Onu olduğu gibi kabul etmek mi, kendini tüm çıplaklığıyla gösterebilmek mi?
Aslında bugün okuyacağınız yazımı geçen hafta paylaşılması için göndermiştim bile. Ama geçen hafta gerek Kıbrıs’ta yaşanan iki insanımızla birlikte, binlerce hayvanın da ölümüne ve kilometrelerce alanın tahribatına neden olan yangın yetmiyormuş gibi, bir de Türkiye’de hala devam eden yangınlar, daha acısı yangınlar esnasında kurtarma ekibinden 10 kişinin hayatını kaybetmesi herkes gibi benim de yüreğimi paramparça etmişti ve yazının o gün paylaşılmasını istememiştim.
Bu hafta çok mu iyi günler geçiriyoruz diyecek olursanız eğer, elbette hayır… Ne yazık ki bugün de, Rusya’da gerçekleşen şiddetli bir deprem haberine uyandık. Savaşların, cinayetlerin, açlıkların, kötülüklerin ve de doğa afetlerinin devam ettiği şu dünyada yazımı yayınlamak için doğru zamanı beklersem daha çok beklerim dedim ve yazımı daha fazla bekletmeden bu hafta sizlerle buluşturmak istedim. Keyifli okumalar!
“Gerçekten sevdiğin kişi, seni güldüren, yanında kendin gibi olabildiğin ama en önemlisi sana güven hissettiren kişidir.“
İki hafta önce yayınlanan yazımda bahsettiğim ve o gün sizlere yazmayı planladığım konuyu aklıma getiren cümleydi bu.
Yanında kendin gibi olabildiğin…
Aslında bütün mesele de bu değil miydi? Kendini bir iş görüşmesindeymişçesine pazarlamaya çalışma gereği duymadan, yalnızca hissettiğin ve içinden geldiği gibi davranabilmek. Karşındakinin ne düşündüğüne kafa yormadan, seni en doğal halinle sevebileceğine inanmak, onun yanında kendini güvende hissetmek.
Evet evet! Olması gereken tam da buydu!
Huzurlu olmaktı ya tüm olay, ben de o sırada düşünmeye başlamıştım beni mutlu eden ilişkilerimi. Hepsinde bir huzur vardı içimde. O an, yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan misali başladım düşünmeye.
Huzurlu ve mutlu olduğum için mi hayatıma giren kişilerle güzel bir birliktelik yaşıyordum, yoksa onlar beni mutlu ettiği için mi o dönemlerde kendimi huzurlu hissediyordum?
Hangisiydi cevap kesin emin olamasam da, huzurlu zamanlarımda ışıldadığımdan sanırım, insanlarla güzel enerjimi buluşturup tatlı bir ilişkiye yelken açıyor oluşumuz diye düşünmeye başladım.
Gerçekten de hayatımın tüm o huzurlu dönemlerine baktığımda farklı bir ışık saçıyordum etrafıma, aynada daha güzel geliyordu yüzüm bana. Daha sevecen, daha eğlenceli, daha yaratıcı, daha karizmatik bir duruşum oluyordu adeta, içimdeki o huzuru yakaladığım zamanlarda.

Düşüncelerim zihnimi böyle oyalarken, yakın bir arkadaşım da şu şekilde bir mesaj atmıştı tesadüfen bana:
“Ama en güzeli, yanında kim olduğunun önemi olmadan kendi huzurunu ve güvenli ortamını yaratmaktır… İşte o zaman hayat sana, yanında güvende hissedeceğin kişi/kişileri de sunar…”
O da aynı benim düşündüğümü düşünüyor ancak farklı kelimelerle ifade ediyordu kendini. İçimizdeki o huzuru bulup açığa çıkardığımız zaman çekiyorduk hayatımıza, bizleri mutlu eden arkadaşları, sevgilileri…
Tamam, içimizdeki huzuru bulunca hayatımıza güvende hissettiğimiz insanları dahil ediyorduk etmesine de, peki ya sonrası? Yıllardır aklımı kurcalayan ve sebebini bir türlü öngöremediğim bir soruydu bu aslında. Ne oluyordu da gerek arkadaşlık, gerekse sevgililik ilişkilerinde işler sarpa sarıyordu zaman geçtikçe? Acaba biz de mi İbrahim Selim’in şu yeni programı Foto’n Gitti’ye katılsak? Belki bir anda kopup giden bu ilişkilerimizin nedenini bulmamıza yardımcı olabilirler. Ne dersiniz?
Aslında şu sevgililik işlerine başladığımız ilk zamanlarla sonrasındaki değişimlerimizin sebebi bana sorarsanız ne biliyor musunuz?
Hayatına girdiğiniz insanın, ilişkinin başında gösterdiğiniz karaktere aşık olması, sizin ise daha önce rafa kaldırdığınız ve ilişkinin ilerleyen zamanlarında gün yüzüne çıkarttığınız toksik huylarınızla karşınızdakini bunaltmanız ve ilişkiden soğutmanız. Akabinde gelen huzursuzluklar, tartışmalar, mutsuzluklar…
Sonra neymiş efendim gelsin ben hep böyleydimler, sen beni değiştirmeye çalışıyorsunlar, beni böyle kabul ettin, ne oldu da beni ben yapan huylarım sana batar oldular ve benzeri daha birçok sitem…
Yanlış anlamayın lütfen, yukarıdaki satırlarda 2. çoğul kişi kullanmamın sebebi yalnızca bir tesadüf. Karşı cinse değil, aslında tüm insanlığa, hatta belki de kendime sesleniyorum ben burada. Kısacası kızım sana söylüyorum gelinim sen anla…
Erkeklerin düşüncelerini bu yaşımda hala yorumlayamadığım için onlar adına konuşamayacağım ama, ‘aklı başında’ hiçbir kadının aşık olduğu/hayatına dahil ettiği insanı değiştirmek isteyeceğini düşünmediğimi söyleyebilirim inanın.
Kısacası anlatmak istediğim; olay yalnızca karşındakini her haliyle sevmek değil, olay karşındakine karakterinin her halini gösterebilmek. Onun seni yalnızca artılarınla değil de eksilerinle de sevebilmesine fırsat verebilmek.
Çok klişe olacak belki ama kimse mükemmel değil sonuçta. Önemli olan bizi biz yapan özelliklerimizle iç huzurumuzu yakalayabilmek, beğenmediklerimizi ise başkası için değil de kendimiz için değiştirebilmek.
Lisede en sevdiğim ders olan Mantık dersinin konularından tümevarımdan bir örnek ile sonlandırmak istiyorum bugün satırlarımı 🙂
Kendimizi her halimizle sevebilmek iç huzuru getirir. İç huzura sahip olmak ise hayatımıza benzer enerjide, güzel insanları çekmemizi sağlar. Bu insanları da tıpkı kendimizi sevdiğimiz gibi, her halleriyle kabul edebilmek ise mutlu bir ilişkinin temelini oluşturur.
Tüme varım ya da dilerseniz tümdengelim uygulayın ama siz ne yapın ne edin iç huzurunuzdan hiç şaşmayın…
İlginizi çekebilir: Kız kardeşlerin dünyasından 3 dizi: Hem duygusal hem gizemli



