierczyk, B. (2018). Undoing solitary urban design: A review of risk factors and mental health outcomes associated with living in social isolation. Journal of Urban Design and Mental Health, 4, 1-7.
Bennett, K. L. (2004).  How to start teaching a tough course:  Dry organization vs. excitement on the first day of class. College Teaching, 52, 106.
Bennett, K. L. (2012).  Jealousy’s design:  Maladaptive trait or psychological solution? Lambert Academic Publishing, ISBN:  978-3-659-21408-0. 

Uplifers
Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!